ÇT-2

55 16 30
                                    

Arkadaşlar  öncelikle bölümü  geciktirdiğim için özür dilerim. Yazmak için inanın çok uğraştım hatta birçok  bölüm yazdım ama hiçbirini beğenmeyip geri sildim en sonunda bunda karar kılıp bu bölümü yayınlamaya karar verdim. Umarım beğenirsiniz :)


Gözlerimiz adeta birbirine kenetlenmişti. İstesem de gözlerimi gözlerinden ayıramıyordum. Dokunduğu yerlerin adeta alev alev yanmasına ve nefesimi kesik kesik alıp vermeme sebep olan bu duygu da neydi böyle? Bu duygunun adı her neyse bana çok değişik şeyler hissettiriyordu.

Ne ağzımı açıp bir kelime laf edebiliyor ne de gözlerimi Alaz 'ın  gözlerinden çekebiliyordum. Sanki parkta bizden başka kimse yoktu ne parkta oynayan çocuklar ne de bankta oturan insanlar hepsi kaybolmuştu bir anda.

Alaz sanki bir şey hatırlamış gibi elini çekti ve hiçbir şey demeden yanımdan kalkıp gitti. Bu da neydi böyle ilk başta beni üzüp sonra kalkıp peşimden buralara kadar gelmesi, sonra hiç hissetmediğim değişik duygular hissettirip daha sonra da böyle bir şey demeden kalkıp gitmesi.

Oturduğum yerden çevreyi izlemeye başladım. Çocuklar kendi aralarında oyunlar oynuyor, kimisi kaydıraktan kayıyor, kimisi salıncağın yanında durmuş sallanmak için sıra bekliyor. Hepsi o kadar saf o kadar masum ki. Banklarda oturan teyzeler ve amcalar kendi aralarında sohbet ediyor bir banktaki teyze ve amca da kendi arasında tartışıyordu. Çevre o kadar güzel ve huzur vericiydi ki her yer yemyeşil, renk renk çiçekler, papatyalar ve kelebeklerle doluydu. O yüzden Banu'yla burayı çok severdik. Buraya geldiğimiz her seferde çimlerin üzerine oturup gökyüzünü seyrederdik.

Bu gün artık okula gidemeyeceğime göre yürüyerek eve gitmeye karar verdim hem yürümek iyi gelirdi belki. Yolda yürürken bir tane çocuk annesini elinden tutmuş bir yöne doğru çekiştiriyordu ve yalvaran gözlerle bakarak ''Anne alalım lütfen'' diye tekrarlıyordu ama annesi almak istemiyor ve karşı çıkıyordu. Çocuğun işaret ettiği yöne baktığımda bir baloncunun olduğunu fark ettim. Aklıma gelen fikirle baloncunun olduğu yere gittim ve bir tane balon alarak küçük çocuğun olduğu yere ilerledim. Küçük çocuğun yanına geldiğimde gülümseyerek ''Al bakalım ufaklık bu senin.'' deyip balonu uzattım. Küçük çocuk bana teşekkür eden gözlerle bakıp elini uzattı ve balonu aldı. ''Teşekkür ederim'' deyip gülümsedi. Ben de ona karşılık olarak gülümsedim ve tam ağzımı açıp bir şey diyecektim ki küçük çocuğun annesi kolumdan tutup beni kendine çevirdi ve'' Bak kızım senden balon falan isteyen olmadı zaten ben isteseydim alırdım.'' dedi ve çocuğun elindeki balonu alıp bana uzattı. ''Şimdi bu balonu da al ve git.'' deyip küçük çocuğun elini tuttu ve gitmeye başladı. Ben de şaşkın bir şekilde arkalarından baka kalmıştım. Gözden kaybolana kadar küçük çocuk elimdeki balona ve bana bakmıştı. O küçük çocuk için o kadar çok üzülmüştüm ki halbuki o balon onun için ne kadar çok şeyi ifade ediyordur.

Sonunda eve gelebilmiştim. Yolda gelirken de balonu bahçeli bir evin bahçesinin kapısına bağlayıp gittim. Riske girip bir başka çocuğa daha vermeyi denemedim sonuçta almak isteyen oradan da alabilirdi.

''Mira sen bu saatte evde ne arıyorsun?'' annemin sesiyle kendime gelip saate baktım ne yani saat üç mü olmuştu? Benim eve geldiğimde saat on birdi ve gelir gelmez uyuya kalmıştım. Yani dört saattir uyuyordum. ''Kızım sana diyorum bu saatte evde ne arıyorsun?'' Annem sormakta haklıydı çünkü normalde dört buçukta evde olmam lazım. ''Anneciğim okulda rahatsızlandım da ben de dinlenmek için eve geldim gelince de uyumuşum şimdi bir şeyim kalmadı iyiyim merak etme.'' diye uyduruverdim umarım inanmıştır da anlamaz bir şey. ''Ah kızım neyin var anlat bakalım, bir yerin ağrıyor mu, ateşin var mı dur bir bakayım.'' diyerek telaşlı telaşlı yanıma geldi ve alnıma dokunup ateşime baktı. '' Ateşin de yok ama ben sana şimdi güzel bir çorba yaparım kendine gelirsin.'' diyerek yanımdan kalkıp kapıya yöneldi. '' Anne benim bir şeyim yok, ben iyiyim bak dinlenince geçti, çorbaya yap...'' cümlemi bitirmeme izin vermeden ''Sus da anne sözü dinle.'' diyerek odamdan çıkıp gitti ama ben çorba sevmem ki.

Bir zaman sonra elinde tepsiyle annem odamda belirdi. Yanıma gelip tepsiyi kucağıma koydu ve yememi bekledi. Yemediğimi görünce ''hadi çorbanı soğutma da iç sıcak sıcak iyi gelir.'' diye ekledi. Hala yemeyince annem tası eline aldı ve kendi yedirmeye çalıştı. Annem kaşığı getirdikçe ben kafamı çeviriyordum, ben kafamı çevirdikçe de annem kaşığı daha çok getiriyordu. ''Kızım hadi yesene ölmezsin ya ye hadi.'' Hayır yani ben yemek istemiyorum neden zorluyorsun ki midem almıyor işte çorbayı  yemek istemiyorum. ''Anne işte yemek istemiyorum zorlayıp durma  lütfen'' Annem gözünü kısarak baktı'' Eğer yemezsen tüm Justin posterlerini yırtar çöpe atarım.'' Of ya beni böyle tehdit etmesinden nefret ediyorum. Artık mecburen yemek zorunda kaldım. Annem galibiyetin verdiği etkiyle yüzünde sinsi bir gülümseme hakimken ben de yenilginin verdiği etkiyle somurtuyordum. ''Anne beni Justin'in önünde ne hallere düşürdüğünü görüyorsun değil mi?'' diyerek acıklı bir şekilde Justin'e baktım ama annem durur mu? '' Şimdi sen terliği yiyince daha iyi görecek Justin ne hallere düştüğünü.'' Anneler neden bu terlikler bu kadar düşkündü anlamıyorum yani ne var bu terlikte? Ama şu bir gerçek ki terlik annelerin olmazsa olmazı. Eğer biri çıkıp da annelerin olmazsa olmazı ne diye sorarsa hiç düşünmeden vereceğim cevap terlik olurdu. Artık çorba da bitince annem '' Ben gidiyorum sen de biraz dinlen bir şey olursa çağırırsın.'' dedi ve alnıma öpücük kondurup odamdan çıktı.

Sonunda yalnız kalabilmiştim. Telefonumu elime alıp baktığımda bir sürü cevapsız arama ve mesaj vardı. Kimden diye açıp baktığımda hepsi de Banu'dandı. Ben Banu'ya haber vermeyi nasıl da unuturdum şimdi kız meraktan ölmüştür. Banu' yu aramak için saate baktım ve okul çıkış saati olduğu için Banu'yu aradım. İlk çalışta hemen açtı. ''Biriciğim'' dedim sesimin neşeli çıkmasını umut ederek. Sadece ''Hı'' demişti. Belli ki bana baya kırılmıştı ama unutmuştum ne yapıyım yani? ''Nasılsın?'' dedim hala sesimin neşeli çıkmasını umut ederek. ''Sen beni bırak da tüm gün neredeydin onu söyle bir haber bile vermedin.'' Sesi sitem doluydu ama benim de neşeli olduğunu umut ettiğim sesim gitmişti bu sorudan sonra. Gün içinde olanlar aklıma gelmişti. ''Banu yarın anlatırım.'' diyerek geçiştirdim. Sesimden de anlamış olacak ki '' Neyin var kuşum, bir şey mi oldu yoksa, iyi misin?'' dedi endişeyle. İşte benim Banu'm buydu istese de bana kızıp küsemezdi ki. '' İyiyim ben biriciğim evdeyim şimdi, bir şeyim yok olanları yarın anlatırım tamam mı?'' ''Peki tamam o zaman öyle olsun.'' dedi ve vedalaşıp telefonu kapattık.

Sabah yine duymaktan nefret ettiğim alarmın sesiyle uyandım. Yatağımdan ayrılmak zor da olsa kalkarak günlük rutin işlerimi halledip üzerimi giyindim ve mutfağa gittim. Annem yine masayı donatmıştı. ''Günaydın annem.'' deyip yanına gittim ve yanağını öptüm. '' Günaydın kızım uyandın mı?'' annemin sorusuna gözlerimi devirerek ''Yok anne hala uyuyorum.'' diye yanıtladım. Annemin elindeki terliği son anda fark ederek kaçmıştım. Tam zamanında kaçmıştım çünkü ben mutfaktan çıkar çıkmaz terliğin kapıya çarpma sesini duydum. ''Hadi anne ben kaçtım.'' diyerek çantamı da alıp annemi dinlemeden evden çıktım. Eminim annem çok kızmıştır çünkü dün de aynı şey tekrarlanmıştı.

Neşeli bir şekilde binadan çıkıp servisimi beklemeye başladım. Önümde son derece havalı bir araba durdu. Camları filmli olduğu için kim olduğunu göremiyordum. Biraz daha bekledikten sonra camı indirip bana bakmaya başladı. İşte şimdi kim olduğunu görebiliyordum. Bütün neşem yavaş yavaş sönmüştü. Ama onun burada ne işi vardı?



Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 26, 2016 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

ÇİLEK TADINDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin