Babamla birlikte buraya geldiğimizde, sahilde bir kayık olduğunu görmüştüm. O kayık hala burada olmalıydı. Sahil boyunca ilerlemeye başladım. Askerlerin sesini duymamla daha da hızlandım ve ağaçların arasında bir kayık olduğunu fark ettim.
"Jack! Yardım et! O kayığı hemen almalıyız."Kayığı suya ittikten sonra biz de bindik ve kürekleri çekmeye başladık.
"Bu ne kadar eski ve ilkel bir alet böyle! Sinekkuşları bile bu kadar ilkel aletler kullanmıyor."
Sanırım küreklerden bahsediyordu.
"Oradalar! Öldürün!"
Bu emir ile birlikte, bütün askerler bize ateş etmeye başladı.Kafamızı eğdik ve kürekleri çekmeye çalıştık ama kafamız eğikken olmuyordu.
"Bir fikrim var. Delice. Sadece bana güven ve suya atla."
"Ang delirdin mi sen? Sadece Maviler yüzme bilir."
"Bu doğru değil. Ve sen bir Mavi-Sinekkuşu melezisin. Yani yüzmeye yatkın sayılırsın."
"Bunu nereden biliyorsun?"
Tabii ki de ona zihnine sızdığımı söyleneyecektim.
"Hadi atla!"
Elinden tuttum ve onu kendimle birlikte suya çektim. Tabii ki dibe batmaya başladı. Onu suyun üstüne çıkarttım ve kayığın arkasına saklanmasını sağladım.
"Sakın kımıldama. Yüzemediğimizi sanıyorlar. Birazdan gideceklerdir."
Yavaşça kayığın ucuna yüzdüm ve askerlere baktım. Hepsi gitmişti. Derin bir nefes aldım.
"Jack. Gitmişler. Artık kayığa çıkabiliriz."
Kayığa çıktık ve kürek çekmeye başladık.
"Ne kadar yolumuz var?"
"Fazla uzak değil. On dakikaya varırız."
Jack kafasını başka yere çevirdi.
"Ailelerimiz... Umarım sığınağa varmışlardır."
"Merak etme. Mutlaka oradalardır. Ve biliyor musun? Onlar aslında benim gerçek ailem değil. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum."
"Aynı durum benim içinde geçerli Ang. Ama onlar hala benim ailem. Her zaman da öyle oldular."
Başımı salladım. Haklıydı.
Kayık kıyıya çarpınca kayıktan indik ve titrerken yürümeye devam ettik.
İklim bir anda değişmişti sanki burada. Hava bunaltıcı derecede sıcaktı.
Önümüze çıkan ormanda ilerlemeye başladık.
Jack bana döndü.
"Angela. Yüzmeyi nereden biliyorsun?"
"Küçükken babam beni hep deniz kenarına getirirdi. Yüzmeyi öğretirdi. Ve kimseye bunları anlatmayacağım konusunda da bana söz verdirmişti. O zaman neden öğrettiğini anlamamıştım. Şimdi anlıyorum. O zaman bile biliyordu sanırım. Bir Sinekkuşu olmadığımı."
Orman bitince daha açık bir alana çıktık. Yerleşim yerine.
Etrafımızda dolaşan insanlar muhtemelen bizi yadırgıyordu çünkü onlardan görünüş olarak farklıydık. Bir Sinekkuşuna göre oldukça uzun ve yapılılardı. Ayrıca fazla beyaz tenli, sarışın ve açık mavi gözlüydüler.Diz kapaklarımıza kadar gelen suyun içinde yürüyorduk. DALGA'dan sonra çoğu yer sular altında kalmıştı ve Maviler'de de durum böyleydi.
Evler, yerden yaklaşık 2 metre yukarıda, havada asılı duruyorlardı. Daha önce hiç böyle bir şey görmediğim için şaşırmıştım. Biz diğerlerine göre oldukça ilkel bir ırktık.
Su bazı yerlerde çok derinleşiyordu ve boyumuzu aşıyordu. Maviler suyun içinden rahatça geçerken biz zorlanıyorduk.
Kafamı kaldırıp baktığımda şehrin tam ortasında Merkez binası gözüküyordu. Aynı diğer evler gibi havada duruyordu ve ovaldi ancak 2 metre değil, 100 metre yukarıda gibiydi.
İnsanlar hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Bu tuhaftı. Beni en çok da Griler'in buraya saldırmamış olması şaşırtmıştı. Çünkü Sinekkuşları ile Maviler arasında sadece bir deniz vardı.
Birinin bize seslendiğini duyunca başımızı o tarafa çevirdim ve gördüğüm karşısında ağzım açık kaldı. Dev bir altıgene benzeyen altın renkli yapı, tüm ihtişamıyla havada süzülüyordu. Ve girişte bekleyen kişi de Fred'di.
Onun Sinekkuşları'nda olması gerekmiyor muydu?
"Jack... Oraya nasıl çıkacağız?"
"Hiçbir fikrim yok."
Fred'in güçlükle duyulan sesini işittim.
"Girişe yaklaşın, basamak kendi yükselir."
Dediğini yaptık ve girişim tam önünde durduk. Aniden üzerinde durduğumuz kısım hareketlendi ve bileklerimize kadar inmiş olan su ile birlikte havalandı.
Basamak bir süre sonra durdu. Altın renkli yapıya çıktıktan sonra basamak aşağı doğru inmeye başladı.
Fred bizi içeri soktu ve binayı incelemeye başladık. Binada en az birkaç yüz kişi vardı ve hepsinin melez olduğuna yemin edebilirdim."İyi de... Bu nasıl olur? Gizli çalışmanız gerekmiyor muydu? Ya sizi fark ederlerse?"
"Maviler Yıldızlar'ı seviyor. İkisi de safkanların ırkı çünkü. Bu sebeple, IBA'da seviliyor. Maviler bize çok yardımcı oldu. Bu yüzden, ana binamızın burada olmasına karar verdik."
Güldü ve devam etti.
"Öyle bakmayın bana. Burada gördüğünüz teknoloji Siyahlar ve Griler'inki yanında bir hiç."
Bir an yüzü gerildi.Jack sordu,
"Savaş konusunu ne yapacağız? Her yeri askerler basmış durumda."
"Şunu söylemek zorundayım ki IBA askeri bir birlik değil. Elbette askerlerimiz var ama yeterli sayıda değil. Griler kimseyi öldürmeyecek. Eğer birilerini öldürürlerse yakın bir süre içinde insanlık tarihten silinecektir.
Hiçbir şey yapmayacağız demiyorum, ben burada yönetici olsam da hala ordunun başındayım.
Siz ikinizi Siyahlar'a göndereceğim. Onları tarafımıza geçmeye ikna etmelisiniz. Ayrıca onlardan almanızı istediğim bir şey var. Başkan'ın yanına gidin. Ve dikkatli olun. Sizce neden Siyahlar yer altında yaşıyor? Orada bir şeyler olduğu belli."
Başımı sallayarak onayladım.
"Bugün dinlenin. Gece yola çıkmalısınız."Diğer melezler bizi odalarımıza götürdüler. Odadaki yatak da yere temas etmiyordu ve oda sular altında kalmış şehri görebileceğim bir yerdeydi.
Sular yükselmeye başladı ve bir anda evlerin boyutunda dalgalar ortaya çıktı. Sokaktaki insanlar hiçbir şey olmamış gibi suyun üzerinde beklerken, şaşkın gözlerle olanları izliyordum.
Yaşadıklarım, hiçte normal değildi.Yatağa uzandım ve tavanı seyretmeye başladım. Ne olduğunu anlayamadan gözlerim kapandı.
***************
Başkan, elindeki silahla, üzerine yaklaşmakta olan dev yaratığı nasıl yenebileceğini düşünüyordu.
Tetiği çekti ve yaratığa isabet eden kurşunların işe yaramasını umdu.Yaratık hiç etkilenmeden yanındaki adama saldırdı ve yüzüne bir pençe savurdu. Anında kaskatı kesilip yere düştü.
Başlan yutkundu ve tekrar ateş etti. Bir süre sonra yaratığın sersemlediğini fark etti. Yaratık gürültüyle yere devrildi. Uyuyor gibi görünüyordu. Temkinli adımlarla yaratığa yaklaştı. Kımıldamıyordu.
Silahlarındaki kurşun sadece sakinleştirici özelliğe sahipti ama neden?
Sınırdaki kapıya vurdu.
"Yardım edin! Bir kişi yaralı!"
Kapı açıldı ve askerler dışarı çıktı. Yaratığı bir sedyeye alıp içeri götürdüler.
Bir başka asker ise yerdeki adamın nabzına bakmak için eğildi.
"Ölmüş! Ormanın derinliklerine atın."
Üzerine bir aygıt yerleştirdiler ve ormana götürmeye başladılar.
Başkan, adamın öldüğüne inanamıyordu. Yaratık sadece pençe atmıştı.Hepsi içeri alındı ve dinlenebilmeleri için odalarına geçtiler.
Bu işte bir terslik olduğunu sezebiliyordu Başkan. Neden sınıra birkaç kişi dikmişlerdi ki? Ve neden o yaratığı almışlardı.Sorularını cevapsız bırakmamak için komutanın yanına gitmeye karar verdi.
Komutanın odasına girdi.
İçeride kimse yoktu.
Ancak bir ekranda bir görüntü vardı. Ormanda kaybolmuş bir adam.
Yüzünde pençe izi vardı.
Adam ölmediği halde ormana atılmıştı!Bir başka ekranda da yaratığın bulunduğu oda gösteriliyordu. Sedyeye bağlanmış hayvanın etrafında Griler'den olduğu belli olan birkaç kişi vardı ve yaratığı inceliyorlardı.
Bütün olanlar bir deneydi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızıl Safkan
Science FictionGeriye sadece 10.000 civarında insan kalmıştı . Daha fazla insanın ölmesini engellemek için , insanları özelliklerine ve mutasyon geçirdikten sonra kazandıkları yeteneklere göre 'ırklara' ayırdılar . Hem Sinekkuşları , hem Maviler , hem de Siyahlar...