-1-

18.3K 1K 152
                                    

Cem Bey'in evinde Kasım'ın ikinci günü hep buruk geçerdi. Pencereler daima kapalı, storlar inik olurdu. Televizyon açılmaz, gazete alınmazdı. Gündeme dair ne varsa unutulur, tüm bu sessizliğin ve kasvetin ortasına küçük bir sofra kurulurdu. Cam vazoya yerleştirilmiş rengarenk krizantemler, o günün şerefine serilmiş beyaz tül masa örtüsünün üstündeki yerini alırdı. Masa; karşılıklı konulmuş iki tabak, çatal bıçaklar, iki kadeh ve ağırlıklı olarak zeytinyağlılardan oluşan yemeklerle tamamlanırdı. Cem Bey'in evi kızlarının deyimiyle "zamanın durduğu yerdi".

Sekiz yıldır en ufak değişikliğin uğramadığı salon bir 2 Kasım'a daha ev sahipliği yapmak üzere hazırlanıyordu. Beyaz masa örtüsü, krizantemler, porselen tabaklar ve zeytinyağlılar masanın üzerine özenle yerleştirilmişti. Televizyon ve storlar kim bilir ne zamana kadar açılmamak üzere sımsıkı kapatılmıştı. Cem Bey şarap şişesi masadaki yerini aldıktan sonra hazırlıkların tamamlandığına kanaat getirdi. Sandalyesini geriye çekmiş oturmak üzereyken çalan telefonla birlikte adımlarını fiskosa yönlendirdi.

"Alo?" dedi yumuşak bir sesle ahizeye doğru.

"Babacım cep telefonun kapalıydı yine." dedi telefonun diğer ucundan küçük kızı Asya. Ses tonunda hafif bir sitem vardı. Cep telefonunun kapalı olması aralarında sık sık tartışma konusu olduğundan adam sebebini buna bağladı.

"Şarj etmeyi unutuyorum hep." Böyle durumlarda arkasına sığındığı bahane buydu. "Alışamadım bir türlü."

"Neyse babacım, ben aslında yarın gelemeyeceğimi söylemek için aramıştım seni."

Bu cümle aralarına kısa süreli bir sessizlik çökmesine sebep oldu. Asya babasının bir şeyler söylemesini, adam da kızının devam etmesini bekledi. Rahatsız edici sessizliğe dayanamayan ve söyleyeceği her şeyi bir çırpıda söyleyip bitirmek isteyen kız devam etti.

"Haftaya vizelerim başlıyor, eğer gelirsem hiç çalışamayacağım. Lütfen kusura bakma. Seni yalnız bırakmayı hiç istemiyorum ama cidden çalışmam lazım."

"Önemli değil canım." dedi adam hissettiklerine tamamen zıt güçlü bir ses tonuyla. Hattın öbür ucunda kızının derin bir nefes aldığını duydu ve bir şekilde onun üzgün olduğunu hissetti. Daha neşeli ve enerjik bir ses tonu seçmeye çalıştı. "Sen sınavlarına çalış, önceliğinin bu olması gerekir zaten. Hem yalnız kalmayacağım ki, ablan var."

"Eee..." dedi kız tereddütlü bir sesle. Bir şeyi söyleyip söylememeye karar vermeye çalışıyormuş gibiydi. "Ablam da gelemeyecek baba. Hamileliğinin son dönemleri biraz sıkıntılı geçiyor, biliyorsun. Bu aralar pek dışarı çıkamıyor."

Büyük kızı Evrim için endişelenen adam araya girdi: "Benim bilmediğim bir şey yok değil mi?"

"Hayır hayır, merak etme." dedi kız aceleyle. Adam acelesinin sebebinin kendisini daha fazla endişelendirmemek mi yoksa başka bir şey mi olduğunu düşünürken devam etti. "Sadece biraz dinlenmesi lazım... Çok üzgün olduğunu ve bunu mutlaka telafi edeceğini söylememi istedi."

"Peki." dedikten sonra ne diyeceğini bilemeyerek sustu. Sonra da hiç istememesine rağmen kendini şunları söylerken buldu: "Ama bugün annenizin ölüm yıl dönümü. Yarın beraber onu ziyarete gideriz diye düşünmüştüm."

"Biliyorum baba, özür dilerim. Özür dileriz."

Öncekilerden daha kısa bir sessizlik daha oldu ve ardından baba kız vedalaşıp telefonu kapattılar.

Ahizeyi yerine koyduktan sonra Cem Bey içini kaplayan boşluk duygusuna engel olamayarak kadehini doldurdu. Gözleri eşi için getirdiği kadehe takılınca kararsız bir ifadeyle şişeyi tekrar eline aldı. Fazladan tabak ve bardağı eşinin hatırasını onurlandırmak için getirirdi. Bu nedenle genelde boş bırakırdı ama bugün, her zamankinden yalnız hissettiği bugün, Ceylin Hanım'ın varlığına her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyordu. Kadehi dikkatlice doldurduktan sonra tabaklara servis yaptı ve masadaki yerini aldı. Kadehi elinde hafifçe oynattı, çatalını önündeki yemeğe daldırdı. Ağzına attığı lokmayı evirip çevirip yutmaya çalıştı ama yapamadı. Şarabın da faydası olmadı. Lokma gittikçe büyüyordu sanki. En sonunda yutmayı başardığında gözlerinin dolduğunu hissetti. Bakışlarını eşinin olması gereken yere doğrultup kadehini ve çatalını bıraktı.

"Sana nasıl aşık olduğumu hiç anlatmamıştım, değil mi?" diye sordu, dudakları gülümsemenin eşiğindeymiş gibi titrerken. Ceylin Hanım'ın söylediklerini duymasının imkansız olduğunu biliyordu ama ona anlatma ihtiyacı duyuyordu. Cem Bey'in pişmanlıkları, çoğunluğun aksine, söylemedikleri ve yapmadıkları üzerineydi.

Derin bir nefes alıp hikayesini anlatmaya başladı.

"Üniversitenin son senesinde oda arkadaşınla kavga edip ayrı eve çıkmaya karar vermiştin hani. Küçük, güzel bir ev bulmuştuk. Taşınmana yardım etmem için beni ikna etmeyi başarmıştın, zaten baba istediğin her şeyi bir şekilde yaptırırdın. Odanın perdesini takarken ayağın kaymıştı ve camdan aşağı düşmüştün. Sana bir şey olacak korkusuyla ben de peşinden atlamıştım. Allah'tan ev birinci kattaydı da ciddi bir sakatlık olmamıştı. Yalnızca senin kolun kırılmıştı, bunun için acil servise gitmemiz gerekmişti. Ben endişeyle beklerken sen içeriden gülerek çıkmıştın. Alçıya alınmış kolunu yukarı kaldırıp 'Ucuz atlattık!' demiştin."

Göğüs kafesini ezen acıya daha fazla dayanamayarak bir hıçkırık koyuverdi. Kızlarının yokluğuyla iyice derinleşen boşluk duygusu karısının boş sandalyesine baktıkça içini oyuyordu. Dolu kadeh ve tabak o boşluğu doldurmaya yetmiyordu. Gözyaşlarının arasından güçlükle de olsa konuştu.

"İste ben o gün orada, acil servisin dışında, o gülümsemeye ve o cümleye aşık oldum."

Hikayesini tamamlamış olmasına rağmen yarım kalmış gibi hissediyordu. Cebinden çıkardığı mendille gözyaşlarını kurulurken çalınan kapı zili konuk beklemediği için şaşırmasına sebep oldu. Bugünün Ceylin Hanım'a ait olduğunu, zamanın Cem Bey için sekiz yıl önce bugün donduğunu herkes bilirdi. Öyleyse gelen kim olabilirdi?

***
Evet, yeni bir hikayeyle birlikteyiz. Önceden bitirdiğim kısacık bir hikaye Sevgili Cem Bey. Sizinle paylaşmayı da uzun zamandır istiyordum. Umarım seversiniz :)

Sevgili Cem BeyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin