Bugünlerde yine çok fazla hayal kuruyorum ve bu hayallerin çoğunluğu Kore ile alakalı oluyor. Kendime ne kadar kızsam da bu hayalimden vazgeçemiyorum. Bir gün mutlaka oraya gideceğim diyorum kendime. Bu akşam yine böyle hayaller kurup uykuya daldım. Çok fazla düşündüğümden olacak ki rüyalarıma bile girdi bu Kore olayı. Ama nedense çok gerçekçiydi her şey. Uyandığımda hala rüyanın etkisinden çıkamamıştım.
***
Bir iki metre yükseklikten yere düşmüştüm daha ben ne olduğunu anlayamadan kulağımın zarını patlatacak biçimde bir çığlık sesiyle irkildim. Bir yandan nerede olduğumu anlamaya çalışırken bir yandan da sesin geldiği yere baktım. Çok şaşırdım. Bu hayranı olduğum Koreli oyuncu Ji Chank Wook' tu. Yok artık dedim ama inanamıyorum!!! Ben ki Korece öğrenmeyi çok istememe rağmen Korece isimleri bile telaffuz edemiyorken şu anda Korece konuştum. Evet, şu an Korece yok artık dedim. Ji Chank Wook ismini telaffuz edemediğim için Cihan diyen ben şu an Korece konuştum. Bu bir rüya olmalı. Evet bu bir rüya dedim. Ji Chank Wook "Sen kimsin, evime nasıl girdin" dedi. Ona anlattım, rüya görüyorum dedim ama yok adam şok geçirmiş gibiydi. Ne dersem diyeyim bana inanmıyordu. Tabi o da haklı rüya bile olsa sabahın altısında salonunun ortasında pijamalı yabancı bir kız.
Onu bir türlü sakinleştiremiyordum. Ne dediysem inandıramadım. Beni polise verecekti. Polisi ararken son anda elinden telefonu kaptım. Bu hiçte kolay olmamıştı. Sonrasında kaçtım, evin içinde önüme gelen ilk odaya girdim ve anahtarla kapıyı kilitledim. Ji Chank Wook kapıyı açmaya çalışıyor bir yandan da bağırıyordu. Of kapana kısılmış gibiydim. Şimdi ne yapacaktım? Odanın içinden hala ona bunun benim rüyam olduğunu anlatmaya çalışıyordum. "Ne kadar saçma bir bahane bu. İstersen biraz daha yaratıcı ol. Söyle kim, neden gönderdi seni buraya. Beni kandıramazsın. Hemen gerçeği anlat." dedi. Haklıydı. İçimden gerçekten de ne saçma bir rüya dedim. Ona kapıda neredeyse yarım saat dil döktüm. Sonra bir ara sessizlik oldu. Sanki kapının arkasından gitmişti. Tam kilidi açacaktım ki sonra beni kandırdığını hissettim. Kapıyı açmaktan vazgeçtim. Arkamı döndüm. Burası yatak odasıydı. Şu an onun odasındaydım. Etrafı iyice dolaştım. Yatağın başucundaki saat 7.00'ı gösteriyordu. Bu çok garipti. Saatin yanındaki çerçeve dikkatimi çekti. Elime alıp fotoğrafa bakıyordum o anda kapıdan kilit sesi geldi arkasında anahtar vardı ama kapıyı açmıştı. O anki şaşkınlığımla elimdeki fotoğraf çerçevesini yere düşürdüm. Bana doğru geliyordu. Bense düşürdüğüm çerçeveyi toplamaya çalışıyordum. Beni tutup sarsmasıyla elimi kestim. Bana hala kim olduğumu soruyordu. Anlaşılan onu ikna edememiştim. Ona o an çok sinirlendim neredeyse bir saattir aynı şeyi tekrarlamaktan sıkılmıştım. Sonunda dayanamayıp ona "yeter" diye bağırdım. Kendime şu an inanamadım. Hayranı olduğum adama bağırmıştım. Sanırım sinirim bağırmama rağmen geçmemişti ki ağzımdan kelimeler kendiliğinden gelmişti. "Yeter ya iki saattir aynı şeyi anlatıyorum. Gerçek olmasa bu kadar ısrar etmem herhalde değil mi? Neden bana inanmak istemiyorsan artık." Bu söylediklerimden sonra bir sessizlik oldu bana inanmış olmalıydı. Böyle dikilirken elimde bir acı hissetmiştim. Doğru onun yüzünden elimi kesmiştim. Küçük bir çizikti ama neden bu kadar acımıştı? Elimdeki kanı görünce telaşlandı. Beni salona çıkardıktan sonra içeriden ilkyardım çantası getirdi. Elimi temizleyip yarabandı sardı. Onu bu sayede daha yakından izlemiş oldum. Ona yakından bakınca yüzünün ne kadar mükemmel olduğunu gördüm. Bana seslenmesiyle irkildim. Kim olduğumu ve sakince her şeyi yeniden anlatmamı söyledi.
Saatlerce aynı şeyi tekrarladığımdan olacak ki artık kendimi bir papağan gibi hissetmeye başlamıştım. "Tamam ama bu son!!! Gerçekten aynı şeyleri söylemekten sıkıldım. Ben Türkiye de yaşayan sıradan bir Türk kızıyım. Adım Ceylan. Sana anlattığım gibi en son yatağıma yatıp uyumuştum. Giydiğim gecelikten de anlaşılabilir öyle değil mi? Bu benim gördüğüm bir rüya işte. Yoksa nasıl böyle Korece konuşabilirim ve buraya nasıl gelebilirim? Bunun başka bir açıklaması olamaz yani değil mi?" benim söylediklerime inanmışa benziyordu derken tekrar başa döndük. "O zaman benim hayatımda ne işin var? Ben niye rüyada değilim şu an? Nasıl olur bu..." Sorduğu soruların ardı arkası kesilmemişti. Benden tık yok. (Ama yani daha neyi anlatayım.) O da sıkılmış olacak ki istemese de bunun rüya olduğunu kabul etti. Bana çekime gideceğini söyledi. Evde bırakamayacağına göre beni de yanında götürmek zorunda kaldı. O ne kadar rahatsızsa bu durumdan ben de o kadar hoşnuttum. Ama yanında gecelikli bir kızı nasıl götürecekti? Odasının yanındaki odaya girdik. Burası bir kızın odasıydı. Kız arkadaşının odası olduğunu düşündüm. Bana "kız arkadaşımla aynı evde kalsak odalarımızı ayırmazdık herhalde. Nasıl bir mantığın var daha çözemedim. " dedi. Belki de haklıydı. Mantıken aynı evde kalabiliyorlarsa odalar da bir olmalıydı. Kız arkadaşının değilse o zaman kız kardeşinindir derken dolaptan rastgele bir elbise seçip bana attı. Sonrada odadan çıktı. Bırakıp gider diye hemen giyinip ona yetiştim. Ama o mutfaktaydı ben giyinirken kahvaltı hazırlamış. İyi hoş ama bunlar ne demekten kendimi alamadım. İzlediğim Kore dizilerinden görüp merak etmiştim yemeklerini ama şu an hiçbirini yiyemedim. Tatlarını anlayamadım gerçi ama neyse ki kurabiye vardı onlardan yedim. En azından aç kalmamış oldum. Kahvaltıyı bitirdikten sonra çıktık. Bana sette hiç konuşmamamı kenarda oturup sessizce beklememi söyledi. Bende sadece onu takip ettim. Sete vardığımızda saat 10.00 dı rüyaya geleli dört saat olmuştu. Sette onu izlerken ona bir kat daha hayran olmuştum. Oyunculuğu harikaydı. Bunu zaten biliyordum ama canlı canlı izleyince buna emin oldum. Ona hayran olmamak elde değildi. Saate baktığımda şok oldum saat 2.00 dı neredeyse dört saat boyunca sadece onu izlemiştim. Onu izlerken zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Çekime hala devam ediyorlardı. Sonra yönetmen olsa gerek yarım saat yemek arası verdi. Yemek demişken gerçekten çok açıkmışım. Ji Chank Wook benim yanıma gelmedi hiç yokmuşum gibi davrandı. Bu durumu çok garipsedim oysaki biraz önce her şey güzeldi. Birlikte kahvaltı bile etmiştik. Yavaştan yanına gitmeye hazırlandım ona doğru yürümeye başladım o da benim yanına geldiğimi gördü. Arkadaşlarından uzağa gitti. Yanına gidince " Sen hala burada mısın" dedi. Ne bekliyordu ki nereye gidecektim acaba? Bu lafı beni çok üzdü. Arkasından daha ağırını söyleyeceği aklıma gelmezdi ama " Lavaboya gidiyorum geldiğimde mümkünse yok ol." dedi. O an şok oldum arkasından o sinirle gittim. Elbette birkaç kelime de ben söylemeliydim. Arkasından " Sen kendini ne sandın mecburiyetten burada..." sözümü tamamlayamadan gözlerimi açtım. Evet, saati 8.30' a kurmuştum alarm sesiyle rüyadan uyandım. Şu anda kendi odamdaydım. Rüyanın yarım kalıp ona cevap veremediğim için çok sinir oldum. Yapacak bir şey yok. Yataktan kalkıp yüzümü yıkamaya gittim. Lavaboda yüzüme su çarpıp kafamı kaldırıp aynada kendimi görünce küçük bir şok geçirdim. Bu bu bu nasıl olur? Şu an şoktayım üzerimdeki elbise Ji Chank Wook'un bana verdiği elbise. Üzerimde ne işi var? Sonra elimdeki yara bandını gördüm. Elim gerçekten kesilmiş mi diye kontrol ettim. Bastırınca gerçekten acıdı. İşte o an anladım bu bir rüya değildi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Ötesindeki Hayat (Kitap Oldu)
Fanfiction*** Yalnızlıktan ve sıradanlıktan hayal kurarak kurtulan bir kızın hikayesi bu. Yalnızlıkla birlikte monotonlaşan bir hayatın sıradanlığını bozan bir hayalin hikayesi aslında. Gerçeklikten uzakta tamamen hayal ürünü bir kurgu. Hayaller mi daha...