two

402 31 43
                                    


Dersler birbirini kovalıyor ve yemekhaneye gitme zamanı geliyor. Ses çıkarmadan dudaklarımı birbirine bastırıyorum ve lacivert uzun kollu,ince tişörtümün bilek kısımlarını aşağı çekerek parmaklarıma kadar indiriyorum. Hızlı hızlı yemekhaneye gidip bir tabldot tabağı alarak sıraya geçiyorum,omzuma asılı çantamın üstüne örttüğüm kalın yünlü hırkam düşmesin diye yavaş hareket ediyorum ve kimseye dokunmuyorum. Enfeksiyon kapmışım gibi herkes de benden uzak duruyor zaten. Tabldotuma yemek dolduran orta yaşlı kadın bile benden gözlerini kaçırıyor. Annem güzel olduğumu söylerdi oysa,anlamıyorum neden insanların siyah diye bir şeyden uzak durduğunu. Siyah da pek temiz olabilir.

Tabldot tabağımı alarak biraz yemekhanede gözlerimi gezdiriyorum ve tek boş masanın dışarıda olduğunu farkediyorum. Sonbaharda dışarısı mı?En sevdiğim.

Küçük adımlarla dışarı çıkıyorum ve bir esinti sırtımdan girerek tüylerimi diken diken ediyor. Yavaşça yaklaşıp açık renk ahşaptan yapılmış masaya tabağımı bırakıyorum ve çantamı çıkararak yanıma koyuyorum,yayılmıyorum çünkü rahat olmak istediğim en son şey bile olmayabilir. Plastik çatal ve bıçaklarımı alıp yavaşça beyaz plastik çatalı patateslerime batırıyorum ve biraz oyalandıktan sonra ağzıma atıyorum.

Yaklaşık on dakika böyle oyalanarak yemeğimi yedikten sonra kafamı kaldırıp esen rüzgar yüzümü okşarken ileriye bakıyorum,okulun bahçesine. Kırmızı ve altın rengi yapraklar yerlere dökülmüş,esen rüzgarla küçük kasırgalar çıkararak havada dans ederek dönüyorlar. Sonbahar bu yüzden en sevdiğim mevsimdir ya,soğuk bir mevsim olmasına rağmen renkleri sıcak,davranışları cana yakındır. Rüzgarla dans eden ve olabildiğince rengarenk olan yaprakları başka hangi mevsimde görebilirsiniz ki?

"Aaaa,şey,oturabilir miyim?"

İrkilerek kafamı sesin geldiği yöne çevirdiğimde elinde tabldot tepsisiyle yanımda dikilen Pietro'yu görüyorum. Çok şaşırdığımı yüz ifademden bile kolayca anlamış olacak ki bir iki adım geriliyor. "Yalnız oturmayı tercih ediyorsan gidebilirim,sorun olmaz. Pembe sürtüklerin ve onları etkilemeye çalışan mavi erkek orospularının yanına oturacağımı sanan varsa,çok beklerler."dediğinde şaşkınlığımı üstümden atarak "Sorun yok,oturabilirsin."diyorum sessizce ve tabağımı ve çantamı çekerek oturması için yer açıyorum. Tabağını bırakıp oturuyor o da ve plastik çatalıyla bıçağını çıkarıyor fakat benden uzakta oturmayı tercih etmiyor,aksine yakınımda duruyor epeyi. Dik duran omuzlarından ve sporcu olduğunu belli eden siyah tişörtünün dizginleyemediği kollarından onun özgüveni yüksek biri olduğunu kolayca anlıyorum,yemeğimi yemeye devam ederken çok garipsiyorum yanımda oturmasını. "Adın nedir?"derken ağzına plastik çatalı batırdığı patateslerinden birini atıyor. Buna daha çok şaşırıyorum,bu okul benden ilk geldiğim gün nefret etmeyi başarabilmiş çocuklarla kaynarken bu yeni oğlan bana bir de ismimin ne olduğunu soruyor,beni önemser gibi görünüyor. Kıvırcık saçlarımı arkaya atarken dudaklarımı birbirine bastırıp ağzıma attığım patatesleri boğazımdan aşağı yolluyorum ve güven eksikliğim nedeniyle gözlerine bile bakamadan çatalımla oynuyorum. "Mace. Mace Thompson."diye mırıldanıyorum ve ağzıma bir parça daha patates atıyorum. Sakız gibi çiğnenen iğrenç pişirilmiş bir patates bu,lastik gibi. Hafif bir kıkırtısı duyuluyor. "Harika bir isim."derken ağzı lastik gibi olmasından şikayet etmediği patatesle dolu olduğu için sesi boğuk çıkıyor. Bir süre ikimiz de konuşmuyoruz,enerjisi sönmüş gibi bir sesle konuşmaya başlıyor o bu sefer:

"Mace,insanlar neden seni garipsiyor?"derken boğazıma dizilen lokmaların çetelesi de aklımdan gidiyor. Yutkunuyorum,boğazımdan geçen lokmaların takılışını hissediyorum ama hâlâ nefes almamı engelleyen bir yumru orada oturuyor. Elimdeki çatalı bırakıp biraz doğruluyorum ve utangaç gözlerimigümüşi gözlerine dikiyorum Pietro'nun. "Bu sorunun cevabını sen de biliyorsun."diye mırıldanıyorum ve kafamı çevirerek okul bahçesinde dönen yapraklara tekrar bakıyorum. "Hayır! Bilsem sorar mıydım? Söyle bana,neden sana tuhaf davranıyorlar?"derken omzuma elini koyuyor,işte bu başıma gelen en tuhaf şey oluyor o gün içinde. Biri bana arkadaşça dokunuyor,yeni geldiğim,bembeyaz bir okulda. Gözlerimi tekrar Pietro'ya çeviriyorum,kömür karası olan gözlerimin yaşlarla kaplandığını görünce büyük bir pişmanlık yayılıyor yüzüne. "Siyahi olduğum için."diye fısıldayarak çantamı ve hırkamı kaparak kalkıyorum,Pietro beni durdurmak için arkamdan sesleniyor ama onu dinlemeyip Y sınıfına matematik dersim için giderken bir yandan da sessizce ağlıyorum.

Dersler bittikten sonra eve doğru yürüyorum,rüzgar yumuşakça eserek ağlamama üzülmüş gibi davranıyor,gözlerimi siliyorum ve hırkam düşmesin diye çantama iyice sarıyorum. Omzumdan kayan çantamı sürekli düzeltirken spor ayakkabılarımın içinde kıpırdayan parmaklarım sızlıyorlar. Bugün de eve ağlayarak döneceğim için kendime lanet ediyorum,annemi ve babamı daha fazla üzmeye katlanamıyorum. Ailede tek kömür ben olduğum için diğer pamuklara sarılmaya korkmam oldukça normal,ama ailem benim herkesten daha temiz olduğum konusunda gereksiz bir şekilde hem fikir olduğu için beni çok umursuyorlar. Yanaklarımı biraz daha silerken arkamda etrafta bahçesini sulayan ve köpeklerini gezdiren beyaz kıyafetli ve beyaz tenli insanlar görüyorum,kimse esmer bile değil. Titrek bir nefes alırken arkamda hızlı hızlı yürüyen adım sesleri duyuyorum. Arkama döndüğümde hiç kimseyi göremiyorum,kaşlarım çatılırken saçlarımı yüzümden geriye itiyorum. Gerçekten de kimse yok. İyice paranoyaklaştığımı düşünerek ses çıkarmıyorum ve yürümeye devam ediyorum.

Eve geldiğimde bahçe kapısını açıyorum,kırmızı beyaz demirlerimiz yeni boyanmış olduğu için elime biraz boya bulaşıyor. Lacivert tişörtümün kollarıyla son kez gözlerimi silerek kendime geliyorum ve evimize doğru giden kısa patikadan geçerek kapının ziline basıyorum. "Kim ooooooooo?"diye bağıran küçük erkek kardeşim Ed'in sesini duyunca gülümsüyorum hafifçe. "Beniiiiim,Mace!"diye seslendiğimde zorla kapıyı açıyor,elleri ve yüzü boya olmuş halde bana bakıyor. Kıkırdıyorum ve üstüme atladığında onu kucağıma kaldırarak kapıyı kalçamla açarak içeri giriyorum.

"Kim gelmiş Ed?"diye seslenen annemi duyduğumda kapıyı yine kalçamla kapatıp kucağımdaki Ed'le beraber ayakkabılarımı çıkararak içeri giriyorum. "Benim anne."diye seslenirken annem hızla mutfaktan başını uzatıyor. "Hoş geldin,bebeğim!"derken gülümseyerek bana doğru geliyor. Ben de gülümsüyorum ve her yeri boya olmuş Ed'i bırakmadan annemin yanağına bir öpücük konduruyorum. "Nasıldı günün,pamuk şekerim?"diye gülümserken birden gelen 'ding' sesiyle mutfağa geri dönüyor. Ed kucağımdan atlayıp üst kata koşarken annemin yanına geliyorum ve çantamı omzumdan çıkarıp mutfak masasına koyduktan sonra oturuyorum sandalyelerden birine. "Normaldi işte."derken dirseğimi masaya dayayıp çenemi avcuma bastırıyorum ve camdan dışarı bakıyorum. Annem ise o sırada fırından çıkardığı lazanyayı tezgaha bırakarak yanıma gelmiş oluyor,fırın eldivenlerini çıkarıp iç çekiyor ve kabarık saçlarımı okşuyor. "Çok mu normaldi?Hiç kimseyle mi konuşmadın bebeğim?"derken omzumu biraz sıvazlıyor,ben de ona doğru dönüyorum. Pietro'dan bahsedip bahsetmemek konusunda kararsızım,hafifçe gülüyorum. "Müdürden ders programını istemek konuşmak sayılıyor,değil mi?"derken annem içi burkulsa da gözlerini deviriyor ve dil çıkarıp tezgaha geri ilerliyor. Lazanya tepsisini buz dolabına yerleştirirken ben kalkıyorum ve çantamla hırkamı alıyorum. "Odama çıkabilir miyim?"diye sorarken nefes verip başını evet anlamında sallıyor,ben de ses çıkarmadan merdivenleri tırmanıyorum.

Odama giderken ablamın telefonla konuştuğunu görüp kısa bir bakış atıyorum ona,gülümsüyor ve bir öpücük atıyor bana. Yanağımı uzatıp yakalayarak yapıştırmış gibi yapıyorum ve ben de bir tane atıyorum. O da yakalamış gibi yaparak kalbine değdiriyor yumruğunu. Kıkırdayarak odamın kapısını açıyorum ve giriyorum.

Perdem hafif esen rüzgarla uçuşuyor,açık mavi duvarlarım çok saf gözüküyor gözüme. Çantamı yere umursamazca bırakarak yatağıma atlıyorum ve kollarımı iki yanlara açarak tavana bakıyorum. İç çekerek göğsümü şişiriyorum ve birkaç dakika sonra doğrularak hâlâ kasetle müzik dinlediğim için masamda duran teype kasedi takarak çalıştırıyorum ve yatağıma tekrar yatarak cama doğru dönüyorum ve kıvrılarak dışarıyı izliyorum.

İç çekiyorum. Hayat çok zor.

sana da bölüm atayım koca yürekli rue

(bakınız: kendi kendine gelin güvey olan ve üç kitaba gecenin köründe bölüm atan, karakterini oyuncusu yüzünden rue diye seven yazar tiplemesi)

hunger games seven varsa beraber ağlaşabiliriz (sen hariç karpuz, seninle daha önce ağlaştık tm mı)

black&white • pietro maximoffHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin