eight

296 26 8
                                    


Her yerimiz sarılı olduğu için yine en arkadaki bagaj gibi olan koltukta oturuyoruz, Pietro parmaklarının arasında tuttuğu çizgi romanın üstünde kararsız bir ritim çalıyor. Herkes sessiz, aynı benim gibi. Sarılmış kafamda düzgün durmayan kabarık saçlarım boynumu gıdıklamasına rağmen onları çekmeye tenezzül etmiyorum. Ed uyuyor. Annem araba kullanıyor ve Pietro kafası öne eğik, çizgi romanın üstünde bir ritim tutturmuş oturuyor. Ben ne yapıyorum bilmiyorum, öylece oturup boş boş ellerime bakıyorum herhalde. Araba ilerlemeye devam ederken omzumda bir şey hissediyorum. Hafifçe sağ tarafıma baktığımda bunun beyaz saçlı bir baş olduğunu anlıyorum.

Bizi kimse görmüyor, göremez o an. O yüzden ses çıkarmadan ben de başımı onunkine yaslıyorum ve gözlerimi kapatmadan önce onu inceliyorum. Patlamış grimsileşen kaşları, burnunun altındaki kurumuş kan kırmızısı, patlamış dudağının kenarında oluşan koyu kahverengi kabuk ve masmavi gözleriyle bu halde bile ne kadar güzel göründüğünü fark ettiğimde dudağımın sol kenarında titrek bir kıvrım oluşuyor ve gözlerimi kapatıyorum. İkimiz de konuşmuyoruz, ben sessizce titrek bir nefes alıyorum. Onu seviyorum, bunun adını koyamıyorum ama o olmadan yapamayacak olduğumu biliyorum. Kolumu uzatıp onu biraz kendime çekiyorum ve yarı yarıya, usulca ona sarılıyorum. Beni bırakmasını istemiyorum, onu bırakmak istemiyorum. Onu, sevgimi kelimelere dökemeyecek kadar çok ama ruhunun güzelliği karşısında fazla yetersiz şekilde seviyorum.

Araba durduğunda gözlerimi kırpıştırarak Pietro'ya bakıyorum, kafasını omzumdan çektiği için ben de kolumu kendime geri veriyorum.

Sürünerek kasanın kapısını açmaya gidiyorum ve kapıyı açarak iterken yüzüme çarpan soğuk ka havasıyla irkilip titriyorum. Annem yeni taşınmış olmamıza rağmen çoğu kişinin evini bildiği için direkt olarak bizi onun evinin önüne getirmiş. Arabanın kapısının kapanma sesi geliyor ve annem bagajın açıp kapılarını tutarak Pietro'yu süzüyor. "Yürüyebilir misin? Başın çok ağrıyor mu,tatlım?"diye sorarken kendi oğluymuşçasına güzel bir şevkat var sesinde. Pietro da benim yanıma gelip topladığı çantasını omzuna asıyor ve sarılı kafasının çarpmamaya dikkat ederek iniyor arabadan. "Teşekkür ederim, Bayan Thompson. Gerçekten, çok teşekkür ederim. Bunların hiçbirini yapmanıza gerek yoktu, ben kendim de gidebilirdim eve." Annem gözlerini gizlice devirip Pietro'nun koluna giriyor ve bagajın tek kapısını ben üşümeyeyim diye kapatıyor. Pietro bana bakıp hafifçe gülümsüyor ve el sallıyor. "Sonra görüşürüz, Mace."dediğinde her şeye rağmen, ben de gülümsüyorum. "Sonra görüşürüz, Pietro."

Annem ve Pietro türlü zorluklarla karın içinde evin önüne giderken kapıya tutunup ikisine bakıyorum, daha çok Pietro'ya.

Zil çalındıktan kısa bir süre sonra Wanda açıyor kapıyı, yine aynı yorgunluğu var üstünde bunu ben bile hissedebiliyorum. Sonra arkasından yaşlı bir kadın geliyor, annem sakinlikle tüm olayları açıkladıktan sonra Wanda ve yaşlı kadın minnettarlıkla anneme teşekkür ediyorlar, kadının gözleri yaşlı. Pietro kardeşine tutunduktan sonra annem geri geri giderken hafif gülümsüyor ve el sallıyor, yaşlı kadın tekrar tekrar teşekkür ediyor ve içeri giriyorlar.

Bagajın kapısını annem gelirken kapatıp tekrar geriye sürünüyorum ve omzuma sinmiş kanla karışık şekerli kokuyu içime çekiyorum.

Annem bindiğinde tekrar arabayı çalıştırıyor ve gülümsediği sesinden anlaşılır bir sesle "Bu çocuğu sevdim."diyor.

Ah,benden daha çok sevemezsin demeyi öyle isterdim ki çocuksu bir neşeyle!

"Ben de."dediğimde kıkırdıyoruz ve kafamı geriye yaslayıp sessizce gülümseyerek gözlerimi kapatıyorum. Eve ne zaman geldiğimizi anlamıyorum bile, annem seslendiğinde hemen çantamı yerden aldıktan sonra omzuma asıp bagajın kapısından çıkarak kapatıyorum. Annem de indiği için elimde tuttuğum bereyi sıkıca kavrayıp arka koltuğun kapısını kaydırarak açıyor ve Ed'i kucaklayıp kafasına kocaman beremi geçiriyorum. Kar havasının soğuğundan çok üşümüş olacak ki küçük ellerini boynuma dolayarak bana sokuluyor biraz kaşlarını mızmızlıkla çatıp.

Hava kararmak üzere olduğu için babamın geldiğinden eminiz, annem ses etmeden seke seke kapının önüne gidiyor ve zili çalıyor. Bir patırtı alıyor evin içini ama ne patırtı. En sonunda babam kapıyı açtığında tek gözüm kapalı halde ona bakıyorum, annem ise dudaklarını birbirine bastırarak ince bir çizgi haline getiriyor. Bir süre babam ikimize ve kucağımda uyuyan Ed'e baktıktan sonra güçlü kollarıyla ikimizi de içeri çekiyor.

Siyah kar botlarımı ayaklarımı birbirine sürtüp itekleyerek çıkardıktan sonra yavaşça tekli koltuklardan birine Ed'i bırakıyorum ve kenarı attığı Kaptan Amerika oyuncaklarından birini küçük ellerine veriyorum. Hemen onu kendine çekip sarılırken büzülüyor ve uyumaya devam ediyor.

Başım ve diğer tüm vücut parçalarım deli gibi ağrıdığından gözlerimi biraz kısıp yutkunuyorum ve arkamı dönüp babama bakıyorum. "Dayak yedim. Daha doğrusu yedik."dedikten sonra derin bir nefes alıp dudaklarımı birbirine sürtüyorum, kuruluklarını almak için. Babam derin bir nefes aldıktan sonra saçlarını avcuyla karıştırıyor. Ses çıkarmadan bir süre ikisine baktıktan sonra yanlarına geliyorum, bunu yapmamla ikisi de beni sıkıca kendilerine çekip sarılıyorlar.

Nedense normalde bu anda hıçkıra hıçkıra ağlamam gerekiyor ama ağlamıyorum, onlara sıkıca sarılıp gözlerimi yumuyorum. Canım acıyor, hem fiziksel hem manevi açıdan. Ama içimde tuhaf bir his var, sanki her şeye ışık tutuyor, elindeki feneri neşeyle sallıyor. Buz tutmuş kapkara, taştan kalbimin etrafındaki sert siyah kayaları kırarak ona gerçek bir kalp şekli vermek için oraya gelmiş, inceliyor elindeki fenerle beni aydınlatarak. O inceleyen yegane kişinin Pietro Maximoff'tan başkası olmadığı epey açık, ailemin desteğinden başka bir sevgiye maruz kalmamış oluşumla birleşince onunla daha çok vakit geçirmek için her şeyi yapabilecek bir pozisyona geliyorum ama hâlâ en ön planda bana değer veren ailem var.

"Grup kucaklaşması mı yapıyoruz? Niye beni çağırmıyorsunuz ki?"diyen ailenin ilk göz ağrısı, Meg Thompson yanımıza teşrif ettiğinde cep telefonunu arka cebine sokup sarı saçlarını arkaya iterek tek kaşını kaldırıyor. Kafamı babamın göğsünden kaldırarak kulağımı annemle babamın kesiştiği noktaya dayadıktan sonra tek kolumu ileri doğru açıyorum. Yüzümü gördüğünde anında zaten solgun olan rengi iki ton daha atıyor, gelip sarılıyor ama kafamdaki sargıyı gördüğünde gözlerini yumuyor çünkü nelerden geçtiğimin en çok kendisi farkında. Ortaokulu aynı okulda okurken, bir keresinde tuvalette beni feci derece dövmüşlerdi. Öğretmenlerden biri derse gelmediğim konusunda beni Meg'e şikayet etmeseydi kızlar tuvaletinin bir kabininde ölüp gidebilirdim bile.

Dördümüz bir süre sarıldıktan sonra ayrılma kararını aile içi telepatiyle alıp aynı anda çekiliyoruz. Annem gizlice gözlerini silerken babamın da sıkıntı içinde olduğunu fark ediyorum. Keşke hiç var olmasaydım da, aile içindeki tek kir, mutlu olmaya tek engel olmasaydım diye düşünüp iç çekiyorum. Üstümdeki montu çıkardıktan sonra ağrıyan vücuduma aldırmadan yavaşça portmantomuzun önüne gelip montumu askılığa tutturuyorum.

"Pizza söyleyelim mi?"diye sorduğumda kısık sesimle, tüm aile bireyleri bana bakarak burukça gülümsüyorlar. Ben de gülümsüyorum yumuşakça ve derin bir nefes alarak çantamı da portmantoya bırakıyorum.

Meg arka cebinden telefonunu çıkarınca hafifçe gülüyorum ve aile bireylerimin yanından geçerek üst kata, üstümü değiştirmek için çıkıyorum ve seslenmeyi unutmuyorum başımın ağrısını unutamadığım gibi: "Bana bol zeytinli söyleyin!"

eveeeet yirmi iki sayfalık şeyim bitti artık tamamen benim ellerimdesiniz yani TAMAMEN

inşallah pazartesiye kadar iyi devam ettiririm okullar açılınca da askı :(( sorrey

okuduğunuz için teşekkürler, hoşçakalın!

dip not: whothehelllisbucky nin kızmasına aldırmadan The Liseli Alev'e destek çıkmak için unthinkable isimli kitabıma bakmanızı ve kitaptaki talimatları yerine getirirseniz çok mutlu olurum, şimdiden çok teşekkürler. öpüldünüz :*

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Aug 23, 2016 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

black&white • pietro maximoffHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin