2-Topal Yürüyüş

455 34 16
                                    

Saçmalamaya başladım:

-ben, şey... Ben aslında şey yapıyordum...

-Kaçmaya çalıştığını ben de anladım Bertha. Kılık değiştirmen gerek; senin öldüğünü sanıyorlar.

Sessizce arkasından yürüdüm. Daha önce hiç görmediğim bir bölme açtı. Bölme pejmürde kıyafetlerle doluydu. Gri bir pantolon ve bayağı kalın bir palto verdi. Pejmürde kıyafetimi tamamlayan gri bir şapka da verdi.

-Çabuk giyin vakit geliyor, deyip odasına kapandı.

Erkek gibi giyindikten sonra dedektif şapkasına benzeyen şapkayı takıp saçlarımı şapkanın altına sıkıştırdım. Arthur'un odasının kapısını çaldım; içeri girdim. Elinde bir hançer vardı. Eliyle içeri girmemi işaret etti. Hançeri almam için bana uzattı. Çekinince kendisi elime bıraktı.

-Bu hançer artık senin; kabzasına bastırdığında kılıç oluyor. Yani istediğinde hançer, istediğinde kılıç olarak kullanabilirsin.

-Peki bir kılıç veya hançer nasıl benim işime yarayacak?

-Onu anlatmak benim görevim değil. Zaman geçiyor. Gelmek üzereler. Ben bir at arabası çağırdım bile; evin önünde. Şunu unutma ki beni hayatında hiç görmedin ve ben artık ölü bir adamım. Sen de aslında ölüsün. Bertha Blackwood şu an ölü. Yıllar önce buraya topal bir adam gelmişti onu hatırlıyor musun? Çok garip yürüyordu. İşte, onu hatırlasan iyi olur. Elimden gelenin en iyisi bu. Şimdi, koş!

Arthur'un odası camlarla kaplıydı. Konuşması bittiği anda camlar tuzla buz olmuştu. Tavisyesine uyup koştum. At arabasına atladığım gibi yanımdaki adam:

-Hareket edin mee!, diye bağırdı.

Arabacı "deh deh!" diye bağırıyor; arkamızdan böğürme sesleri geliyordu. Arthur'u her nekadar sevmesem de benim için onca şey yaptığı halde onu arkada bırakmıştım. Az önceki hareketim pek cesurca değildi. Yanımdaki adama dönüp de sordum:

-Sen de kimsin?

-Şu an anlatamam. Anlatırsam kokun güçlenir. Lütfen biraz sabret. Siz de daha hızlı gidebilr misiniz mee !!

Adam bana keçiyi andırıyordu. Dikkatlice baktığımda bir adam değil, benim yaşlarımda bir genç olduğunu gördüm. O topal adam oydu.

New York yollarından çıkıp insanı daha çok sarsan bir yola girdik. O sarsıntı sırasında arabacıyla yer değiştirmiş bile olabilirdim. Keçiye benzeyen çocuk elindeki değneği dışarı fırlattı. Sonrasında kafasını camdan çıkarıp baktı. İçeri tekrar girdiğinde beti benzi daha çok solmuştu.

-Biraz dayan az kaldı, dedikten sonra üstündekileri çıkarmaya başladı. Tam pantolonunu çıkartıyordu ki ona vurmaya başladım:

-Sen... ne... cüretle... bir bayanın yanında.... pantolonunu.... çıkarırsın.... ha!

-Ben bir satirim mee! Yarı keçiyim. Ufak bir yolu koşarak gitmemiz gerek. Bu ayakkabılarla koşamam!

At arabası aniden durdu. Arkamızda her ne varsa bize çarptı ve sesi kesildi. Kendine satir diyen çocuk elimden tuttu; arabadan fırlayıp koşmaya başladık. Girişte garip bir dilde bir şeyler yazıyordu. Koşarken dönüp arkama bakma gafletinde bulundum: Arkamızda devasa bir ejderha vardı. Efsaneleri duymuştum ama gerçek olacaklarını düşünmemiştim.

Daha da hızlandık kendimizi tabelanın olduğu kısımdan içeriye attık. Canavarın büyülü bir şekilde arkamızda kalacağını düşünüyordum ama gerçekleşmedi. Canavar kazanın etkisiyle daha da çok sinirlenmişti. Bize iyice yaklaştığından kokan nefesini daha iyi anlıyordum. Bu yaratık boyutuyla yetinemeyince ateş üfleme özelliği de almış.

Ateş üfleme özelliğini ne yazık ki sırtıma ateş üfleyince anladım. Ardından ondan daha da büyük bir ejderha onu yutup hantal hantal gezmeye başladı. Satir çocuk fısıldadı:

-Şey, o kampımızın koruyucusu ama sinirli olduğu bir anına denk gelmiş olabiliriz. Bu yüzden tekrar koşmamız gerek...

Tekrar koştuk. Büyük, mavi bir eve gelince hızla içeri girdik. Yarısı at olan bir adam tarafından bir koltuğa oturmam söylendi. Gözlerim kararırken tanımadığım insanların yanında uyumamak için direniyordum. Fakat artık çok geçti...

Uyandığımda bol güneş alan bir odadaydım. Yanımdaki kız bana bir şey yedirmeye çalışıyordu. Yedirdiği şey çok tatlıydı; Yediğim hiçbir şeye benzemiyordu. Birdenbire uyuyakaldığımı hatırladım. Doğrulmaya çalıştım. Kız beni nazikçe durdurup konuştu:

-Şu an çok güçsüzsün. Drakonun üflediği ateş zehirliymiş; birkaç gün yatağında kalmalısın. Zaten şu an uyumak üzeresin.

Haklıydı; günlerim uyuyarak ve o tatlı şeyden yiyerek geçiyordu. Boğazım kuruduğundaysa yine tatlı bir içecek veriyordu. Aradan ne kadar zaman geçtiğini fark edemeycek süre boyunca yatalak kaldım.

Uyandığımda yanımda hiçkimse yoktu. Üstümde hasta kıyafetleri olduğundan öylece dışarı çıkamazdım. O yaratığın benzerlerinden daha var mıydı? Bu yüzden yatağın yanındaki zırhı giydim. Çok ağırdı. Yere yığılmıştım.

Yine o gördüğüm kız koşturarak geldi. Telaşlandığından hızlı hızlı konuştu:

-Hayır, hayır, hayır. Şimdi bunları giyme. Daha kendini toparlayamadın. Ama artık açıklamanın vakti geldi...

-Neyi açıklamanın vakti geldi?

-Az sonra anlarsın...

YENİ BÖLÜMÜ SONUNDA EKLEDİM. ASLINDA 11 KASIMDA YAYINLAMAYI PLANLIYORDUM. FAKAT TAM DA O GÜN KUZENİMİN VEFAT HABERİ GELDİ. İNSAN BİRİNİN KIYMETİNİ ONU KAYBEDİNCE ANLIYOR. ŞİMDİ KENDİMİ SİZE ACINDIRMAYA ÇALIŞIYOMUŞ GİBİ HİSSETTİM ÜZGÜNÜM. YENİ BÖLÜM NE ZAMAN GELİR HİÇ BİLMİYORUM. YENİ BÖLÜME KADAR GÖRÜŞMEK ÜZERE...

Eski Melez HikayeleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin