Temelimi atan Queen B'me ve sonradan bana ilham olan Ali ve Selin'e teşekkürler. ❤️
.....1. Bölüm - Yüzleşme
Uyuyamıyordum.
Yaklaşık bir saat boyu oturduğumuz sahilden saat 01:30'a gelirken ayrıldıktan sonra Ali bizi evvelki gece kaldığımız otele getirmişti. Peri çoktan arabada sızmış, Savaş tarafından yatağına taşınmıştı. Nazlı da onun yanına kıvrılıp uyumuştu. Ben de, Ali'nin gözlerime uzun ve manalı manalı bakmasının ardından güçlükle odanın kapısını kapatıp kendimi camın önüne atmıştım.
Evvelki gece.
Yalan söylemiştim. Bal gibi hatırlıyordum. Nasıl unutmam gibi bir olasılık söz konusu olabilirdi ki? Sadece biraz oyun oynamak istemiştim. Her zamanki gibi. Ne olurdu işi sulandırmadan direk yaşadıklarınızın tadını çıkarsaydım?
Ali Mertoğlu'nun uzayına çıkmıştım, ama birisi oksijen tüpümü benden çalmıştı.
Ben. Bizzat çalıp, kendimi nefessizliğe mahkum etmiştim...
Ah Selin...
Peki o neden bir şey dememiş, üzerinde durmamıştı? Hatırlamamam işine mi gelmişti ki? İstemiyor muydu? Neden istemesindi? Yanlış bir şey mi yapmıştım? Hoşuna mı gitmemişti yoksa?
Ellerimi başımın iki yanına yerleştirip şakaklarımı ovmaya başladım. Bu gece gözüme uyku girmeyecekti, biliyordum. O kadar çok şey ruhuma baskı yapıyordu ki neye üzülmem, neye sinirlenmem gerektiğini artık kestiremiyordum. Bir tarafta en kıymetli mücevherim annem, bir tarafta kollarına koşmamak için kendimi zor tuttuğum adam, bir tarafta her fırsatta onu, dolaylı yoldan da beni yaralayan anne(?)si, bir tarafta artık çoktan tehlikeli olduğuna kanaat getirdiğim ve Ali'ye zarar verecek diye ödümü koparan Haluk Mertoğlu, bir tarafta da bizi kapıya koyan Buzdolabı. Bir insanda hiç mi şefkat kırıntısı ya da mütebessim bir çehre bulunamazdı? Hayır bırakın anneme, bana ya da kardeşlerime güleryüz göstermesini; herhangi samimiyet içeren bir tavrı daha kardeşlerine, oğluna ya da öz yeğenine karşı bile sergilediğini görmemiştim.
Öfkeyle nefes alıp dişlerimi sıktım. Rana'nın attığı tokatın acısı psikolojik olarak tekrar kendini belli ettiğinde saatlerdir bu konu üzerinde aslında uzun uzadıya düşünmediğimi ama öfkeden kavrulmakta olduğumu fark ettim. Bugüne kadar annem bile bana el kaldırmamışken o kim oluyordu da kendinde bu cüreti buluyordu? Ben de Selin Yılmaz'sam bunun hesabını soracaktım. Yanına kalamazdı herhalde.
Saat artık ikiyi geçiyordu ve ben hala uyuyabilecekmiş gibi hissetmiyordum. Üzerime hırkamı geçirip odanın anahtarını aldıktan sonra ışıkları kapatıp ses çıkarmamaya özen göstererek koridora çıktım. Asansör bulunduğum katta olduğundan beklemeden bindim ve 21. katın düğmesine bastım. Biraz hava almak iyi gelebilirdi. Ya da kimi kandırıyordum, belki geçen gecenin kırıntılarına rastlardım...
Asansörün kata ulaştığını belirten tiz sesten sonra terasa çıktım.
Kahretsin ki gecenin karanlığında okyanusun dalgalarıyla karşılaşmayı beklemiyordum.
Yakalanmıştım. Sırtını şehrin ışıklarına dönmüş, elindeki viski şişesini sağa sola sallarken bana bakıyordu. Aslında onun burada olacağını bilmem gerekirdi, benim hatırlamıyorum ayaklarına yatmış olmamdan daha mantıklıydı. Endişeyle saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken ona doğru yürümeye başladım.
"Yalancıı," dedi hafif sırıtışının arasında. "Biliyordum buraya geleceğini." Alkolün etkisinden dili zor dolanıyordu ve bu haliyle bana televizyonda gördüğüm içki içirilen şapşal kedileri hatırlatmıştı. Kendimi suçlu hissettiğim için onun gibi neşeyle gülemedim ama fıldır fıldır dönen gözleri yine de yüzümde bir tebessümün belirmesine sebep oldu.