Ne kadar kötü bir insan olduğumun farkındayım. Bir hafta deyip 10 hafta sonra gelmem? Bu hayat beni yordu arkadaşlar, erken kalkıp bir ders için okula gitmek falan...
Bu aslında bölümün kafamda bitmiş hali değil ama insan bir yıl boyu yazmayı bırakınca böyle oksiditenin nirvanasında buluyormuş kendini. Ama bunu ne kadar çabuk koyarsam devamını daha rahat yazarım gibime geldi. Tabii kulağımın dibinde devamlı öten bir Uzaydaki At Kafası ve Meya diye bir kız olmasa en erken bir sene daha bekletirdim sizi. Bir de şey, hikayeyi "Bitenler" listesine ekleyerek gözlerimi açan canım okur. :D
Bu arada hikayemin adını ne kadar çok sevsem ve ne kadar dokunaklı gelse de bana, Türkçe bir şey ile değiştirmek istiyorum; ama fikrim sıfır. :( Aklınıza bir şeyler geldikçe buraya yazıp bana yardımcı olabilirseniz çok sevinirim. En Ali ve Selin ismi bulana, planladığımız çok önemli ve güzel bir işin öngösterimi olacak çok özel bir hediye yollayabilirim. Bekliyom. :)
Bölüm hayal ettiğimden çok çok kısa oldu; ama güzel günler göreceğiz çocuklar, o yüzden umarım seversiniz. :)
2. Bölüm - Sızı
Biraz daha kendini tebessüm etmeye zorlarsa, yaklaşık on beş dakikadır seğirmekte olan sağ kaşının orada sabitleneceğini düşünmekten kendimi alamadığım için, daha fazla engelleyemediğim kahkahamı patlattım. Eve adım attığım anda içimdeki Şımarık Selin modunu aktive etmiştim ve eve gelmemiz açıkça beklenmiyor olmalıydı ki, kahvaltı masasına tabaklarımızın getirilmesini isterken Rana Hanım'ın dili oldukça zor dönmüştü. Takılıyor gibi yaparak "İlahi Rana Teyzeciğim, bizi siz aradınız kahvaltıya katılmamız için," diye kıkırdayıp bir de kapkatı bedenine sarılarak işimi bir üst düzeye taşımıştım. Umarım sarılırken bir yerlerimin buz tutmasına sebep olmamıştır.
Ali çatalını gürültülü bir şekilde tabağına bırakıp bana "Benim bilmediğim ne oluyor?" der gibi baktığında; otelde Nazlı'yla Peri'yi "Ali'ye bir şey çaktırırsanız uykunuzda saçlarınızı keserim saçlarınızı!" diye tehdit ederken koyduğum kuralı kendim çiğnemeye başladığımın idrakine varıp, bakışlarımız hiç çarpışmamış gibi davrandım. Bu kadar zıvanadan çıkmamı Nazlı bile beklemiyor olmalıydı ki, masanın altından sol bacağıma çimdik atarak beni sandalyemde hoplattı.
"Yaa, Rana Teyzeciğim," dedim yüzümü mahzunluğun bilmem kaçıncı tonuna boyayıp başımı yana eğerken. "Bize kıyamayıp, bizi tekrar eve çağırdığınız için o kadar mutluyuz ki," Nazlı'ya çimdiğini iade ettim. "...değil mi Nazlı'cığım?" Nazlı boğazını temizleyip gözlerini büyütürken "Evet evet," dedi. "Yani bizim için çok sorun değil ama Peri öyle ortalarda sürünsün istemezdik," diye ekledi. Peri her zamanki olgunluğuyla sadece teşekkür etmekle yetindi.
"O ne biçim laf kızlar? Burası sizin eviniz zaten. Ablam zaten hatasının farkına varmış çoktan. Değil mi abla?" Ahmet Abi imalı bir gülümsemeyle ablasına döndü. Mayınlı bölge!
Gözlerim telaşla Ali'ye kayarken Nazlı portakal suyumu devrilmekten son anda kurtardı.
"Ne hatası, hala?" Selin, diyecektin canım. Dolaylı yoldan beni muhatap alıyordu.
"Ne hatası!" diye ciyakladım. "Eve gelmediğimizi haber vermedik diye biraz endişelenmiş Rana Teyze, ben de biraz fazla çıkıştım. Sonra tartıştık biraz..." Yanmaya başlayan ensemi göz ardı etmeye çalışarak gülümsedim.
"Yanlışını görmüş olman ne hoş Selin'ciğim." Ellerini çenesinin altında birleştirdi. Onun hesabının bir kenarda beklediğini kendime hatırlatıp derin nefesler alarak başımı Ali'den yana çevirdim.