Derin Orman Ve Sonsuz Gökyüzü

93 16 14
                                    

Bölüm Şarkısı: Christina Perri-Jar Of Hearts

4 Ay Sonra

Kar taneleri gökyüzünden birer birer düşerken, beyaz elbiseli kız elinde resim çantasıyla, şehri beyaza boyayan sisi umarsamazcasına kaldırımda yürümeye devam ediyordu. Yılın bu zamanlarında ortadan kaybolan kuşların sesi kulaklarında yankılanırken, yere düşen her kar tanesiyle kaldırımın üzerinde oluşmaya başlayan ince beyaz katman saydamlaşıyor, Stella'nın attığı her adımda o katmanda bir ayak izi daha oluşuyordu. Ne dağlar ne de deniz, hiçbir şey gözükmüyordu. İnsanlar sanki biri sigarasının dumanını şehirlerine üflüyormuş da ondan böyle beyaz bir duman şehirlerinin üzerini örtmüş gibi, evlerinin camlarından bu güzel havayı izliyor aynı zamanda hiç kar görmemiş gibi dışarıdaki naif dünyaya hayranlıkla bakıyorlardı.

Stella'nın dört ay önce dünyadan ayrılması, gökyüzünde parlayan bir yıldız olmaya devam etmesi gerekiyordu fakat onu evine götürecek olan yıldız kayması böyle bir şeyin gerçekleşemeyeceğini söylüyordu. Çünkü dışarıdan bakılınca insanın içinde huzura yol açan bu güzel kızı, bu dünyada tutan bir şey vardı. Dört ay boyunca her gece kafasında dönüp duran binlerce düşünceyi nihayet tek bir sonuca bağlayabilen Stella, onu evine geri döndürmeyecek kadar güçlü tek bir sebebin olacağına inanıyordu: Yaşanması gereken bir aşk. Fakat bu aşkı kiminle, ne zaman ve nerede yaşayacağını bilmiyordu. O gece gördüğü çocuğun bu aşkın bir parçası olabileceğini düşünmüştü. Ama eğer öyle olsa tatlı ama kısa bir rüya gibi hayatının tek bir anında belirip gitmez, adını söyler ya da o söylemese bile Stella'nın adımları kendisini O'na götürürdü.

Çıkmaz bir sokağa girmiş gibi hissediyordu kendisini genç kız. Ağır adımlarla ona yaklaşmakta olan aşk onu köşeye sıkıştırmış bekliyor, bir yere gitmesine izin vermiyordu. Ve Stella biliyordu, kendisine yaklaşmakta olan aşk yakın zamanda karşısına dikilecek ve yaşattırması gerekenleri yaşattırmadan Stella'nın sıkıştığı köşeden kurtulmasına izin vermeyecekti.

Yaklaşık iki saat sonra hiç durmadan yağmaya devam eden kar, yollarda kalın bir kar tabakası oluşturmuştu. Stella ince yazlık elbisesi ve sandaletleriyle yürümeye devam ederken insanlar ona garip gözlerle bakıyorlardı. Onlar kazaklarının üzerine giydikleri kalın montlarıyla bile donmak üzereyken bu kız nasıl böyle dolaşabiliyordu?

Stella insanların bakışlarını umursamayı bırakalı yüzyıllar oluyordu. Kendisinin de anlayamadığı bir şekilde ne üşüyor nede terliyordu. Anladığı kadarıyla yıldızlar insanlar kadar hassas değildi. Her ne kadar hassas ve narin varlıklar olarak nitelendirilseler de, insanlardan daha dayanıklı oldukları aşikârdı.

Kar tanelerinin yere düşüşünü izlemek kadar keyifli bir şeye şahit olmamıştı henüz Stella. Saatlerdir yürüyordu ama kafasını çevirip bir kere bile gökyüzüne bakmamıştı. Üstelik daha çok yolu vardı. Bu düşünceyle yürümekte olduğu kaldırımda durup bir anlığına gökyüzüne baktı. Fakat o bir ânın içindeki saniyeler uzayınca yanından geçmekte olan insanlar Stella'ya çarpmaya başladılar. Ne olduğunu anlamaya çalışırken kendini yerde bulan Stella, yüzyıllar boyunca çizdiği binlerce resmin çarpışmanın hızıyla etrafa dağıldığını gördü.

İnsanlara dur diyemeden resimleri kalın bot izleriyle kirlenmeye, hatta yırtılmaya başladılar. Yanağında hissettiği sıcaklıkla resimlerine uzandı elleri. Ama insanlar acımasızdı, kimse yardım etmiyor, yere düşenin elinden tutmuyorlardı. Stella'nın aklına küçükken ona ve arkadaşlarına masallar anlatan dedesinin sözleri geldi. İnsanların ruhları bir hortumla çekilmiş gibidir, hisleri yoktur çoğunun. Eğer gerçekten kalbine kulak veren biriyle karşılaşırsanız onu asla bırakmayın, o sizin kurtarıcınızdır. Demişti yaşlı adam. Bu sözlerin ne kadar doğru olduğunu şimdi anlayan Stella, sıcak bir kolun çıplak koluna değmesiyle irkildi. Önünde düştüğü kafeden bir adam çıkmış, resimlerini toplamıştı. Şimdi de onu kafesine sokmak ve bir şeyler ikram etmek istiyordu. Böyle insanların neslinin yıllar önce tükendiğini sanıyordu Stella. Fakat gerçeğin sandığı gibi olmamasından memnundu.

Onu şöminenin yanındaki bir sandalyeye oturtan adamı incelemeye başladı. Başında siyah bir bere vardı ve siyah saçları alnına dökülmüştü. Mavi gözleri şöminenin alevinin yaydığı loş ışıkta bile parlaklığını korurken, Stella birden kendisini içeri alan bu adamın o gece gördüğü genç adam olduğunu fark etti. Adam kafede çalışanlar gibi yaka kartı takmadığından ismini öğrenememişti fakat sorabilirdi.

Önüne konan sıcak çikolatayla adamın ona vermiş olduğu battaniyeyi yanındaki sandalyenin üzerine bıraktı, zaten üşümüyordu da. Gözgöze geldikleri an, adamın onu ilk bakışta tanıdığını fark etti. İçinde binlerce yıldızın parladığı o gözler, bir yıldıza bakarken de yine o geceki gibi parlıyor, içinde tanıdık alevler yanıp sönüyordu.

Pulsar'dan

Kafenin girişindeki masada oturan müşterinin kahvesinin dumanı tüterken, boylamasına uzanan camların ardındaki beyaz dünyaya kaydı gözlerim. Uzun zamandır aralıksız şekilde yağan kar, cadde boyunca kaldırımlarda ve yollarda kalın tabakalar oluşturmuştu. İnsanların botları bu kalın beyaz kar tabakalarına batıyor, yürüdükleri yolda derin izler bırakmalarına sebep oluyorlardı.

Müşteriye kahvesini verdikten sonra kafeyi ısıtan şöminenin yanına kıvrılıp burayı ilk açtığım acemi zamanlarımdan beri yanımda olan köpeğimin sarı tüylerini okşamaya başladım. Küçük bir çocukken ilk kez bir hayvanın tüylerini okşadığımda içimde oluşan garip ve tatlı huzuru keşfettiğimden beri hayvanlarla aramdaki bağ daha da güçlenmişti. Sanırım bunun sebebi birazda insanlar tarafından salak yerine konmamdı. Birine doğru dürüst güvendiğimi hatırlamıyordum. En azından ailemden ya da arkadaşlarımdan olmayan birine.

Şöminenin yaydığı sıcaklıkla mayışıp bunları düşünürken kafenin önünde yere birinin düştüğünü görmemle dışarı fırladım. Yerde yüzlerce resim kağıdının olduğunu gördüm. Üzerlerine birbirlerine aşık olan çiftler resmedilmişti. Ve hepsi tek başına birer şaheserdi. İnsanlar bunları görmüyor, kalın botlarıyla ve acımasız kalpleriyle resimlere basarak karla kaplanmış yolda ilerliyorlardı. Resimlerin daha fazla zarar görmesine izin vermeyerek onları topladım ve hala yerde duran kızın kalkmasına yardım edip onu içeri aldım.

Tezgahta en sevdiği moda dergisinin yeni sayısını karıştırmakta olan Burçak'a hemen bir sıcak çikolata yapmasını söylerken aynı zamanda şöminenin yanında duran battaniyelerden birini, yüzünü kapatacak kadar uzun sarı saçları ve bu soğuk kış gününe aykırı yazlık elbisesiyle bana bir yerden tanıdık gelen kızın üzerine örttüm. 

Sokakta hayat devam ediyordu. İnsan seli yoğun bir hızla akmaya devam ediyor, bu selin sularında boğulanlardan biriyse şöminenin yanındaki masalardan birinde oturup daha demin onu boğan selin akışını izlemeye devam ediyordu.

Sıcak çikolata bardağını önüne koyarken bakışlarını üzerinde hissetmemle gözlerim gözlerine kilitlenince, onun o gece durakta bekleyen naif, duru kız olduğunu anladım. Benim mavi gökyüzümde olduğu gibi onun yemyeşil gözlerinde saklı ormanlarda da tanıdık duygular dolaşıyordu. O da beni hatırlamıştı.

Kulaklarımda hala sorduğu o garip soru yankılanıyordu. Sanki o soruyu o değilde masum bir kız çocuğu sormuştu.

“Sen...” diye mırıldandım fakat gerisi gelmedi. O gece olduğu gibi yine birbirine kilitlenmişti gözlerimiz. Ben o derin ormanlarda koşmaya başlamışken, o benim sonsuz gökyüzümde seyahate çıkmıştı.

Yeryüzündeki En Parlak YıldızHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin