Okumadan önce, bilmenizi isterim ki; bu sonun her bir kelimesi, kalbimde bulunan gökyüzündeki yıldızlara boyanmıştır.
*
Bilgisayarımdan film izliyordum. Yatağıma uzanmış, kafamdaki sorunları bir kenara bırakmıştım. Gayet huzurluydum. Bugün günlerden Perşembe olmasını da önemsememeye çalışıyordum. Louis'nin birden kapımda belirecek hali yoktu ya? Geleceğine inanmıyordum. Yine de, içimde bir yelerde onun gelmesini bekleyen bir tarafım da vardı.
Fikrimi değiştiriyorum. Kesinlikle sorunlarımı bir kenara bırakamamıştım. Yine de filme odaklanmaya çalıştım. Eğer kendimi filme kaptırırsam düşünmeyi bırakacağıma emindim. Fakat öyle olmadı. Geçen yarım saatte tam bir umutsuz vakaydım. Bir türlü filme odaklanamadım. Çabalamaya çalıştığım dakikalarda, bilgisayarımın hemen yanındaki telefonumun ekranı aydınlandı. Telefonum genelde sessizde olduğundan, birinin beni aradığını ancak o ışık sayesinde fark edebiliyordum.
Doğrulup telefonumu elime aldım ve filmi durdurdum. Arayan isme baktığımda, tüylerim diken diken oldu.
Louis. Arıyordu.
Yutkundum ve çağrıyı yanıtladım. Telefonu kulağıma götürürken kalp atışlarım hızlandı. İçimde korkunç bir his vardı. Aynı zamanda, onunla iletişime geçmenin bende yarattığı heyecandan, ne kadar zaman geçse de kurtulamamıştım. Hâlâ ilk günkü gibiydim. Bu heyecanla içimdeki korkunç his birleşince kusacakmış gibi hissetmeye başlamıştım.
"Efendim," dedim titreyen sesimle. Louis'nin nefes alış verişlerini duydum önce. Kötü bir haber verecekmiş gibiydi. Sonra o güzel aksanını duydum. "Fern, üzgünüm."
Kalbim parçalandı. O an fark ettim ki, onun gelmesini umut eden kısmım, umut etmeyen kısmımı büyük farkla geçmişti. En sinir olduğum da, sanki olacakları bilmiyormuşum gibi üzülmemdi.
"Biliyordum." Güç bela konuşabilmiştim. "O yüzden sorun değil."
"Ben gelmek istedim," dedi, gerçekten istiyormuş gibi. "Ama olmadı. Cidden, çok üzgünüm."
"Üzülmedim." Cidden üzülmemiştim; yıkılmıştım. Parçalanmış, dağılmıştım. "Sonucu bildiğimden bu beni üzmedi. Beni düşünme ve gelmenin önüne geçen sebeplerle ilgilen. Cidden sorun değil."
"Cidden çok üzgünüm, Fern. Umarım beni affedebilirsin."
Ederdim. Ona nasıl kızabilir, onu sevmeyi nasıl bırakabilirdim ki zaten? O benim kurduğum en güzel düştü. Ona asla sırt çeviremezdim.
"Kapatıyorum Louis." Derin bir nefes aldım ve cevabını duymadan telefonu kapattım. Sonra boş boş, karşımdaki duvara baktım. Ne bir şey düşündüm, ne de bir şey yaptım. Sadece duvara baktım.
Duvar ile bakışmamız, kapı çalana kadar devam etti. Zilin sesini duyduğumda, bir ölü gibi yatağımdan yavaşça çıktım. Üstüme pijamalarımın olmasını umursamadan yalınayak kapıya yürüdüm. Kimin geldiğini önemsemiyordum. Ruhum bedenimden çekilmiş gibiydi. Sadece yürümeye odaklanmıştım.
Kapının önüne geldim ve yavaşça kapıyı açtım. Kapıyı açtığımda karşılaştığım manzara, kaşlarımı çatmama sebep oldu. Çünkü kocaman, kahverengi bir oyuncak ayıyla bakışıyordum. Bakışlarımı hafifçe aşağı indirdim ve iki bacakla karşılaştım. Babam erkenden eve gelip bana ayı sürprizi yapmaya mı karar vermişti yani? Fakat bu bacaklar babamın bacaklarına hiç benzemiyordu.
O an kafama dank etti. Kalbim, göğsümün içinde gümbürdedi. Ayıya doğru bir hamle yapacağım sırada, ayıyı tutan eller ayıyı aşağı doğru indirdi. Ve gördüğüm görüntü beni tam anlamıyla şok etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ℱern ✦ tomlinson
Fanfic❝Gözlerimi kapattığımda, sen benim için hep buradaydın.❞ *text*