Alarmın sesiyle irkildi genç adam. Hâlâ alışamamıştı bu iğrenç sese. Telefonu eline alıp saate baktı 15:30 yazıyordu telefonda, yastığı alıp kapattı yüzüne ve yine başlıyoruz diye mırıldandı. Yavaşça kalktı yatağından, banyoya gidip bir su çarptı yüzüne, ayılmak istercesine. Yatak odasına doğru yöneldi tekrar gardolabını açtı ve bir gömlek aldı askıdan. Aynada üzerine tuttuktan sonra 'bu iyi' diye geçirdi içinden. Üzerindeki siyat atleti bir çırpıda çıkartıp. Hardal sarısı gömleği giydi üzerine altına siyah bir pantolon çekti baktı aynadan evet böyle iyiydi. Banyoya geçip saçlarını düzeltti bir fırçayla. Oldukça yakışıklı görünüyordu. Aynaya baktı tekrar. Bugün kaç kızın canına yakacaksın bakalım diye geçirdi içinden. Sonra göz kırptı aynaya bakarak. Ve şeytansı bir gülüş savurdu etrafına. Hemen evin kapısına yöneldi açıp kapıyı merdivenlerden aşağı indi. Karşısına çıkan ilk cafeye bir göz attı yine oldukça kalabalıktı. İlk gördüğü boş koltuğa oturdu bir anda, garson farketti genç adamı 'her zamanki gibi mi abi?' diye sordu. Başını sallayarak onayladı genç adam.
Garsonlar konuşuyordu mutfakta... Çok zengin herhalde insan her sabah aynı cafede alırmı soluğu. İçlerinden biri atıldı söze; 'Zenginlikten değil zengin olsa bir çay iki simitle geçiştirmezdi kahvaltıyı, üstelik bu saatte' O da doğru dedi içlerinden bir kız. Son iki aydır her gün burada yapıyor kahvaltısını. Arada bir aksattı sadece. Ama hiç değişmiyor siparişi, bir çay iki simit. Zengin olsa fazlasını isterdi. İçlerinden başka bir kız söylendi; 'Yalnızlıktandır o yalnızlıktan.' Hepsi onaylar gözlerle bakmıştı kıza.
Genç adam seslendi garsona, bir gazete istedi ve ayaklarını birbiri üstüne atıp, meraklı gözlerle inceledi gazeteyi. Bir yandan da telefonundaydı gözü. Garson yaklaştı yanına siparişlerini koyup adamın önüne seslendi;
-Başka bir isteğin var mı abi?
-Sağol dedi genç adam memnuniyet dolu gülümsemesiyle baktı adama. Kafasını gazeteden kaldırıp etrafına baktı on saniye kadar. Karşı tarafında oturan iki genç kız ilişti gözüne kahvaltı yapıyordu kızlar. Yüzü ona dönük olan kız son beş dakikadır izliyordu aslında genç adamı, kafasını kaldırıp kıza bakınca, heyecanlandı genç kız. Sonra karşısındaki arkadaşı seslendi kıza:
-Nereye bakıyorsun sen?
Kızın baktığı yöne doğru çevirince kafasını. Genç adam da gazeteye çevirdi gözlerini. Genç kız adamın gazeteye baktığını görünce sitem dolu bir ses tonuyla arkadaşını azarlar gibi konuştu:
-Naptın sen şimdi? Ne güzel bakıyordu bana.
-Ben nerden bilebilirim.
Diyerek karşılık verdi arkadaşı. Ve kızın parmağındaki yüzüğü işaret ederek. Sende önüne bak istersen diyerek, devam etti kahvaltısına. Kız nışanlı olduğunu unutmuştu bir an için hatırlayınca yüzüğüne baktı ve mahçup bir edayla başını önüne eğerek kahvaltısına devam etti.
Genç adam garsona seslendi ve bir kül tablası istedi. 'Çayımı da tazelersen' diye ekledi. Tabiki abi dedi garson. Genç adam pantolonunun arka cebine uzandı ve bir sigara paketi çıkardı. Paketi açıp bir sigara çıkardı ve paket içinden çıkan çakmakla da yaktı sigarasını. Çayıda gelince önüne, keyifle teşekkür etti garsona. Gözü, ışığı yanıp sönen telefonuna ilişti. Hemen eline alıp açtı telefonu:
- Efendim.
- Tamam abi yarım saate oradayım.
Genç adam bir yudum daha aldı çayından. Ve sigarasını kül tablasında söndürüp. Telaşlı bir şekilde kasaya yöneldi. Hesabı ödeyip çıktı hemen. Biraz yürüdükten sonra otobüs durağına geldi. Hemen otobüse bindi.
Yaklaşık yarım saat olmuştu genç adam bir restauranta girdi. Etrafına meraklı gözlerle bakarken biraz ileride ayakta duran adamı fark edince duraksadı. Gülümseyerek bir selam verdi adama.
- Merhaba abi.
- Merhaba Ateş. Geç mutfağa hemen seni bekliyorlar.
- Sağol abi. Ödeyemem hakkını.
Dedikten sonra, mutfağa yöneldi genç adam. Bir İtalyan restaurantıydı burası.
-Şef diye seslendi garson heyecanla. Şef elinde bir bıçakla kesme tahtasının başında ince ince özenle doğruyordu biberleri. Kafasını kaldırıp baktı garsona. Seslendi garson:
-Senin çocuk gelir birazdan.
Başını salladı adam onaylayarak. O sırada genç bir adam girdi mutfağa. O mutfağa her elini kolunu sallayan giremezdi. Alacağı cevabı bilerek sordu şef:
-Sen Ateş olmalısın.
Başını salladı çocuk 'evet efendim.' Şef elindeki bıçağı tezgaha bırakıp yöneldi çocuğa:
-Göster bakalım kendini neler yapabiliyorsun. Torpil işlemez burada, yeteneğin konuşur. O da varsa tabi.
Yarım saat kadar bir zaman geçmişti. Genç adam elinde bir tabakla açtı kapıyı. İşte şef lokantanın en orta masasında oturuyordu meraklı gözlerle baktı Ateş'e. Ateş içinden: 'hadi oğlum yapabilirsin' diye mırıldandı. Şefe doğru emin adımlarla yaklaştı ve elindeki tabağı yavaşça bıraktı masaya. Şef memnun bir ifadeyle gülümsedi Ateşe. Ve tabağından bir çatal aldı hızla. Yüzünde memnun bir ifadeyle:
-Lezzetli, tam istediğim gibi. Tamamdır çocuk alındın işe.
Saat gece yarısını geçiyordu. Genç adam açtı kapıyı. Hızla çıktı merdivenlerden. Evin kapısını açıp içeri girdi. Odasına yöneldi hızla ve kendini attı yatağa. Soluk soluğa bir haldeydi. Beş dakika kadar kaldı öyle, oldukça yorgundu. 'Amma yoruldun oğlum' diye söylendi içinden. Yatağın başına yaslandı bir anda, ulan Ateş nereden nereye diye geçirdi içinden. Sonra düşünceler sardı sanki odayı, Tavana baktı yüzlerce sahne saniyeler içinde geçip gitti tavandan, Bir anda kapattı gözlerini. Hatırlamak istemez gibi bir hali de olsa. Saniyeler içinde dalıp gitti geçmişe...
Beş sene önce gelmişti İstanbul'a. Aslında adeta kaçmıştı ve İstanbul'a sığınmıştı. Memleketinde yaşayamayacağını anlayınca tek çözümün bu olduğunu düşünmüştü. Bulabildiği en uzak noktaya kaçmak. Beş sene önce bu şehre nasıl geldiğini hatırladı genç adam. Bir damla düştü gözlerinden. Memleketini, ailesini, arkadaşlarını, sevdiği kızı geride bırakıp gelmişti buraya. Bir iç çekti derinden. Sonra bir sesle irkildi. Gözlerini açıp etrafa baktığında, zilin çaldığını fark etti. Zile ısrarla basıyordu biri. Yavaş adımlarla yürüdü kapıya doğru. Kim olabilirdi, bu saatte kapıyı alacaklı gibi çalan. İstemeyerek de olsa açtı kapıyı...