Bölüm 2

18 0 0
                                    

BÖLÜM 2

Gözlerimi açamayacak kadar halsiz düşmüştüm. Jetin bizim bulunduğumuz parçası dik bir şekilde kar birikintisine saplanmıştı. Saçlarım da tıpkı kollarım gibi aşağıya doğru sarkıyordu. Sersemlemiş bir şekilde etrafa bakındım. Beni hala koltuğumda tutan tek şey emniyet kemerimdi. Yerden 3 metre kadar yüksekteydim. Acı içinde bir nefes çektim. Bacağımdaki kesikten damla damla kan 3 metre altımdaki karlı zemine damlıyordu. Bir süre etrafı dinledim. Yardım çığlığlıkları ya da arama kurtarma ekibinin bağırışmalarını duymayı umuyordum. Ses yoktu. Dosdoğru sarkmakta olduğum yöne, aşağıya bakıyordum. Etrafa saçılmış olan birkaç parça giysi, cam parçaları, bavullar ve metal parçaları vardı. Kesik olan kabloların uçlarından çıkan ara ara kıvılcımlar gözlerimi kamaştırıyor ve görmemi az da olsa engelliyordu. Ne jetin parçasında ne de etrafta o çocuğa rastlamadım. " Biri yardım etsin! " diye bağırdım. Cevap gelmedi. Artık yalnız olduğumun farkındaydım. Yardım gelecekse de önümüzdeki 5 saat içerisinde gerçekleşeceğini düşünmüyordum. Bacağımda bir kesikle ve çıplak bir şekilde burada asılı kalamazdım. Çoktan üşümeye başlamıştım. Emniyet kemerinin düğmesini aradım. Çarpmanın etkisinden ötürü hiçbir yerimi hissedemez oldum. Emniyet kemerini çözdüm. Beni havada asılı tutan tek şeyi çözer çözmez 3 metreden kar zemine düştüm. İnanılmaz bir acı içerisinde yere yığıldım. Açık yaramdan içeriye giren soğuk kar taneleri acımı 10 kat daha da arttırdı. Acı içinde çığlık atıp ağlamaya başladım. Yüz üstü bir süre çırpındıktan sonra zor da olsa ellerimle soğuk ve karlı zeminden destek alarak sırt üstü döndüm. Düm düz uzanıp gökyüzüne baktım. Derin derin nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. Bu biraz olsun beni rahatlatmıştı ama canım hala ölesiye yanıyordu. Bir elimle çığlık atmamak için ağzımı tuttum diğer elimle akan rimelimi kısmen de olsa temizledim. Üşüyordum, hem de daha önce hiç olmadığı kadar. Şimdi ne olacaktı? Beyaz gök yüzüne bakarken bunları düşündüm. Burada böylece uzanıp yardımın gelmesini mi bekleyecektim? Hayır, donarak ölmek istemiyordum. Muhtemelen daha yeni öğle olmuştu ve burası bu kadar soğuktu. Geceyi düşünemiyordum bile. Hemen birşeyler yapmak zorundaydım. Hareket etmezsem burası benim mezarım olacaktı. Öncelikle montuma ihtiyacım olacaktı. Fakat onu oturduğum koltuğun hemen üstündeki boşluğa yerleştirmiştim ve şu durumda oraya ulaşmam gerçekten imkansızdı. Derin bir nefes aldım ve yattığım yerden doğrulmaya çalıştım. İlk denemede bedenime yayılan büyük bir acı ile tekrar uzanmakta olduğum karlı zemine yığıldım. Kaburgalarımda büyük bir ağrının varlığını hissettim. Herşey tıpkı izlediğim korku filmlerini andırıyordu. Acaba tüm kemiklerim kırılmış bir vaziyette, kıpırdayamadan vahşi hayvanlara yem mi olacaktım diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. Onlara yem olmaya niyetim de yoktu. Var gücümle tekrar oturur pozisyona gelmeyi denedim. Zor da olsa bunu başardım. Sağ yana doğru eğilip ellerimle kendimi yarısı kopmuş bölmeden dışarıya doğru sürükledim. Sürüklenirken yere sürtünen yaram canımı çok yakıyordu. Ölmek istiyordum. Yarım metre kadar dışarıya çıktıktan sonra kendimi salıverdim ve sağ kolumun üzerine başımı koydum. Kazadan sonra o sert kol kemiğim bana adeta yatağımdaki bir yastık gibi geliyordu. Dışarıda karın yağdığını yeni farkettim. Kumral saçlarıma düşmekte olan kar taneleri yavaş yavaş düştüğü yerde eriyip saçımı ıslatmaya başlamıştı. Bu gün dünyadaki en berbat günüm olma konusunda kesinlikle birinci sıradaydı. Başımı kaldırıp önüme baktım. Tam karşıda aşağıya doğru uzanan bir orman yolu ve hemen o yola paralel uzanan beyazlar içinde çamlıklar vardı. Çok uzağı seçemiyordum. Herşey ara ara bulanıklaşıyor ve bir süre sonra tekrar yerine gelip netleşiyordu. Tüm gücümü toplayıp avuç içlerimi yere koyup kendimi yukarıya ittirdim. Ayaklarımın üzerine doğrulur doğrulmaz sol bacağımı boydan boya kaplayan acıyla birkaç adım tökezledim. Düşmek üzreyken hemen sol çaprazımda kara saplanmış olan dev metal parçasından destek alarak ayakta kalmayı başardım. Destek aldığım yerden biraz güç alıp bedenimi kısmen arkaya çevirip enkazın bir parçasına baktım. Herşey parça pinçik olmuştu. Louis'in arkadaşından eser yoktu. Ya içerde sıkışıp ölmüştü ya da biz uçurumdan düşmeden önce başka bir yerlerde takılıp kalmıştı. Yaşadığına dair hiç umudum yoktu. Acaba Sophie ve Christina'ya ne olmuştu diye kısa bir süre düşündüm. Onlar daha şanslılardı. Louis ve sarışın arkadaşıyla birlikte dördü de jetin aynı parçasındaydılar. En azından birinin hayatta kaldığına dair umudum vardı. Beni bulma gibi bir dertleri başımıza geleni hesaba katınca yoktu diyebilirim. Tekrar öne doğruldum. Hemen ileride birkaç bavul duruyordu. Çok uzakta değillerdi fakat bacağımdaki kesiği ve mevcut kondisyonumu hesaba katınca sanki 4 saatlik kadar bir yol ötedeydiler. Kendimi toparladım ve destek aldığım metal parçasını bıraktım. Sekerek bavulların olduğu yöne doğru yürüdüm. Yürürken etrafa bakınıyordum. Yavaş yavaş yere düşen kar taneleri ortamı normal şartlarda hoş bir hale sokardı ama bu kaza herşeyi adeta bir kabusa çevirmeye yetmişti. Bavulların yanına varır varmaz kendimi yere bırakıp dizlerimin üzerine çöktüm. O yumuşak düşüş bile sol bacağımdaki yaramın canımı yakmasına ve daha da fazla kanamasına yol açtı. Buna aldırmamaya çalıştım ve birşeyler bulma umuduyla ilk bavulun fermuarını açıp içine baktım. İçinde Christina'nın yeşil bluzunu bulunca bu bavulun ona ait olduğunu farkettim. Kendi kendime " Süpersin Christina... Kar festivaline giderken yanına Bluz alan canım arkadaşım... " diye mırıldandım. Bavuldaki eşyaları tek tek dışarı çıkarıp bir kenara fırlattım. İçinde işe yarar tek şey bir paket ıslak mendildi. Açıp içinden 3-4 tane aldım ve yüzümdeki kanları ve göz altlarımda kurumuş olan rimeli temizledim. Bavulu bir kenara itip biraz daha ileride duran siyah bavulun yanına kadar emekledim. Fermuarını açmayı denedim. Sanırım sıkışmıştı. Biraz daha zorladım ve fermuar kopup elime geldi. Ellerimle kopmuş olan fermuarın bıraktığı boşluğu zorlayarak bavulu açtım. İçinde ufak bir suitcase ve birkaç şişe parfüm, havlu ve kırmızı bir bandana vardı. Suitcase'i alıp inceledim. 4 haneli bir şifresi vardı. Sallamaktan başka birşey düşünemiyordum. "0" "0" "0" "0" girdikten sonra "Hadi bakalım!" dedim ve kilidin her iki tarafında bulunan düğmelere bastım. Biraz zorladım. Açılmayınca çantayı hemen sol tarafıma, yere koydum. Bavulun içindeki parfüm şişelerinin kapaklarını açıp dökülmeyecen bir şekilde çantanın içine sabitledim. Yaramı biraz da olsa toparlamayı planlıyordum. Dizlerimin üzerinden doğrulup yere oturdum. Sağ dizimi kendimi çektim ve sol bacağımı düm düz uzattım. Bavulun içinden havluyu aldım ve nazik dokunuşlarla diz kapağımın biraz üzerindeki kesiğe dokundurup çektim. Yaramı mümkün olduğunca temizledim. Sonunda yaramı baskıladım. Bu epey bir canımı yaksa da dayanmak zorundaydım. Aksi taktirde yaram daha kötü bir hal alabilirdi. Dişimi sıkıp havluyu yaramın üzerine daha da bastırdım. 5 dakika kadar beklettikten sonra havluyu oradan yavaşça çektim. Tanrım... bembeyaz havlu kıpkırmızı bir hal aldı. Bir kenara fırlatıp bavulun içinden küçük havluyu ve bandanayı alıp yanıma koydum. Açık olan parfüm şişelerinin ikisini her iki elime aldım. "Hadi bakalım! Emily! İşte en zor kısmı geliyor!" diye mırıldandım ve ağzı açık olan parfüm şişelerindeki sıvıları kesiğin üzerine bir anda boşaltıverdim. Acıdan büyük bir çığlık atıp elimdeki boş parfüm şişelerini bir kenara fırlattım. Dümdüz uzanıp dişlerimi sıktım. Canım öylesine yanmıştı ki sanki iğneli bir yatağın üzerine atılmıştım. Boydan boya alev alev yanan açık yaram ve ölmek için çıldıran bir beyni kontrol altına almak birkaç dakikalığına çok güçleşti. Sonunda yanma yavaş yavaşa diniyordu. Tekrar oturur pozisyona geldim. Yanımdaki küçük havluyu bacağıma sardım ve kırmızı bandanayı üzerine sabitleyip bağladım. Pansuman bittikten sonra kendimi tekrar karlı zemine salıverdim. Derin derin nefes alıp gökyüzüne bakakaldım. Kar taneleri yavaş yavaş yüzüme düşüyordu. Sanki herşey bitmişti ve mutlu sona ulaşmıştım. Halbu ki sadece pansumanı bitirmiştim. Üzerimdeki krem renkli kazağım neredeyse komple ıslandı. Soğuk artık kemiklerime kadar işliyordu. Hemen sıradaki sorunumuza odaklandım "SOĞUK" . Yardım gelene kadar dayanmak zorundaydım. Yattığım yerden doğruldum ve ayağa kalktım. Zor da olsa ayaklandım, bu kez daha rahattım. Yaramın pansumanlı olması içimi rahatlattı. Daha özgüvenle hareket edebiliyordum. Çarpmanın etkileri hala devam ediyordu ama ilk andaki gibi etkiler şiddetli değildi. Etrafa saçtığım Christina'nın giysilerini tek tek topladım ve bavula tekrar geri koydum. İçlerinden siyah beyaz üçgen desenli kazağı aldım. Giymekte olduğum kazağımı çıkarıp yere bıraktım. "Uuuuuuuuuuu....!!! Çok soğuk!!!" dedim. Kar taneleri tenime değer değmez daha da fazla titremeye başladım. Adeta titreşim modunda unutulan ve ardı ardına çalmakta olan bir telefon gibi titredim. Hızla kazağı giydim. Tek ihtiyacım olan şey montumdu. Onu da enkazın içinde aramaya karar verdim. Yerimden kalkıp seke seke yürüdüm. Yan bir şekilde zemine saplanmış olan dev metal parçasının yanından geçip enkaza vardım. Kopmuş olan bölmeye doğru eğilip içeriye doğru emekledim. Uçağın iç kısmına girince ayağa kalktım. Yukarıya doğru baktım. Herşeyin aşağıya doğru bakar vaziyette olması gerçekten bana ilginç geldi. Koltukları ve etrafındaki metal çıkıntıları inceledim. Montum hemen başımın 1 metre kadar yukarısındaki metal çıkıntıya takılmış aşağıya doğru sarkıyordu. Sağlam bir durumda olsaydım birkaç zıplama ile onu oradan alabilirdim ama şu durumda bu mümkün değildi. Onu oradan düşürecek birşeye ihtiyacım vardı. Yere baktım ve sopa gibi birşey aradım. Temizlik süpürgesinin kırık sapını alıp tekrar yukarıya baktım " İşte bebeğim! Şimdi annen seni almaya geliyor!!! ". Birkaç kez parmak uçlarımın üzerine kalkıp uzanabildiğim kadar yukarıya uzandım ve sopayı savurdum. 5. denememde montuma çarpıp onu oradan daha da aşağıya çekmeyi başardım. Fakat hala düşmemişti. Bu kez sopayı oraya fırlattım. Sopa montuma çarpıp yüzüme adeta bir paraşüt gibi açılı düştü. Montumu giydim ve hemen fermuarını kapadım. Kuru giysiler bir nevze olsun içimi ısıtmaya başlamıştı bile. İçeriyi biraz daha yokladım. Patlamış olan camın hemen üzerine sabitlenmiş olan acil durum çekicini aldım ve ilk yardım malzemelerinin bulunduğu çantayı açtım. Alkol şişeleri kırılmış, antiseptik ise kullanılamaz bir haldeydi. Bandajlar hala iş görebilirdi. Bandajları alıp uçağın parçalanıp açılmış olan bölümünden dışarıya doğru emekledim. Dışarıda kar daha da hızlanmıştı. Görüşüm git gide netleşmişti. 1-2 kilometre öteden gelmekte olan fırtınaya baktım. Hava kötüleşecekti ve muhtemelen barınacak bir yer bulamazsam donarak ölmekten beni hiçbirşey kurtaramayacaktı. Yardımın geleceğini umut ediyordum. Enkazdan ayrılmamaya karar verdim. İleride açık bıraktığım bavulların yanına doğru hızlı bir şekilde yürüdüm. Suitcase'i yerden alıp tekrar enkazın girişine döndüm. Eğer bu deliği kapatmazsam içeride olmam bile beni fırtınanın etkisinden koruyamayacaktı. Suitcase'i içeriye bırakıp etrafta bu deliği kapatacak birşeyler aradım. Birkaç parça bezden başka bişey bulamadım. Aklıma dışarıda kara saplanmış olan dev metal parçası geldi. Onu oradan çıkarmak belki zor olacaktı ama nihayetinde saplandıpı yer bir kaya parçası değil, kardı. Elimdeki çekici içeriye bıraktım ve dışarıya çıktım. Kara saplanmış olan metal kapağın yanına varınca ilk denemede onu her iki tarafından kavrayıp bulunduğu yerden çıkarmaya çalıştım. Tabii ki de 1 santim bile yerinden oynatamadan onu bıraktım. Kar git gide hızlanıyordu. Fırtına çok çok çok kısa bir süre sonra bulunduğum yere ulaşacaktı derken kurtların ulumasını duydum. Derinden uluyan kurtlar bir anda tüm dikkatimi üzerlerine çekti. Bir anda tüm bedenimi tepeden tırnağa bir korku ve panik sardı. Elim ayağıma dolanır gibi oldu. Hızla işime koyuldum. Bacağımdaki acı biraz daha arttı. Metal parçaya sarılıp bacağımdaki acıya rağmen var gücümle onu oradan çekip çıkarmak için yüklendim. Biraz kıpırdadı fakat yeterli değildi. Böyle devam edemezdim. Kurtların yaklaşmakta olan ulumalarını mı yoksa yaklaşmakta olan kar fırtınasını mı düşünecektim. Bu işin böyle gitmeyeceğinden emindim. Hemen yere eğildim ve metal parçanın dibindeki karları elimle küremeye başladım. Karı temizlersem onu daha rahat saplandığı yerden çıkarıp harekete ettirebilecektim. Hızla küremeye devam ettim. Kurtların ulumaları biraz öteden geliyordu. Git gide daha da net duyabiliyordum. Adeta rüzgarın ıslığı kulağımı okşuyor ve kurtların uluması kulak zarımı parçalıyordu;

* AUUUUUUUUUUUUUUUUUUU, AUUUU AUUUUUUUUUU *

* FIIIIIIIUUUUUUUUUUUUUUUUUVUUVUVUVVVVVVVVIIIIIIUUUV *

Çok korkmuştum. Dokunsalar ağlayacak bir vaziyetteydim. Zar zor toparladığım cesaretim ve özgüvenim yeniden yerle bir oldu. Adeta bir köstebeğin toprağı kazması gibi metal parçanın dibindeki karı kürüyordum. Yeterince kürediğimden emin olduktan sonra hızla ayağa kalktım. Metal kapağı sarıp kavradım. Kurtlar tekrar uludu. Bu kez çok yakındaydılar. Muhtemelen aramızda 50 metre kadar bir mesafe vardı. Merak ve korkuyla başımı sağ yana doğru eğip o yöne baktım. Fırtına nedeniyle görüşümdeki netlik tekrar gidip yerini tekrar bulanıklığa bırakmıştı ki koşmakta olan kurtları gördüm. " TANRIM!!! LANET OLSUN!!! " diye çığlık atıp metal parçasını var gücümle bulunduğu yerden çekmek için kendimi parçaladım. Yavaş yavaş saplanmış olduğu yerden çıktı fakat kapak ağırdı ve ben onu sürüklemek zorundaydım. O sırada koşarak yaklaşmakta olan kurtları izlemeye devam ettim. Çok yakındaydılar. Aramızda 25 metre kalmıştı. Panikledim. Bir yandan izlemeye devam ediyor diğer yandan kapağı var gücümle enkazın girişindeki deliğe sürüklüyordum. Çok az bir mesafe kalmıştı. Kurtların hırlamalarını duyabiliyordum. Açlıktan ölüyorlardı. Onlara yem olmaktansa donarak ölmeyi tercih ederdim. Bir an için yaptığım bu şeyler son çırpınışlarımmış gibi hissettim. Korku bedenime hakim oldu. Girişle aramda sadece 5-6 adım kalmıştı ki metal kapak bir anda yere saplanmış olan demir çubuğa takıldı. " KAHRETSİN! " diye bağırdım. Var gücümle metal kapağı çekmeye çalıştım. Demir çubuk ufak ufak kıpırdamasına rağmen itinayla kapağı tutup sıkıştırmak için çırpınıyordu. Kurtları artık net bir şekilde görebiliyordum. Karda koşmaları onları bir nevze olsun yavaşlatıyordu. Aramızda 10 metre kadar bir mesafe vardı. Deli gibi uluyorlar ve hırlıyorlardı. Beni parçalamak için can atan sivri ve keskin dişlerinden akan salyaların sıcaklığını şimdiden hissediyordum. Çekmekte olduğum metal kapağı sıkıştıran demir çubuğa yaralı bacağımla ardı arkası kesilmeyen tekmeler ve darbeler indirdim. Demir çubuğa attığım her tekme canımı öldüresiye yakıyordu. Başka çarem kalmamıştı. Son çırpınışlarımı yapıyordum. Aynı zamanda var gücümle birlikte kapağı çekiyordum. Sonunda başardım. Metal kapağı çubuğu üzerinden aşırıp girişe doğru hızla ve var gücümle sürükledim. Kurtlar birkaç saniye beni izledi ve öndeki iri kurt metal kapağın üzerine atlamak için hazırlandı. Hamlesini yapıp kapağın üzerine doğru sıçradı. Tam delikten içeriye (enkaza) girmek üzreydim ki kurt metal kapağın üzerine çarptı. Çarpmanın etkisiyle birlikte daha fazla dayanamadım ve arkaya doğru yığıldım. Kapakta deliğin üzerine kapandı. Avını elinden kaçıran kurtlar deliye döndü ve ulumaya, hırlamaya başladı. Çelik pençeleriyle metal kapağa ardı ardına darbeler vurdular. Yattığım yerden başımı biraz kaldırıp metal kapağın onları tutup tutamayacağını izledim. İşe yaramıştı... Derin bir nefes aldım...

Kurtulmuştum...

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Sep 03, 2016 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Beyaz ÖlümHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin