Bol gök gürültülü, yağmurlu bir kasım akşamı.
Ne zaman böyle bir hava olsa, korkudan tir tir titrerdi otuzlu yaşlarının başında olan, siyah saçlı, beyaz tenli, güzel yüzlü kadın Filiz. Üstelik hamileydi, hem de dokuz aylık.
Beş katlı bir apartmanın, üçüncü katında yaşıyordu nikâhsız eşi Mustafa'yla birlikte. Evi kutu gibiydi. İskandinav tipi yeni aldığı koltukları ve beyaz uzun perdeleriyle süslü bir salonu, uzun bir koridoru vardı evin. Duvarları, o yılların modası olan şampanya rengiydi. Uzun koridorun nihayete erdiği yerde yine dar ve uzun bir mutfak vardı. Beyaz yağlı boyayla tazelenmiş ahşap rafta, mavi çiçek desenli Çekoslovak porselenleriyle diziliydi.
İki de odası vardı o küçücük evin. Arkada, balkonlu odayı kendilerine yatak odası, yanındaki küçük odayı da doğacak olan çocukları için ayırmışlardı ama Filiz'in hamileliği boyunca hep Mustafa'nın bekar arkadaşlarına sığınak olmuştu bu tek divanın anca sığdığı oda.
Filiz evin bütün ışıklarını yakmış, radyoyu son sesine kadar açmış, duymamaya çalışıyordu gök gürültülerini. Bir yandan da dua ediyordu Tanrı'ya, "ne olur, sancılarım sıklaşmasın" diye.Gece saat 04.00 olmuştu. Radyoda hüzünlü bir Zeki Müren parçası çalıyordu, hava da sakinlemişti biraz. Ancak Mustafa yoktu ortalıkta. Ya bir arkadaşına takılmıştı ya da kumar masasında hayatını kazanmaya çalışıyordu. Filiz, evin en güven verici yeri saydığı, gelin gibi süslediği salonunda, İskandinav tarzı koltuklarından birinde uzanmış, uykuya dalmaya çalışıyordu. O an korkunç bir ses duyuldu gökyüzünden. Ya çok güçlü bir şimşekti ya da yakınlara bir yere düşen yıldırım. Filiz o sesle sıçradı yerinden ve kasıklarında öyle bir sancı hissetti ki, sanki bir çift el kasıklarından et koparmak istiyordu. Ne yapacağını bilmez bir halde doğruldu uzandığı yerden. Derin derin nefes almaya başladı, son zamanlarda sıklaşan sancılardan biriydi bu ve geçecek diye düşünüyordu.
Dakikalar geçti ama sancısı geçmiyor, aksine artıyordu. Kasıklarındaki o iki el, zaman geçtikçe daha da sıkıyordu onu. Yalvardı Tanrı'ya "ne olur, ne olur şimdi olmaz, ne olur". Gökler ise inadına, ardı ardına gürlüyordu. Filiz, iki bacağının arasında bir ıslaklık sezdi, ilk önce çocuksu bir korkunun tetiklediği, ufak bir kaçamak sandı ama durum öyle değildi.Torbası patlamıştı.Çocuk, geliyordu.
Hemen kalktı uzandığı İskandinav koltuktan, telefona yöneldi. Sokaklarının az ilerisinde, Mustafa'nın yakın arkadaşı Salih'in çalıştığı taksi durağını aradı.
-İyi geceler, Ersan Taksi-Salih, sen misin?-Evet, Filiz abla? Ne oldu?-Salih, ben pek iyi değilim ablacım, Mustafa'dan haberin var mı?-Şey, bilmiyorum abla akşam gördüm ben O'nu, bir daha da görmedim-Salih, ablacım gel al beni evden hastaneye götür-Tamam abla, hemen geliyorum
Mustafa'nın en yakın arkadaşlarından biriydi Salih. Taksi durağında yatıp kalkan, yaşamını direksiyon başında kazanan eski bir futbolcuydu. Talihsiz sayılabilecek bir evlilik yapmıştı. Hem çok sevdiği futbolu hem de sahip olduğu her şeyi kaybedivermişti karısını onu terk ettiğinde.Bir terk ediş de sayılmazdı bu. Hazırlık kampı için gittikleri Antalya'da başka bir takımdan teklif almıştı. Düşünmek için zaman istedi ve erkenden dönüp, eşine haberini vermek ve ondan akıl almak istiyordu. Her şeyi eşine sorardı Sahil. Şu hayatta en güvendiği, tek sahip olduğu insandı çünkü Neriman. Ailesini çocukken kaybetmiş, doğru düzgün okula gitmemiş, insanlara güvenmemiş, varı yoğu futbol olmuştu. Sonra da Neriman.
Otogardan eve zor gelmişti bu mutlu haberi karısına vermek için. Fakat eve geldiğinde karısı yalnız değildi evde.Sinirlendi, kırıldı, öfkelendi. Birçok duygunun bir arada olması böyle bir şeydi. Kendini tutamadı, sert bir tokat attı Neriman'a. Odada başka yer yokmuş gibi Neriman başını cibinlikli yataklarının meşe ağacından korkuluklarına vurdu. Her şey saniyeler içinde oldu. İnsan saniyeler içerisinde hem aldatılmış, hem katil hem de her şeyini kaybetmiş bir adam oluveriyordu bu hayatta. Gazeteler günlerce ondan bahsetti. Futbol hayatı bitti, tüm maddi varlığını da içeride rahat edebilmek için sattı, dağıttı.
Çıktıktan sonra artık tanınmayan, tanıyanlar tarafından çok da sevilmeyen evsiz, barksız, beş parasız bir insandı. Yaşı kemale ermiş, hapishanede geçirdiği yıllar sağlığını da bozmuştu. Taksi durağının kulübesinde kaldı bir süre. Yedek kulübesinden oturmaya tahammülü olmayan adam için ne manidar bir sondu bu. Bir zamanlar şoförleriyle gittiği yerlere, şoför olarak gidiyordu. Mustafa ile tanışmaları da yine bu mesailerden birinde oldu. Bonkör adamdı Mustafa. Taksimetrenin ne tuttuğuna bakmadan çıkartıp verirdi parayı. Para, başkalarında da olmadan sadece ondan olmasının ne anlamı vardı?
Bir gece Mustafa pavyondayken paltosunun düğmesi koptu. Kapıda duran taksicilerden birine paltoyu, kopuk düğmeyi ve evinin adresini verdi. "Benim hanıma söyle, dikip göndersin". Konuştuğu taksicinin arkasına park etmişti Salih de. "Ağabey, beş saattir buradayım, ben götüreyim mi?" diye seslendi Mustafa'ya. Mustafa, önce gülümsedi, sonra "ben adil adamım arkadaş. O zaman paltoyu bu götürsün, sen de düğmeyi götür. Olur mu?" O günden beri Salih ağabeyi bellemişti Mustafa'yı. Zaman zaman evinde kalıyor, derdini anlatıyor, birlikte kafa çekmeye gidiyordu. Mustafa da Salih'ten başka kimsenin taksisine binmiyor, bir şekilde karşılık beklemeden iyilik yaptığı adama borçlu hissediyordu kendini.
Şimdi ise bu ağabeyinin karısı, Filiz yengesi -ona ablasıymış gibi şefkat gösteren - iyi değildi.Salih yıldırım gibi geldi evin önüne. Üçüncü kattaki daireye merdivenleri ikişer ikişer atlayarak çıktı, Filiz'i kucakladığı gibi aşağıya, kapının önündeki taksisine bindirdi. Filiz, arka koltukta yarı uzanır şekilde kalakaldı, kıpırdayamıyordu. Sancıları iyice artmış, bebek yavaş yavaş dışarı çıkmaya çalışıyordu. Salih, çalışır durumda bıraktığı arabanın şoför koltuğuna oturdu, yağmuru umursamazca bastı gaza.
-Salih, acele et ablacım lütfen!-Tamam abla merak etme, 10 dakikaya oradayız.
Kısa bir süre sonra hastaneye varmışlardı bile.Hemen Filiz'i arabadan çıkardı, sağ kolunu kendi omzuna aldı "yardım edin, kimse yok mu?" diye bağırdı hastane kapısına doğru ağır adımlarla ilerlerken. Kimse yoktu sanki ortalıkta. Sesi duyulmamıştı Salih'in. Tekrar, bu sefer daha sinirli ve gür bir sesle bağırdı. "Kimse yok mu lan Allahsızlar!" Kapıdan bir erkek ve bir kadın hademe çıktı. Filiz'i bir sedyeye yatırıp götürdüler. Filiz artık dayanamıyordu, çığlıklar atmaya başladı. Salih sedyeyle birlikte koşuyordu "korkma abla, bir şey yok korkma abla"Ameliyathaneye geldiklerinde, Salih'i içeri sokmadılar. Salih aksi yöne doğru koşturdu, danışmaya geldi. Telefonu istedi, bir yandan Filiz'in çığlıklarını duyuyordu. Çığlıklar içine işliyordu Salih'in, telefonu bıraktı, yere çömeldi, elleriyle kulaklarını kapattı. Kimsesiz, alabildiğine sakin koridorun sessizliğini Filiz'in çığlıkları bozuyordu. Salih başını ezmek istercesine bastırdı ellerini kulaklarına. Ellerinin arasında sızan ses, Salih'in beyninde yankılanıyordu. Sonra çığlıkları seyrekleşti, gücünü azalttı ve insanı sağır eden bir sessizlik kapladı koridoru...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çarşaf - Bölüm 1
General FictionÇarşaf, babadan oğula bir aşk hikayesi değildir. İçerisinde İzmir'in, pavyonlarının, ara sokaklarının, çıkmaz sokaklarının, nergiz kokan yaz akşamlarının ve yağmurlu kasım günlerinin hikayesidir.