Antalya'nın ıslak boğucu sıcağında 2.Dış Hatlar Terminali daha sabahın 04.00'ünde tıklım tıklımdı. Avukat Turan'ın yardımcısı Zafer'in homurtulu sesi havaalanındaki uğultunun içinde duyulmadı bile.
-Bu ne amk?! Sabahın dördü bu ne kalabalık?!
-HASTÖ örgütünün kaçmaması için polisin kontrolüdür, ne olacak ?
Yanlarında bayram tatili için Kıbrıs'a giden Tarih öğretmeni arkadaşları Arif'in ağzını bıçak açmıyordu. Gergindi. Devlet memurlarına verilen ve eskiden ayrıcalık olan yeşil pasaport, HASTÖ denen uyduruk bir örgütün çökertilmesi için girişilen polisiye çalışmalarda artık uygunsuz bir damga gibi her yerde onu takip ediyordu. HASTÖ denen örgüt genelde toplumun entelijansiyasını hedef aldığı ve bürokrasiyi ele geçirdiği için kimine göre altmış bin kimine göre yüz bin kişiyle devletin içine çöreklenmişti. Öğretmen Arif de artık olağan şüpheli gibi görülen devlet memurluğunu üzerinde taşımak istemiyordu. Bu yüzden yaşı henüz emeklilik için genç olmasına rağmen emeklilik planları yapmaya başlamıştı.
Avukat Turan her zamanki gibi bezgin, sinirli, aç, agresif saldıracak yer arıyordu. Önce ilerleyecek boşluk olmasına rağmen ileri gitmeyip işaret bekleyen Polonya köylüsü zavallı turistleri haşladı. Adamcağızlar kadıncağızlar tek kelime İngilizce bilmiyorlar ama EURO ile kazanmanın cesareti ile tatile çıkıyorlardı. Fakat hala komünist terbiyenin genlerindeki kalıcı etkisi ile bir üst güçten işaret görmeden adım bile atamıyorlardı. Avukat Turan onları zavallıların anlamadığı İngilizce ile bağırarak saldırgan yüz ifadesi ile ilerlettikten sonra bu sefer giriş yapacak yolcuların kontrol sırasında üstlerindeki ıvır zıvırları koyacağı plastik kapları öne doğru sürmeyen sahte sarışın ağır makyajlı güvenlik kıza bağırdı.
-Hanfendi, sizin aptal plastik kutularınız yüzünden bu salak Polonyalılar ilerlemiyor. Burdaki insanlar sabahın köründe cehennem işkencesi yaşıyor.
-Yorgun ve her gün karşılaştığı her biri ayrı çeşit agresif müşteri tipinden bıkmış sarışın güvenlik kız, avukattan daha güçlü ve sinirli bir şekilde bağırdı:
-Burda kutuları taşımak benim görevim değil.
-Ben mi geçip alayım oraya?
Bu söz tansiyonu iyice yükseltmişti ki uzunca boylu uzun kollu gömleğinin kolları hafifçe kıvrılmış güvenlik amiri tipli birisi avukata yaklaştı.
-Buyrun beyefendi sorun nedir?
-Sorun, bu angut Polonyalılar plastik kutuları görmeden ilerlemiyor. Sizin güvenlikler de plastik kutuları getirip koymuyor.
Uzun boylu uzun kollu gömlekli zayıf amir sarışın balık etli güvenlik kıza sus işareti yaparak diğer erkek güvenliklere kutuları işaret etti. Az sonra sabahtan beri kara tren hızıyla işleyen bagaj kontrol sırası, elektrikli tren hızına ulaştı.
Avukat Turan, yardımcısı Zafer ve öğretmen arkadaşları Arif uçağa bindiklerinde sanki ödül kazanmış çocuk gibi sevindiler. Koltuklarına oturduktan en fazla on dakika sonra üçü de uyuyordu. Ancak uçağın tekerlerinin yere sürtünmesiyle uyanabildiler.
......., ................................ ................ ................
Ey bu yazdıklarımı okuyan fani, ben Kayserili Samayıl. Ben kiliseden çıkıp Magusa limanına vardığında limanı toplar dövüyordu. O gün gördüm karşımdaki kafir Türk'ün ne güçlü ne acımasız olduğunu. 11 aydır kuşatmaya direnen martyr şehir 1571 yılı 6 Ağustosta düşecekti.
Daha gazi şehir düşmemişti. Limanda antrepolardan birinde gizli Aziz Mamasın naaşı için yanımda kilisenin zangoçu ve Papazı ile gitmiştik limana. Tek düşündüğümüz Aziz Mamasın aziz gövdesini korumaktı. AZİZ MAMAS, Gangralı hemşerim emanetti bize. Kayseri ve Kapadokyada hala efsaneleri dilden dile dolaşıyordu. Ulu Peygamber'im İsa doğduktan sonra tam 300 yıl sonra dinimin en aziz şehitlerinden biri olmuştu Aziz Mamas. Kafir Türkler 1071'de Malazgirt savaşından sonra ülkemi perişan etmiş, biz de emanetimizi Kıbrıs'taki Güzelyurt kilisesine getirmiştik. O sırada hristiyan göçmenler akın akın Kıbrıs'a geliyordu kaçıp kafir Türklerden. Aziz Mamas'ın kutsal bedeni de Kayserili ilk göçmenlerle gelmişti ve ben onların soyundan Kayserili Samayıl'dım. Aziz Mamas muhafızlığı yapıyordum bu kilisede.
Magusa limanından emaneti alıp kiliseye vardığımızda kafir Türklerin davul zurna sesleri hala ulaşıyordu Güzelyurt'a. Çoktan şehri kaplamış korku Kiliselerimizin çan seslerini susturmuş, duyulmaz olmuştu.
............,, ............. .........
Avukat Turan uyurken uçakta arka koltukta oturan kokoş iki kadın konuşuyordu.
- Şekerim bu HASTÖcuların dirisi bir dert ölüsü ayrı bir dert.
- Anlamadım
- Dirileri Ergenekoncuları, Atatürkçüleri mahvetti, ölüsü bütün milleti rahatsız ediyor.
- Aaaaaaa!!
- Evet şekerim, bu havalimanındaki kalabalığın rezilliğin tek sebebi onlar.
- Yuh sana. Havalanını teke düşürenin, yıllardır onları başımıza bela edenin, şimdi de herkesi HASTÖcü sayanın suçu yok mu?
- Diyosuuun!...
Gülüştüler iki kokoş. Girne'deki havuzlu villalarına ulaşmak için can atıyorlardı. Avukat Turan bu konuşmaları uykusu arasında duymuş ama gerçek mi rüya mı algılayamamıştı. Ama az sonra demir paslı bir kapının yarı aralığında gördüğü divanda ağlayan HASTÖ lideri Hasan aslında avukatın rüyasında ağlıyordu. Daha görmediği Kıbrıslı Müvekkil bayan bir koltukta iki büklüm Aziz Barnabasa küfrediyor, Aziz Barnabas yazdığı incili göğsüne bastırıyor ağlıyordu. Aziz Mamas hüzünlü hüzünlü haç çıkarıyordu. Ve Üçü de ağlıyordu.
Avukat Turan gözünü yere sürtünen lastiklerin çayırdısı ile açabildi. Yardımcısı iyice üstüne kaykılmış genç çocuk darmadağın uyuyordu. Uçağa binmeden içtiği 2 duble viskinin etkisi midir bilinmez, hiçbirşeyden uyanacağı yoktu. İlerde dostları öğretmen Aziz ufacık gövdesi ile uçak koltuğuna tünemiş gibi oturuyor yorgun ve gergin suratı ile hiç tatile çıkmış görünmüyordu.
.......,.,,,,,,,.........
Yaşlı Kadın eski fakat kaliteli muhtemelen İngiliz malı bir koltukta oturuyordu. Rum /Türk melezi olduğu her halinden belli, şiveli sesi tiz yaşlı kadının yorgun bir hali vardı.
- Bilirsiniz Karakaş Beyi. Bizim ev onun büyüdüğü evin yakınında idi. O büyüktü benden. Ben hatırladığımda 13.14 yaş olmalı o. Türkiye'ye göçtüler. Yakışıklı ama kara bir çocuk idi. Aslı Kayserili Çerkez derler. Ana taraf bize uzaktan hısım geçer. Tabi biz de asıl Karaman'dan göç. Ama büyük büyükannem Rum. Dayım papaz Dipkarpazda kilise büyük papazı idi. Makarios ile yakın arkadaş. Gençler ne derler 'kanka'...
Yaşlı kadın sustu. Parmaklarını koltuğun ahşap kolunda gezdirdi, gözlerini yumdu dinlendirmek ister gibiydi. Ayşe adını ona annesini doğurtan ebe vermişti. Hz.Ayşe mi başka Ayşe mi ilham olmuştu bilinmez.
Koltuğun arkasında duvarda asılı ikona kendiliğinden gelip duvara konmuş gibiydi. İsa epeyi esmer çizilmişti. Tüm diğer isalar gibi ezik, zayıf ve kaslı. Yüzü acı dolu ve duruşu feminen. Bu nedenle Avukat Turan yıllar önce seyrettiği Mel Gibson'un filmindeki İsa karakterini pek gerçekçi bulmamıştı.İkonadaki İsa sırtındaki tahta haçın altındaki çökmüş tek dizi yere değmişti. Başındaki demir taçtan yere kanlar damlıyordu. İsa'nın arkasındaki beyaz bulutun üzerinde ağlayan erkek bir melek elinde bir yazı tutuyordu.
"Bize hayatın bir sır olduğunu söyleyen yüce Rab
Kabul etmemizi de istedi ama mutlulukla
Ve kabul ettim sırrı acısıyla mutluluğuyla
Sır geldi beni almaya"
Sır nedir dedi avukat içinden. Birden yaşlı kadın gözünü açtı, avukata baktı. "Aziz Barnabas Aziz Mamas'tan önce geldi Kıbrıs'a. Barnabas sağ, Mamas ölü geldi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYIPTIR BARNABAS!?
FantasiaBir avukat Kıbrıslı yaşlı bir kadının miras işleri için kıbrısa çağrılmıştır. Devlet memuru Bir arkadaşı da bayram tatili için Kıbrıs'a gitmek istemektedir. Avukatın yardımcısı, avukat ve memur arkadas beraber yola çıkarlar. Havalanında terör örgüt...