"HAMİLESİNİZ.."

266 10 52
                                    

            (3 gün sonra)

            (Rüya)

            Gözümün içine kadar giren güneş ışıkları ile, ağlamaktan yanarken kapatıp uyuduğum, gözlerimi zorakî bir şekilde açıyorum.
            Etrafa bakındığımda kendi evimde olmadığımı anlayarak, dün gece olanları hatırlamaya çalışıyorum. Yastan çıkıncaya kadar ailemin yanında değil de, Emre ile düğünden birkaç gün önce tuttuğumuz müstakil evde kalmak isteyip, buraya geldiğim aklıma geliyor.

             Banyoya gidip, aynanın karşısına geçiyorum. Nerdeyse son beş gündür makyaj yapmadığım yüzüm ve gece gündüz ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözlerim ile karşılaşınca kendimden de, yaşanılan her şeyden de nefret etme isteğim daha da artıyor içimde.

             Dün kapalı bir tabut ile birlikte, toprakla buluşturduk onu.

             O an nasıl ayakta kalabildiğimi gerçekten bilmiyordum. Bir şey vardı bana güç veren, ayakta durmamı sağlayan. Bunu Emre gidince hissettim. O yanımdayken ayaklarım yerden kesiliydi, ama o gittikten ve ben temelli yalnız kaldıktan sonra yine de beni hayatta tutan bir gücün olduğunu hissettim ilk defa dün.

              Cenazesi çok kalabalıktı. Mesleğinden tanıdığı herkes geldi. Kısacası dört-beş gün önce düğünümüzde gördüğüm tüm simalara, aşînâydım.

              Hayat çok garip değil mi gerçekten de ?

              Birinin düğününe, o çiftin en mutlu gününe katılıyorsun. Düğün kan gölüne dönüyor ve damat ölüyor. Yaklaşık beş gün sonra da, o düğünün damadının cenazesine katılıyorsun.

              Hayat gerçekten; hem acımasız, hem adil değil, hem de riyâkâr.

              Sana hep güzel görünür, iyi yüzünü gösterir. Ama asıl gerçek yüzü, herşeyden daha fazla acıtır insanın canını. Emre gittiğinde, ben de gördüm hayatın asıl yüzünü. Meğersem hayat, ne ikiyüzlüymüş. Emre gidince, hayatın tüm gerçekleriyle karşılaşmış oldum.

              Yüzümü yıkayıp, gardrobun önüne geçiyorum. Elime geçen üç-beş parçayı alıp üstüme geçiriyorum. Dolabı kapatacakken, ayrı bir bölümde duran Emre'nin kıyafetleri çarpıyor gözüme. Tüm kıyafetlerini kucaklayarak, yatağın kenarına oturuyorum.

               Kazakları ve tişörtleri teker teker alıp, içime çeke çeke kokluyorum. Her koklayışımda, onu ne kadar özlediğimi anlıyorum. Ah be Emre, nasıl bırakıp gidersin beni, bizi ? Hani söz vermiştik birbimize ? Hiç bırakmayacaktık birbirimizi.. Yalan söyledin bana, kandırdın beni, yalnız bıraktın.

               Peki tüm bunlara kim sebep oldu ? Aklım almıyor benim. Kimseyi üzmeyen, hiç kimseyle bir derdi olmayan Emre'nin, en mutlu gününde canını almak isteyen kişi kimdi ? Evleneceğimiz, yuva kuracağımız gün de, kim canına kasteder onun ? Emre'nin kiminle ne derdi olabilir ki ? Bana da bir şeyden bahsetmemişti, sürekli her şeyin yolunda söyler durur, bana kendimi güvende hissettirirdi.

               Ama hiç bir şeyin yolunda gittiği yokmuş. Emre, kime ne yapmış olabilir de, onu öldürmeye çalıştılar ?

               Onu toprakla kavuşturduğum günden beri, gecelerce hep aynı şeyi düşünüyorum ben. Bu caniliği kim yapar ? Onu benden kim alır ? Ama bulamıyorum işte. Yok, bir ipucu yok, bir delil, bir gerçek yok ortada. Ve ben Emre'siz, hiçbir şeyim. Yalnızım, savunmasızım, güçsüzüm ve duygusuzum.

               O temelli gitti, duygularımı da aldı götürdü. Hiç düşünmedi, arkasında beni bıraktığını, o olmadan, başkasını sevemeyeceğimi hiç düşünmedi.

EKSİK PARÇAM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin