02/05/ 2003
Zaman, küçük kızın içinden kayıp giden minik kum taneleri kadar hızlıydı.
Dakikalar bir bir işliyordu fakat küçük kız hâlâ farkında olmamakta ısrarcıydı. Çocuksu bir mutlulukla lunaparkın bir oyuncağından başka bir oyuncağına koşup duruyordu. Minik bedeninin büyük bir yorgunluk tarafından ezildiğinin farkına varınca atlı karıncanın önünde durup ellerini dizlerine koydu ve derin bir nefes aldı. Kendini iyi hissettiği dakikalarda çevresine bakıp karanlığın esaretine düşmüş kocaman gözleriyle babasını aradı. Bulduğu o büyük beden dimdik ve sert bir şekilde ağzında dumanı tüten sigarasıyla onu izliyordu. Gülümseyerek arkasına döndü, hayranlığını her saniyede artıran oyuncak ata büyülenmiş gibi baktı. Gözleri tekrar babasının olduğu yere çevrilince "Babacığım," diye bağırdı. Güçsüz fakat bir o kadar tatlı sesi babasına ulaştığında ufaklığın gözünde bir dağ kadar büyük olan bedenini atlı karıncanın oraya doğru çevirdi babası.Küçük kız, parmaklarıyla arkasında duran o güzel oyuncak atı işaret etti. "Beni ona bindirebilir misin?" derken gözleri parlıyordu. "Sonra vallahi gideceğiz."
Babası bunun kaçıncı son oyuncak olduğunu saymayı bıraktı ve minik kızının isteğini yerine getirmek için hareketlendi. Her ne kadar bezmiş bir halde olsada tatlı kızının bu hallerini gözlerinin önüne getirince yüzünde bir gülümsemenin peydahlanmasına engel olamadı.
Göz çerçevesinin etrafına özenle dağıtılmış eğri çizgiler, gitgide hayatın yükünü taşımaktan yorulduğunun göstergesiydi fakat ona göre o hâlâ kızıyla gereken vakti geçirememişti. Zihninde puslanan düşüncelere göre ölmek için erkendi ama fark etmediği soğuk namlu aynı şeylerden bahsetmiyordu.
Kızının minik bedenine ulaşmaya bir ramak kala sırtından giren o ağır mermi dağ gibi bedenin yere yığılmasını sağladı.
Minik kız ölümün lanetli sıvısını babasının etrafına yayılırken dehşetle izleyerek tecrübe etti. Üzerine yığılmış bir şok dalgası onun hareketlerini kısıtlıyordu.
Zaman, kum tanelerini ölümün kızıl rengine boyamış, saliseleri içinde bir bedeni daha yelkovanla akrebinin arasına saklamıştı.
Küçük kız üzerine çökmüş şok dalgasını omuzlarıyla geriye silkti ve tiz bir çığlık attı.
"Babacığım!"
Minik ayaklarının önüne yığılmış babasının sırtından yayılan kızıl sıvı ayak uçlarına ulaştı ve bir bedeni daha karantinasına çekti. Küçük kız yere eğilip minik elleriyle babasının yüzünü okşadı. Yığılı bedenin etrafını sarmaşıklar gibi sarmış insanları önemsemedi. Gözleri yalnızca babasının solgun ve ölüme ayak uyduran yüzüne bakıyordu. Kalbinde bir ateş parlamıştı çoktan ve içinin yandığını hissediyordu. Ufak elleri hâlâ babasının yüzünde dolanıyordu. Göz çukurlarına erişen gözyaşlarını minik elleriyle silmek istedi fakat elleri tutuklu kalmıştı babasının kırışmış ve bezgin suratında. "Babacığım," diye seslendi sessizce. "Niye bu kadar soğuksun? Üşüyorsan sana montumu verebilirim, gerçekten. Ama gözlerini açacağına söz vermelisin, verecek misin?"
Geriye hiçbir cevap alamadı. Minik kız zamanın elinde oynattığı bir kuklaydı artık. Aklı erişemediğinden hiçbir şeye anlam veremiyordu. Sorunlar sıkı bir halattı ve büyük bir düğüm haline gelmişlerdi. İçinde bağlı kaldığı saliselerde babası karşısındayken, şimdi ambulans sirenleri şehrin çığlıklarına meydan okuyarak babasının devasa bedenini almaya geliyorlardı.
Korkuyordu. Elinde tuttuğu mutluluk daha elindeyken patlamış, alev olmuş ve katran karası külleriyle minik kızın etrafını çevrelemişti. Bu kısıtlı zaman diliminde her şey değişivermişti ve o bunu algılayamıyor, sadece korkmakla yetiniyordu. Minik elleri babasının solgun yüzünden soğuğa yüz tutmuş ellerine doğru tırmandı. Ardından etrafını çepeçevre sarmalamış insanları izledi sessizce. Binlerce ses kafasındaki tilkileri rahatsız ediyordu. Kalabalıklar onun için her zaman kâbus olmuştu ve şimdi istemeyeceği kadar çok insan etrafında gürültü yapıyordu. Zihnindeki bir tilki o kalabalığın içinden özenle bir sesi seçti.
"Babasını vuran kişi özel bir eğitim almış olmalı, kurşunun sırtından kalbine doğru ilerlediğini saptayabiliyorum. Küçük bir delik var, bu da sadece sırtından hedef almakla öldürebilecek bir kurşun olmadığını kanıtlıyor. Şurada boylu poslu yatan adama değil, minicik kıza acıyorum. Bu yaşta yetim kaldı yavrucak." Küçük kız duyduğu şey karşısında öfkesini kontrol etmeye çalıştı fakat ruhuna dolanan yılanlar onun öfkesini tetikliyor, zihnini kurcalaması için dürtüp duruyordu.
Başını sallayıp öfke bürümüş gözleriyle babasına baktı. "Söz veriyorum babacığım," dedi büyük bir olgunluk ve kararlılıkla. "Sana bunu yapan kimse, onun cezasını büyüyünce bizzat ben ödeteceğim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARİNES
Teen FictionBir ölüm binlerce gözyaşına liderlik edermiş. Bir yağmur damlası binlerce hissin katili olurmuş. Bir mahşer binlerce bedeni kızıl bir kora çevirirmiş. Yalnızca kalp bir kez birini hedef alırmış. Hayatına çığ gibi düşmüş Kuzey de onun kalbinin hedef...