Karanlık her şeyin hükümlüsü, tahta ehil olan kraldı. Zaman zaman kendisine bazı ruhları günah keçisi seçer, onları kan dolu ve zift karası vadisinde ağırlardı. Araf bilinmezlikti ve koca bir boşluktan başka bir şeyi değildi karanlığın. Ağırladığı her bir ruh önce kızıllığın tadına varır, sonrasında dibi sonsuza kapılarını açmış o araftan aşağı itilirdi. Ve bu ruhlardan biri istisnasız: bendim.
Seçilmişliğin hazzı damağıma yayılırken yutkunmuştum sanki. Boğazımdaki düğümün ipine birtakım şeyler bu yutkunmayla takılı kalmıştı ve canımı yakıyorlardı, kelimelerimi eliyor veyahut soluğumu kesiyorlardı. Vücudum görünmez iplerin ardına saklanmış ellerin kuklasıydı, aydınlığın yüz karası olan nasır tutmuş bir çift el benden habersiz hayatımın yönetmen koltuğuna geçmiş ve körü körüne bağlı olduğu isteklerine göre şekillendirmeye başlamıştı. İletişim kuramıyordum içimdeki Vera'yla, kan ve zift dolu vadide boğulmuş, vadinin şaraptan şelalesindeki öfkeli sular onu ele geçirmişti.
Ölüm, inini tam olarak burnumun dibine inşa etmişti.
Derin nefesler ciğerime işlesin istiyordum ancak ne kadar nefes varsa çekilmiş ve tükenmiş gibiydi. Aklım o kadar çok şeye ev sahipliği yapıyordu ki, hangi birini düşüneceğimi kestiremiyordum. Zihnime ağırlık yapan seslere gerçek hayattan bir ses daha eklendi. Açelya "İyi misin?" diyordu. Sesi kulağımı tırmalamıştı sanki, narkoz yemiş gibi hissediyordum. "Olacağım," diyerek ayakta durmaya çalıştım. Böyle olmak zorundaydı, düşmanım her kimse kolay lokma olmadığımı veyahut olmayacağımı belli etmek zorundaydım. Sahte tebessümlü bir yüzle masaya geri döndük. Sanki her şey olması gereken nakışında işliyordu fakat keskin ve boğucu bir sessizlik ortamın kasvetine ek olduğu yetmezmiş gibi bulunduğum masaya şarapnel misketlerinin dağılması misali dağılmıştı. Kimsede çıt çıkmıyor, ağızlar çift taraflı yapışkan bantla yapıştırılmışçasına açılmıyordu. Bu sükûnet rahatsız edici de olsa susmaya devam ettim. Zaten birazdan ortalık şölenlik alan gibi açılır, kahkahalar mekanın şeni şakranlığı olurdu. Ben de bir yerlerde kendimi sarhoş misali bayık bulur, buğulu gözlerle kaburgaları sayılan Vera'yı izler dururdum.
Çok geçmeden masa Açelya'nın sıkı sıkıya tutamadığı çenesi ve yüksek enerjisi sayesinde nefes aldı. "Hadi bir oyun oynayalım," dedi bir hevesle. Herkes başta burun kıvırırken, zamanla kahkaha sesleri masayı doldurmuştu. Etrafın loşluğuna aykırı gülüşme seslerinin sebeb-i ziyareti elindeki küçük bardakların içine döktükleri içkiyle gelen sarhoşluktu. Kelimeler cümleyle intihar ipi ve insan gibi bağdaşmış bir hâlde ortada dönüyor, şekillenip ağızlara laga luga olarak misafir oluyorlardı. Bana birkaç kez denk gelmişti fakat hepsini cevaplayabilmem nedeniyle bir daha sorma girişiminde bulunmamışlardı. Uzak kalmayı arzularken ismimi duydum muzip fakat sert bir sese tını olmuş vaziyette. "Vera," dedi, bu oydu. Karanlığın şehri içinde inşa edilmiş ölüm meleği.. Bakışlarım onun yönüne döndü, tek odağım o olmuştu ve ben de aynı onun ifadesizliğiyle ona bakıyordum. Yüzünde Azrail'in kurbanına sırıtmasını gördüm.
"Lunaparkları sever misin?" dedi.
Kafama balyoz yemiş gibi sersemledim. Boğazıma ölüm kelebeği ağır mı ağır bir yük bırakmış, orada düğümlenip kalmıştı. Gözlerinin içine, o karanlık dünyanın derinine bakmak için çırpındım ancak ne bir iz, ne bir belirti vardı. Boştu, bomboş.. Ne istiyordu? Derdi neydi bilmiyordum ama ters bir şeyler seziyordum. Önümdeki küçük bardağa uzandım, içine bir miktar içki koyduktan sonra fondipledim. Dudakları iki yana kaydı. Hâlimden hoşnut gibi görünüyordu.Vera, içinde binlerce anlam barındıran o adamın gülüşündeki çukurda vaveylalarıyla boğuldu. Kan dolu vadideki hırçın deniz Vera'nın köklü bedenini yuttu, yavaş yavaş gözlerime tırmandı. Bir yanma hissi bastırmıştı, ağlayacağımı biliyordum. Masadan her şeyimi toplayıp, "Bugünlük bu kadar yeter, iyi geceler," diyerek bir hışımla ayrıldım. Hızlı adımlarla yürüyor fakat nereye gideceğimi bilemiyordum. Sokaklar bana el, şehrin parıldak ışıkları içime ateş ve yere göğe sığmayan Ankara bana dar olmuştu. Acı yoldaşım, içime batan göğüs kafesim düşmanım olmuştu. Ve ben gecenin ayazında, tek bir soruyla kâinatın kanadı kırık meleğine dönüşmüştüm. Ne kin, ne nefret, ne intikam... Hepsi ben kararlıyken ortalıkta terör estiriyor, ancak ne zaman tökezlesem beni terk ediyorlardı. Tek bir his elimden tutup kötüyü de iyiyi de benimle yaşıyordu: Acı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARİNES
Teen FictionBir ölüm binlerce gözyaşına liderlik edermiş. Bir yağmur damlası binlerce hissin katili olurmuş. Bir mahşer binlerce bedeni kızıl bir kora çevirirmiş. Yalnızca kalp bir kez birini hedef alırmış. Hayatına çığ gibi düşmüş Kuzey de onun kalbinin hedef...