Kuinta Roga

202 25 6
                                    

Derinlerdeydi sırrı, asırlar geçse de üzerinden bilinmedi baskaları tarafından. Ne Elfler öğrendiler, ne de insanlar göre bildi, sadece ondaydı, onun bileceği işti. Bir Ogre, gece karanlığında, elinde bir fener hızlıca ormanı geçiyordu. Elinde kumaşlara sarılmış birşey vardı, sıkı sıkı sarılmasından anlaşılacak ki kıymetli bir şeydi.
Onu gören olmadı, duyan da. İnsanlık uykuda, ogreler sessizlikte. Biri duydu narin kulaklarıyla bu sesi, pek aldırmadı, bilmek istemedi. Hayra alamet değildi gece ormanda dolaşmak ve hiç iyi değildi dolaşanlarla uğraşmak.
Ogre telaşla etrafına bakınıp duruyordu, biraz sonra elinde ki değerli şeyi bir çalının içine koyup üzerini otlarla örttü. Geldiģi gibi hızla geriye döndü, sessizlik ile işini hallettiğini sanmıştı, lakin hassas kulaklı bir peri onun hışırtılarını duymuştu bile.
******
Günün en güzel vaktinde, Güneşin yavaşca yükseldiği bir vakitte uyandı güzel peri. Kanatlarını silkeleyerek yükseldi ağaçlar üzerinde, doğan güneşi izlemek en güzeliydi günün.
Pırıltılı giysisine deyince gün ışıkları, altın sarısı olan tüller ve saçının ahengiyle benziyordu bir cevhere. Tüm güzelliklerin yaratıcısı Åina'ya şükretti, insani lisanda Ratar derlerdi. Az öteye uçarak kondu güzel Mirä bir dala, günün büyüsünü yaymanın vakti gelmişti tam burada. Uyuyanları kaldırmaya, karanlığa gömülmüşleri çekip çıkarmak adına başlattı narin sesyle diriliş şarkısını:

    'Åina'nın tasarrufunda olan Maia, uyan artık güzel sabaha, ötüşün kuşlar, tak tak vurun ağaçlara güzel ağaç kakanlar. Böcekler ve kelebekler, kanat açın yeni bir dünya ya. Karanlığın sinsiliği terketti bizleru güzel ceylanlar, uyanın tavşanlar.
Size sunulmuş güzellikleri görün, görün güneşin patlaklığını, gök yüzünün berraklığını. Karanlık Ülvin toprakları dışında, Zodri'nin topraklarında. Canavarlar, umacılar yok artık bu diyarlarda, göklerin hizmetkârı Ãkir kovdu hepsini buralardan, ışığı çekip getirdi karanlıktan.'

Her sabah bu şarkı ile başlardı gün, orman sakinleri için. Sesini duyunca kuşlar, neşeyle ötüşerek çıkardı yuvalarından. Sonra ceylanlar sekerdi göl kıyılarında, tavşanlar oynaşırdı yeşil zeminde. Her şey güzeldi, Åina güzellik bahşetmişti kendilerine.
Kanatlarındaki pırıltılar değince çiy tutmuş yapraklara, hoş bir koku yayıldı ormana. Sabah güzeldi, ışığa kavuşmuş olan dünya huzurluydu. Kahvaltısı mutluluktu güzel Mirä'nın, sesi pırıltılı sirin elmasları kadar berraktı. Uçardı yadıma muhtaç olanlara, yanında en iyi ilaç olan neşe ve huzuru götürerek. Severdi Miräyı doğa ve hayvanlar, nazik ve sevecendi, şarkıları bir ayrı güzeldi.
Kolaçan ettiğinde tüm güzellikleri ve ormanı, uçtu tekrardan kötülüğe gizlenmiş topraklarına. Krallıkları bambaşkaydı; saray en tepede yeralırdı, konaklar ve evler çevresinde... Unour derledi krallıklarına yüksek manasında, topraklarına Ruyâ derlerdi eşsiz diye.
Perilerin her şeyi muazzamdı; yapıları bir farklıydı, çağının tüm mimarisine direnerek süslü ve gösterişliydi. Genellikle beyaz ve altın sarısıydı duvarlar. Evler yapraklardandı, yeşil ve sarı renkli. Kapı ve pencereler yuvatlaktı, bazen dikdörtgen. Sarayın kuleleri ve burçları yükselirdi ağaçlar arasından, sarmaşıklarla dans ederek, kubbesi parıldayan altındandı, en üstünde bir sirin...
"Yine mi ormandaydın?" diye sordu babası Yûra kızı miräya.
"Orman benim diğer yarım baba, ondan uzak kalamiyorum" diye cevap verdi güzel sesli Mirä.
Annesi asil Zerinum'un kızı Veraydı. Güzel ve alımlıydı. Yıllar kendisinden bir şey eksiltmemişti, ilk günkü gibi asil ve güzeldi. Solgun sarı saçlarını belinden aşağı salmıştı, başına kristallerden yüksek ve şâşâlı bir taç takmıştı. Kıyafetleri şeftali turuncusu ve uçuş uçuştu, örümcek ipeği olsa gerekti.
Odasına çıkmıştı mirä sessiz ve sakince, penceresinden bakıyordu geniş sınırları olan krallığına. Dün gece ormanla birlikteydi, gizli bir kulübesi vardı yeşil ve güzel. Hüzün uğramadığı kalbine kimi zaman ağır yükler yüklendiğinde veya bir hayvan öldüğünde kaçıp buraya sığınırdı, saatlerce ağlar, yas tutardı. Dün gece de oradaydı ve gecesi bambaşkaydı.
Daha fazla dayanamadı koca sarayda, balkondan yükselerek ormana yöneldi, uçmak ayrı bir zevkti.
Önce bir göl kıyısına vardı, oturdu sessizce. Bir zamanlar insanlar'ın yaşadığı yerler sessiz ve haraptı. Yıllar önce buralardan taşınmış, yeni bir Krallık kurmuşlardı uzaklarda. Lafnenin de sesi kesilmişti çoktandır. Suyun kızı yoktu ortalıklarda. Agöl şimdi tenha ve ışıksızdı, balıklar mutsuz ve bitkindi. Hayvanlar kasvete bürünmüş bu suyu içmiyordu artık, sahipsiz kalmış topraklar ve su hiç bu kadar ıssız olmamıştı. Her defasında bakardı suya hüzünle mirä. 'Keşke' derdi, 'Keşke karanlık yükselmese, insanlar bu topraklardan gitmeseydi, Lafne terketmeseydi.'
Aslında suç perilerindi, yüzüstü bırakmışlardı insanları, aralarına sihirden bir set çekerek ayrılmışlardı onlardan. Lafne'nin sözünü dinlememişlerdi, umursamazca çekip gitmişlerdi. Lafne gitmişti artık, yanında ışığını ve şarkısını götürerek. Boğucuydu ormanın bu tarafı, uçup başka yerlere gitmek gerekti. Susan Lafnenin şarkısına karşılık her sabah bıkmadan, usanmadan şarkı söylemişti ama tutmuyordu yerini şarkıları suyun büyülü ezgisinin yerini. Ulaştı ormanın güney yamacına, kondu ışıklı bir tepeciğin yamacına. İzledi kuş ve rüzgar'ın seslerini. Güzeldi her şeye rağmen orman ve atmosferi. Bir saka kuşu geldi kondu omuzlarına 'Düşüncelisin' dedi nazikçe. 'Şarkıların nerede, yüzündeki gülümsemeye ne oldu?' dedi.
Güzel saka kuşuna baktı Mirä hafifçe gülümseyerek. 'Bu gün farklı' dedi. 'Havada bir gariplik var, orman da değişik bir şey var, ama bilmiyorum ne olduğunu' diye sitem etti.
'Bir tek ben bunu sezdim diye düşünmüştüm' dedi Saka. 'Meğer sen de hissetmişsin ormandaki gizli ürpertiyi.'
'Huzursuz bu gün orman halkı, her neyse bunu sağlayan, bulup uzaklaştıracağım ormandan' dedi Mirä.
Kalkıp tepenin yamacından,  yükseldi ormanın semalarında. Bakıyordu köşe bucak her yere lakin ağaçlar engelliyordu olup biteni görmeye.
Daldı ağaçların arasına, kondu daldan dala, baktı varmı kötülükten eser diye etrafına. Görünürde bir tehdit yoktu ama karanlık baskısı hissediliyordu.
Kanatlarına çöken ağırlık belliydi, anlaşılan baya yakınındaydı. Önce bir uğultu yükseldi rüzgardan ağaçların arasına dalarak, sonra ürperdiğini hissetti iliklerine dek.
Bir feryat gibi yükseldi üzerinden kanatlarına çöküp yer edinmiş ağırlık. Bu değişik bir şeydi, ilk defa üşüdüğünü hissediyordu. İleri de bir çalı vardı. Normal çalılardan daha koyu ve korkutucu gözüken, etrafında karanlıklar uçuşan... Hiç de selim bir durum değildi ona yaklaşmak zirâ içinden çıkacak kötülük neydi bilinmez. Uzak duruyordu bu çalıdan hayvalar, konmuyordu dallarına kuşlar. Şekli bozuktu, sanki biri, çok güçlü biri onu ikiye yarıp içine girmiş, sonra tekrardan kapatmıştı. Yıldırımmı düşmüştü gökten ormana? Çalının etrafı bek koyuydu. Yanıp kül olmuş gibiydi toprağı. Usulca yaklaştı mirä çalıya, sessizce dinledi çınlamayı ve bela öten borazan seslerini. Yavaşça açtı çalıyı bozulmuş tarafından, yardı dallarını ve dikenlerini, krem rengi bir kumaşın altında bir şey gizliydi. Başka hiç bir şey yoktu, ne bir kalıntı ve tıkırtı. Uzattı ellerini yavaşça kumaşa, gördü titrediğini ellerinin. Sonra geri çekti hızlıca, bulaşmadan karanlığa, gitmeliydi buradan. Ne yapsındı, merak güçlü ve arzuluydu. Kararlıca uzattı ellerini öne, çekti hızlıca kumaşı üzerinden. ..

Bu bambaşkaydı, güzel ve büyüleyiciydi. Bir elmas veya değerli bir taşmıydı? Hayır bu olamazdı. Hepsinden de farklı ve güzeldi. Büyülüyordu kendisine, peki bu neydi ve karanlık baskıyı nasıl yaymıştı?

PeriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin