Lúră Dragën

69 15 0
                                    

Ormanın zemini sessiz ve ıssızdı. Yaşayanlar sessizliğe gömülmüştü. Bir hüd hüd ötüyordu pervasızca.
Yeni bir karanlığın habercisiydi tüm olanlar. Orman eski orman olmayacaktı bundan sonra. Önü alınamaz bir kötülük savrulmuştu dünyaya.
Safi iyilik taşıyan varlıklar sezmişti ayak seslerini karanlığın, çıtırdayan kabukların ardından bilmediği lakin yabancı olmadığı bir dünyaya açılmıştı gözleri. Telaş ve korku hakimdi ormana, canlılar huzursuzdu. Olmazdı, olamazdı eskisi gibi, dünyaya yeni bir karanlık daha gelmişti. Karanlığı törpüleme olası şey değildi ama oldukça zordu. Bir kötü nasıl iyi olabilirdi, karanlık aydınlık olabilirmiydi?

Ormanın derinliklerinde gizli kalmış toprakların geniş sarayında ormana bakıyordu soylu peri Mirä. Orman ve Değerli taşı onu kendisine çekiyordu lakin engelleyen bir emir vardı babası tarafından. Uzun bir süre çıkamayacaktı saraydan, ayrı kalacaktı taşından ve ormandan.
Günün çoğunu odasında pencere önünde geçiriyordu, uzaklara dalıyordu, sadece güzel olanı düşünüyordu.
Gün gelecekti, öyle bir gün ki, hayatında en istemediği gün gelip çatacaktı, kim bilir belki de gelip çatmıştı...
Annesi ardında bir kaç hizmetli ile birlikte sabahın erken saatinde daldı odasına mirä'nın.
'Uyanma vakti küçük uykucu' dedi biraz neşe ve ciddiyetle.
'Hazırlanman gerek, geç kalacağız.'
Anlamış değildi altın saçlı peri olup biteni, annesi ne diyordu, nereye geç kalacaklardı ki?
'Neler oluyor?' diye sordu uykulu ses tonuyla.
'Bu gün kardeş krallıktan Kral Klin ve Kraliçe Flor gelecekler. Yanlarında oğulları Prens Zeyi de getirecekler' dedi annesi memnuniyetle.
Bu kendisini ne ilgilendirirdi ki? Sadece anlamsızca baktı annesinin yüzüne, bu gün bir çok gereksiz tören ile karşı karşıya kalacağını gayet iyi biliyordu. Kalktı yatağından hiç istekli görünmeyerek ki bunuda belli ederek. Baktı kendisi için hazırlanan kıyafete, zerafet ve asaletine. Altın gibi parlıyordu olduğu yerde, hareket ettirilince kumaşı dalgalanan bulutlar gibi biraz mavi, sonradan da kızıla dönüyordu. Giyene uyum sağlardı, ten rengine bürünürdü. Bu kumaş pek bulunmazdı, pahalı ve sihirliydi. En iyi örümcelerin şaheserleriydiler, kusursuz ve pahalıydılar.
Annesini ve yanında gezen hizmetkârı gönderdiğinde odasından, kabarık ve güzel giysi ile başbaşa kaldılar. Giyecekti göz kaştıran giysiyi ve yine güzelliğine katacaktı bir ton daha güzellik...
Üzerine geçirdi yumuşacık ipekten kıyafeti, uzaktan görenler bu şatafatlı ve güzel kıyafetin oldukça ağır olduğunu düşüne bilirlerdi lakin asıl olan öyle değildi. Giysi kendisinden şaşılacak derecede hafifti, kendine has hoş bir kokusu ve pırıltıları vardı. Üzerine kar taneleri işlenmişti beyaz iplikten. Bakanlar en başta fark edemezi onları, dikkatli süzüldüğünde ancak anlaşılabilirdi.
Saldı saçlarını omuzlarından aşağı, altın gibiydiler, altından örülme saçları. Kanatları almıştı giysinin rengini, altın gibi parıldayarak süzülüyordu hafifçe...
En güzel kokuları süründu ve son olarak baktı aynadan kendi suretine; Kusurzdu, sadece bu kelimeyi kullanmak her ne kadar da yeterli olmadığı halde. Hazırdı ve gitme zamanı gelip çatmıştı.

Zarif bir edayla yürüyordu koridor boyunca, konuklar çoktan gelmişti ve kendisi geç kalmıştı. Bir kaç saat sinra her şey son bulacaktı nasılsa, komşu krallık ile dostça ve seviyeli bir şekilde sohbet edilecek, yemekler yenip gün sona erdiğinde kardeş krallığın soylularını kardeşçe uğurlayacaklardı memnuniyetle.

Girdiğinde konuk salonuna peri, seslendi bir muhafız gür sesiyle: 'Prenses Mirä Mirair' diye.
O an durdu tüm konuşmalar, çevrildi yüzler merdivenlerden ağır ağır inen güzeller güzeline. Duydukları gibi vardı, hatta daha fazlası mevcuttu, tüm zamanların en güzel peri kızı iniyordu yüzünde bir gülümsemeyle merdivenlerde. Koyu mavi gözlerini çevirince Prens Prenses'e işte o an vurulmuştu güzelliğine. Daha önce görmüş değildi onun gibisini; zarif ve narinini, üzerindeki giysisini ve giysiyi taşıyan gibisini...
Gelmiş ve geleceklerin en güzelini gördüğünde, rivayet edilir; tüm maiä tarihinde Mirä gibisi gelememişti peri topraklarına, kimsenin güzelliği onunla boy ölçüşemezdi asla.
İşte bu güzelliği gören prens kapılmıştı Mirair büyüsüne...
Bu büyü farklıydı, hiç bir büyü gibi değildi, herhangi bir panzehri yoktu, dermansız bir dert gibiydi. İşti o an, o vakit Prens Zey'in kalbine saplanmış bir ok gibi yeralmıştı Miränın aşkı içinde. Gözleri sadece onu görüyormuşça kendisine kilitlenmişti, her hareketini ve konuşmasını dikkatlice takip ediyordu. Başkaydı kendi kanaatince bu peri, yıllar olmuştu ve bir çok peri kızı tanımış, görmüştü lakin hiç biri şuanki eykiyi hissettirememişti kendisine. Zarifti ve bir o kadarda güzel. Üzerinde taşıdığı giysisi güzelliğine ayrı bir büyü katmıştı, ne olmuştu kendisine Zey kendisini anlayamıyordu. Çarpılmış gibiydi ama bu kadar hızlımı?

Yemekler hazırlandı koca yuvarlak ahşap masada. En lezzetli ara sıcaklar yerini aldı ilk önce masada, sonra içecek ve şaraplar, peri aleminin en göz alıcı ve lezzetli tatlıları geldi ardından yerini aldı masada. Sonra dikkatlice taşınıp servis edilen ana yemekler, salon harika kokularla doluşmuştu. Uçuşarak yiyecek taşıyan periler adet gereği en iyi yemekleri taşıyorlardı masaya, bolluk ve bereketi göstersinler diye Kardeş krallığa.

Şuan sadce yemek yemeyi düşünüyordu mirä, gözleri ikide bir masaya kayıyor ne zaman yiyeceklerini dört gözle bekliyordu. Her kafasını çevirdiğinde Prens Zey'in kendisini dikkatlice süzdüğünü görüyordu, bu kendisini rahatsız etse de her defasında gülümseyerek nazikçe karşılık veriyordu.
Güzel mirä yiyecekleri düşünürken diğer yanda Prens Zey güzelliğine kendisini kaptırdığı peri kızını izlemekle meşkuldü. Yüce Ratar, ne olmuştu bana? diye düşünmüyor değildi. Bu kızda ne vardı böyle?
Ne olduğu bilinmezlikti lakin ondaki peri aleminin en acımasız büyüsüydü, kendisine çeker ve boğardı, vaz geçilmez kılardı ama ulaşılmasını imkânsız yapardı. Bu yüzdendi koca Krallıkta kendisine aşık binlerce peri vardı, kimisi evlenme teklifi cesaretinde bulunmuştu kendisine lakin sonu hüsrandı, bizim Mirä evlenmeyi düşünmüyordu. Bunların yanında aşkı kalbinde saklayanların sayısı azımsanmayacak derecedeydi. Ne yapsındı kader onlara acımazdı.

Mirä ki aşık olarak evlenmek istiyordu, hoş bu zamana kadar kendisini etkileyecek hiç bir erkeğe rast gelmemişti ya. Diğer erkekler yapmacıktı, göz boyama işinde oldukça başarılıydılar, dişi bir tavus kuşunun etrafında gösterişli tüylerini kabartarak kendisini etkilemeye çalışan erkek tavus kuşlarını andırıyorlardı. Hayat uzundu, mirä bekleye bileceğini düşünüyordu, kaderindeki hiç normal bir aşk olmasını istemiyordu.

Yemek için çağrı yapıldığında ayağ ilk babası kalkmıştı, sonra kral Klin ve eşi kraliçe Flor. Ardından Mirä ve annesi ayağa kalktı, en son Zey kalktı oturduğu yerden her zamanki gibi Miräyı süzerek. Baş köşeye Karal ve kral Klin oturdu, sonra iki kraliçe yan yana oturdu memnuniyetle. Mirä kraliçelerin karşısında yerini aldı, sonra Prens Zey de gelerek mirä'nın yanında yerini aldı.
Herkes konuşuyordu, sohbet ediyordu, sessiz kalan Mirä ve Zey'di
'Periler arasında sizin gibi güzelini görmedim' dedi Zey kısık bir sesle Miräya. Mirä yüzüne yapmacık bir gülümseme kondurarak muhatabına baktı, her hangi bir cevap verecek değildi.
'Güzelliğinizin şanı bizlere kadar ulaştı, dürüst olmalıyım ki sizi görmeden önce güzelliğinizi abarttıklarını düşünüyordum ama şimdi onlara kızıyorum, güzelliğinizi anlatamamışlar diye.'
Mirä ne diyebilirdi ki, utanmıştı.
'Ben abarttıklarını düşünüyorum' dedi mirä kendinden emin ve kısık bir sesle.
'Kesinlikle bu doğru değil' dedi Zey.
'Siz şuana kadar gördüğüm en güzel peri kızısınız.'
Harika, mirä yine ne yapacaktı ki? Başı aşıkları yüzünden beladaydı, bunlar yetmezmiş gibi Zey de kendisine aşık olmuştu. Bu gecenin bitmesini istiyordu sadece hemen. Yemeğini yiyip bu kıyafetlerden kurtulmak, özgür olmak istiyordu. Aşk ona göre değildi, ormana ve şarkıya aşıktı o.
Lakin kader hiç bilmediğin diyarlardan, bilmediğin kişilerle sınardı peri, insan ve diğer ırkları.
Uzaklardan hissettirmeden gelen bir ok kalbini parçalayıp sökebilirdi. En ummadığın zaman aşk seni pençelerine alıp acıların en büyüğünü yaşatabilirdi. Kim bilir belki mirä'nın zamanı gelmek üzeriydi, uzaklarda sisler ardında hareket eden bir şeyin hedefinde güzel peri vardı, her ne kadar da iki taraf bunu bilmese de.
Aşk yakardı; en derine iner göz pınarlarını dışarı savururdu, kalbine hiç hissetmediğin tarifi imkansız bir acı verirdi. Bunun ilacı ya aşığın maşuğuna kavuşmasıydı, ya da aşığın maşuk uğruna ölmesi...

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Nov 15, 2016 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

PeriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin