2. BÖLÜM - Ev

147 8 0
                                    



MAYIS

Anastasia, denizin derinliklerindeydi. Ne yaptığını bilmeden çırpınıyordu. Yukarıya doğru çıkmak istese de onu derine çeken bir şeyler vardı. Çırpınmaya devam etti. Bir an hareketsiz kaldı. Karşıdan ışıklar saçarak gelen balığa baktı. Kırmızı ışık, gözünü alıyordu. Balık, adeta güneş gibi kavuruyordu ve gelen ışık Anastasia'nın gözünü yakıyordu. Anastasia, sıcağın etkisiyle uyandı. "Kalk," dedi bir ses. "Geldik!"

Şimdi, güneşi gerçekten de teninde hissediyordu. Gözleri kamaşmıştı. İri yarı adam, Anastasia'nın kolundan tutarak onu sertçe çekti. "Aç gözlerini de iyice bak. Burası cihanın kalbi, burası herkesi korkudan titreten o imparatorluğun kalbinin attığı diyar. Burası artık senin evin, hırçın kız."

***

Çocuk, taş duvarların arasında yürüyordu. Buraya ilk geldiği günün hatıraları, her gece olduğu gibi yine uykusunu bölecek kadar korkunç bir kâbus olup kafasına doluşuyordu. O gün onlarca kadının çığlığı kulaklarında yankılanmış, bir abinin kardeşine kıyabileceğine dair bir hükmün altında bir mühür gibi damgalanmıştı. Acımasızlıkla tanışmıştı ve de onu damarlarına kadar hissetmişti. Babasıyla hiçbir zaman yakın olamamıştı. Validesiyle her daim sohbet eder ve bundan mutluluk duyardı. Kılıç talimleri de sevdiği diğer şeylerden biriydi. Tabi abisiyle birlikte at binmek kadar onu mutlu eden ve bu koca duvarların kan kokusundan uzaklara sürükleyen bir meşgale bulamıyordu. Yine düşüncelerin arasından geçerek abisinin dairesinin önüne gelmişti. İçeri girdiğinde abisini dışarı bakarken görmüştü. Düşünceli gözüküyordu. "Abi," dedi Ahmed. "Neyin var?"

Şehzade Mahmud, kardeşine baktı. Anlatmakla anlatmamak arasında kararsız kalmıştı. Sonraysa kardeşinden gizlisi saklısı olmaması gerektiğini düşünüp anlatmaya koyuldu. "Hünkâr babamız bir hayli kederlilerdi. Celalîlerin hâlleri malumun Ahmed. Ben de bana güvenmelerini ve ordunun başına geçmemi müsaade etmelerini söyledim. Lâkin pek memnun kalmadılar. Sanki bana düşmanmışım gibi baktılar ve çekilmemi söylediler. Benim gayem safçaydı. Sanırım hünkâr babamız beni yanlış anladılar veyahut başka planları var."

Şehzade Ahmed, abisine baktı. Acaba, diye düşündü. O düşünmez mi benim gibi geceleri, bu cihanda kardeşine kıymış abileri, evladına kıymış babaları? Bir tek benim mi uykularım kaçar? Tabii olarak abisine bunları söyleyemezdi. "Muhtemelen başka bir düşünceleri vardır abi," dedi Ahmed. "Sen içini ferah tut." Şehzade Mahmud, kardeşine baktı. Sesinden anlamıştı. Yaptığı bir hataydı.

***

Kadın, arkasına yaslanmıştı. Kahvesini yudumlarken, karşısında ayakta durup sürekli konuşan genç kıza baktı. İyice sıkılmıştı. Bu kızın getirdiği haberler onun işine yarıyordu, evet. Fakat kadın, varoluşundan beri saf insanlara sinir oluyordu. "Tamam," dedi. "Kâfi. Çekilebilirsin." Kız, selam verdikten sonra daireden çıktı. "Sultanım," dedi Firuz Ağa. "Hâlime Haseki, üfürükçülerle uğraşır derler dururlar yıllardır. Hünkârımız hazretleri de bunu bilirler." Safiye Sultan'ın bakışını fark eden Firuz Ağa susmuştu. Anlaşılan sultanın bir planı vardı. "Biliyorum Firuz," dedi Safiye Sultan. "Bu sefer evladımın içini sadece bu kemirmez. Daha çoğu var. İçimi serin tutuyorum zira bu sefer Mahmud'un boynuna yağlı kement geçecek. Hâlime Haseki ise evlat acısıyla yanıp tutuşacak. Benim çektiğim acıları çekecek."

Firuz, Safiye Sultan'ın gözlerine baktı. Gözleri, masallardaki ateş saçan ejderhalar gibiydi. "Seneler geçti," diye düşündü, "hâlen aynı ihtiras ve hırs dolu kadın duruyor karşımda. Nurbanu Sultan'a kök söktüren, nice cariyenin umudunu söndüren ve eline onlarca kan bulaşmış kudretli sultan." Sonra düşüncelerini şöyle tamamladı. "Zaten ona hayranlıkla, koşulsuz, şartsız bir şekilde hayatını ve hizmetini sunma nedenin de bu değil mi ey kadersiz Firuz?"

Valide-i Muazzama : "KÖSEM" - 1. KitapHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin