1603
OCAKDenizin en güzel gözüktüğü zamanlardandı. Siyah saçlı kız, her gün olduğu gibi yine gelmiş denizi izlemekteydi. Babasını düşünüyordu. Daha düne kadar yanında olan babasının hayâlini gözlerinin önüne getiriyordu. Arkasından gelen ayak seslerini duydu. "Anastasia," dedi. "Kadersiz kızım, güzeller güzeli kızım." Kadın, kendisine yaklaşıyordu. Anastasia, hiç ilgilenmiyor gibiydi. Babasının kardeşini pek sevdiği söylenmezdi. "Yılan," derdi onun için. "Şu ağaçlardan sarkan, zehirli olanından ama..." Annesi her seferinde kızsa da Anastasia bilirdi, o da bunu düşünürdü. Fakat artık her şey anlamsızdı. Kız, artık o yılanların içinde olduğu bir kuyuya düşmek istiyordu. Hepsi tarafından sokulup zehirler içinde can vermek. Acılarının acılarla karışıp hayatına son vermesini istiyordu. "Yalnız kalmak mı istiyorsun," dedi kadın. "Tamam, Anastasia. Yine de bil ki ben hep buradayım." Anastasia, kafasıyla bu sözleri onaylayan bir hareket yaptı ve ardından denize bakmayı sürdürdü. Zaman öyle bir geçmişti ki ne ara güneş gitti, ne ara yıldızlar ve ay o ateş topunun yerini aldı fark etmemişti.
Anastasia, yıldızlara bakıyordu. Gözünün önüne babasıyla burada yaptığı son konuşma gelmişti. "Yükseleceksin," demişti babası. "Buraya kısılıp kalmayacaksın Anastasia. Yıldızlar kadar parlayacaksın." Anastasia, gülmüş ve yıldızlara bakmıştı. "Ben, bir papaz kızı Anastasia hangi mertebede yükseleceğim," diye sormuştu babasına. Babası kızının sesindeki alaycı tona aldırış etmedi. "Herkes kaderini kendi elinde tutar," demiş ve kızının gözlerinin içine bakmıştı. Sanki ölümün ertesi gün kapısını çalacağını bilirmiş gibi konuşmuştu. "Burada kalmayacaksın Anastasia. Gideceksin. Ben kalıcı değilim." Anastasia, şaşırmış bir şekilde babasını dinliyordu. Onu çok seven, yanından ayırmayan, bir tanesi babası onu yollamaktan söz ediyordu. Hem o ne biçim sözdü, daha kaç yaşındaydı da ölecekti? Tamam, Destina kendisinden sadece üç yaş büyüktü ve geçen sene ölmüştü ama onun vaziyeti ayrıydı. Öleceğini herkes biliyordu. Şimdiyse buradaydı işte. Kara kara düşünür bir hâldeydi. Kafasını gökyüzüne doğru kaldırdı. "Lütfen," dedi. "her zaman olduğu gibi sen haklı çık baba, lütfen."
***
MART
Bosna
Anastasia, karların düşüşüne bakıyordu. Yapması gereken bütün işleri yapmıştı. Burada çok seviliyordu. Hatta birkaç kez bizzat beylerbeyi ile sohbet etmişti. Adamı gördükçe gözünün önüne babası geliyordu. Adam o kadar cengâver ve dinç duruyordu ki, yaşını hiç göstermiyordu. Onunla ilgili bir sürü hikâye duymuştu. Özellikle de Kanije'de yaptıklarını diğer kızlardan dinlemişti. Ona bir kez daha hayran olmuştu. Hasan Paşa'da Anastasia'yı seviyordu. Onun saygısı ve davranışları kendisini ziyadesiyle memnun ediyordu. Fakat bu kızda farklı bir şey vardı. Bir süredir bunu sezmişti. Onun yeri burası değildi. Bu kız daha büyük bir yerde olmalıydı. Zaman zaman onu payitahta yollamayı düşünüyordu. Bu onun için daha hayırlı olabilirdi. Zira burada onu bekleyen kader belliydi; duvarların arasında çürüyüp gitmek. Peki ya orada da aynısı olursa? Kulağına gelen bir sürü hikâye vardı. Kimisi çok güzeldi. Seneler evvel orada yaşamış olan Moskof kızı Aleksandra'nın nasıl Hürrem Sultan olduğu dilden dile bütün cihanda dolaşmıştı. Ondan sonraysa yerine Nurbanu Sultan gelmişti. Onun yeriniyse Safiye Sultan almıştı. Şimdi dillerdeki destan oydu. En az hükümdarlar kadar adları anılıyordu Sultanların da. Peki, bu kurtlar sofrasında küçük Anastasia kaybolur muydu? Yoksa o da mı bir yer edinirdi kendine? Belki de ona bir şans vermek gerekiyordu. Hasan Paşa bunu biraz daha düşünecekti.
***
Kapkaranlık bir ormanın içinde yürüyordu. Uluma sesleri o adım attıkça onu takip ediyor gibiydi. Arkasına baktı. Fakat bu pek akıllıca olmamıştı çünkü önündeki büyük taşı görmemiş ve takılıp sertçe yere düşmüştü. Uzun, siyah renkli elbisesinin etek kısmı yırtılmıştı. Anastasia, ayağa kalktı. Bacağı kızarmıştı. Uluma sesleri yaklaşıyordu. Koşmaya devam etti. Şimdi ağaçların daha sıklaştığı bir yerdeydi. Bir ses duydu. "Herkes kaderini kendi elinde tutar!" Yukarıya baktı. Ağaçların dallarının arasından yıldızların ve ayın ışığı gözüküyordu. "Baba?" diye seslendi yalvarırcasına. Bu karanlıktan, bu korkulu kaçıştan onu çekip çıkarmasını umuyor gibiydi. Hiçbir cevap yoktu. Koşmaya devam etti. Birden kendini boşlukta buldu. Ne olduğunu anlayamadan uçurumdan aşağı düşmeye başladı. Yukarıda, uçurumun kenarında ona doğru bakan biri vardı. Yüzünü göremiyordu. Derken sıçrayarak uyandı. Vücudu titreme krizine girmiş gibiydi. Her tarafı terden dolayı sırılsıklam olmuştu. Sabahın ilk ışıkları pencereden içeri süzülüyordu. Anastasia, kendisini yataktan dışarı attı. Pencereye koştu. Nedenini bilmeden ağlamaya başladı.
***
"Uçurumdan bakanı gördün mü kızım," diye sordu kadın. Anastasia, o geceden beri rüyasında yaşıyor gibiydi. Sonunda kendisinden yaşça büyük olan Eftelya, ona oraların ünlü müneccimini getirmişti. Tabi ki kadın, içeriye gizlice sokulmuştu. "Hayır," dedi Anastasia. " görmedim. Ulumalardan kaçtım, babamın sesini duydum. Kalbimde bir sancı hissettim. Ardından boşluğa doğru adım attım."
Kadın düşüncelere dalmıştı. "Allah Allah," dedi. "yükseleceksin sen kızım. Fakat çok kan akacak. Kara giysin ise kaybedeceklerindir."
Neyim var da neyimi kaybedeceğim, diye düşündü Anastasia. Kadın gülümseyerek ona baktı.
"Elbet kaybetmeden evvel çok şeyin olacak. Kalbinin bir yanı sevgiyle alev alacak, diğer yanıysa yılanlarla sarılı ve nefessiz kalacak. Ay yüzlü kızım," dedi ve Anastasia'nın ellerini tuttu, "bu eller hükmedecek..."
Hükmetmek mi, diye düşündü bu sefer Anastasia. Artık bu iş çığırından çıkmıştı. Delinin biri lakırdılarını ortaya atıyor, bir de onun inanmasını bekliyordu. Olacak iş değildi. Anastasia, her daim zeki olmuştu. Bu gibi şeylere itimadı yoktu. Ne diye kabul ettim, diyerek kendine kızdı.
"Yeter," dedi bir an. "Bu kadarını duymak yeter, sağ olasın." Anastasia, ayağa kalktı ve odadan çıktı. Büyük koridoru aştı. Karşısına iki tane adam çıktı. İri yarıydılar. Bir tanesi deve benziyordu. Anastasia, şaşkın bir şekilde adamlara baktı. Onları daha önce görmediğinden emindi zira böyle adamları unutmasına imkân yoktu. Adamlar, Hasan Paşa'nın odasına girdiler. Anastasia, içinden gelen kaçma dürtüsünü bastırdı. Kulağında, rüyasında duyduğu ulumalar vardı. Sanki babası yanı başında yine aynı cümleyi söyleyip duruyordu. Müneccimin sözleriyse ona destek oluyordu. Anastasia, kafasında biriken düşünceleri söküp atmak isterken karşısındaki kapı açıldı. Adamlar içeriden çıktılar ve kızın karşısında durdular.
"Gidiyoruz," dedi deve benzeyen adam. Sesi de bir o kadar tok ve sertti. Anastasia, neresi olduğunu bile sormadan "Hayır," dedi. "Hayır, gelmeyeceğim!"
Adamlar, Anastasia'nın üzerine doğru gelmeye başladılar. Anastasia, arkasına bakmadan koşmaya başladı. Koridordan döndü ve merdivenlerden aşağı doğru koştu, büyük kapıyı aşmış ve dışarı çıkmıştı. Arkasına bakmamaya devam etti ve nefesi kesilene kadar koştu. Bir an sanki arkasındakilerin yok olmuş olmalarını umarcasına geriye baktı ve önüne döndüğü gibi yere düştü. Bacağını yerdeki taşa çarpmasıyla çığlık atması bir olmuştu. Sonunda kendisine geldi ve yine koşmaya başladı. Derken dev gibi olan adama tosladı. Adam sinirlenmişe benziyordu. "Sana gidiyoruz dedim vahşi yaratık!" Anastasia, suratına aldığı darbeyle yere yığıldı. Şimdi karanlığın içine doğru düşüyordu, sanki bir uçurumun dibine sürükleniyor gibiydi. Sonu olmayan bir uçurumun dibine...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Valide-i Muazzama : "KÖSEM" - 1. Kitap
Ficción histórica61 yıllık bir hayat, Osmanlı'nın belki de en kanlı dönemi ve o dönemin ortasında bir kadın... Mahpeyker "Valide-i Muazzama" (Büyük Valide) Kösem Sultan'ın hayatını konu alan kurgu hikayede yer yer tarihin gerçek izleri yer alırken, yer yer hayâl g...