2.Bölüm/Hastane

12 0 0
                                    

Etrafını saran derin karanlıktan kurtulmaya çabalarken kulağını sesler doldurdu.

"Yazık ya."

"Hepsi müthaidin suçu. Malzemeden çalması kaç cana mal oldu."

"Annesi ve babası nerede?" Annem, babam?

"Bilmiyorum. Ama 10 gün oldu. Şimdiye ölmüşlerdir." 10 gün olmuştu? Hala bulunamamışlar mıydı? Ya öldülerse?

Zorlayarak gözlerini açtı. Tepesinde iki hemşire vızır vızır dolanıp kontrolleri yapıyordu. Kuruyan boğazının acısına aldırmadan konuştu.

"Selin?"

"Şşş yat dinlen. Büyük bir olay atlattın."

"O nasıl?" Yanındaki hemşirenin verdiği bir bardak suyu içerek daha iyi hissetti.

"Bakın annem ve babam nerede yaşıyorlar mı bilmiyorum bile. O yüzden kardeşime sahip çıkmak zorundayım." Hemşireler bir süre bakıştı ve yüzlerindeki tedirgin ifade ile konuştular.

"Başına büyük bir darbe almış bu yüzden hafıza kaybı yaşayabilir. Seni falan hatırlar ama depremi hatırlamaz diye düşünüyoruz. Ayağında bir kırık var ve alçıya alındı. İç kanama riski olduğu için de uyuttuk ancak risk geçince o da dün uyandı."

"Onu görmek istiyorum." Doğrulmaya çalışırken sağ kolu üzerine baskı yapması ile yüzünü ekşitti. Bu hareketi yüzünün de acımasını sağlamıştı.

"Daha yaraların iyileşmedi." Dedi hemşirelerden birisi. Koluna baktı. Kolunda bir sargı vardı. Gözlerini sağ tarafındaki aynaya çevirdiğinde yanağında, tam elmacık kemiğinin altında, uzun bir yarayla karşılaştı. Sağ kaşının üzerinde de büyük bir sargı vardı. Onun dışında vücudunda küçük yaralar ve kesikler vardı. Bunların kardeşini görmesine engel olmayacağını düşündü.

"Gitmek istiyorum."

Hemşireler yine bakıştıklar. "Doktor hanımla bir konuşalım sana yine haber verelim." Mert başını salladı. Yorgunluktan gözlerini kapattı. Zihni çok meşgul olmasına rağmen biraz dinlenmek istiyordu.

Yine ince, yumuşak bir sesle uyandı. "Günaydın Mert. Ben doktor Filiz. Seninle ben ilgileniyorum. Ağrın var-"

"Kardeşimi görmek istiyorum."

"Daha tam iyileşmedin."

"Onu görmek istiyorum." Kararlılığı bir işe yaramayınca ne yapabileceğini düşündü. Annesinin bir sözü aklına geldi. İsteklerin karşısında inatçı, yöntemlerin karşısında esnek ol. Hiç yapmayı sevmese de duygu sömürüsüne başladı. Zaten pek bir çaba sarf etmesine gerek yoktu, gözleri anıları hatırladıkça kendiliğinden doluyordu.

"Annem ve babamın hayatta olup olmadığını bilmiyorum tek ben ve kardeşim kaldık. Ona göz kulak olmazsam ne yapar o tek başına. Daha çok küçük. Çok korkmuştur o şimdi."

Filiz Hanım bir süre düşündü. Gözleri karşısında yatan çocuğun kahverengi gözlerine odaklanmıştı. Onun acile gelişi gözlerinin önünde belirdi.

Selin, diye sayıklıyordu. Anne,baba? Kıyamadı. "Tamam ben hemşire ablalarına söyleyeyim sana yardımcı olsunlar."

"Teşekkürler... Ve şey, depremden sonra kaç gün geçti?"

"10 gün oldu."

"Annem ve babam?" Filiz Hanım başını yere eğdi. Bu çocuğun kahverengi gözlerinden ne kadar güçlü bir çocuk olduğunu anlamıştı ancak, her çocuk anne ve babaları konusunda savunmasızdı.

"Doğruyu söyleyin lütfen."

"Bir bilgi gelmedi henüz. Yaşayıp yaşamadıklarına dair bir şey yok elimizde."

Mert yavaşça başını salladı. "Selin'i görmek istiyorum." Dedi sakince. Filiz Hanım çok şaşırdı. Bir çocuk, nasıl bu kadar sakin olabilirdi ki? Hele ki şu yaşadıklarından sonra. Psikiyatrist Burak Bey ile görüştürmeyi düşündü. Ne kadar da garip, yaşına rağmen nasıl bu kadar büyük olabilirdi?

Derin düşünceler içerisindeyken yavaşça kapıdan çıktı. Topuklu ayakkabılarının sesi koridoru döverken bu küçük çocuğun yarattığı sarsıcı etkiden kurtulmaya çabalıyordu.

Bir süre sonra Mert kardeşi Selin'in elinden tutuyordu.

"Nasılsın?"

"İyiyim ben. Ama ya annem?"

"Şşş bunları düşünme. İyi olacaklar."

Mert zar zor yürüyerek odada dolaşıyordu. Kapısı tıklatıldı.

"Girebilir miyim?"

"Girin." Kalın ve tok bir sese sahip bir adam içeriye girdi. Esmer tenine beyaz doktor önlüğü çok yakışmıştı.

"Merhaba Mert ben Burak. Bu hastanenin psikiyatristiyim."

"Selin iyi mi?" Mert kalp atışlarını bir anda göğüsünde hissetmeye başlamıştı. Ta ki Burak Beyin sesini işitene kadar.

"İyi iyi merak etme. Sadece seninle bir konu hakkında görüşmem gerekiyor."

"Evet ne oldu?"

"Nasıl söylesem bilmiyorum.. Sen daha küçük bir çocuksun ama beni anlayabilecek kadar akıllı olduğunu düşünüyorum."

"Yani ne demek istiyorsunuz açık konuşur musunuz?"

"Pekala. Annen ve baban depremde hayatlarını kaybeden kişiler arasındalar."

"Öldüler mi?" Sesi ufak bir fısıldamaya dönüşmüştü. Elleri istemsiz bir şekilde boynuna gitti. Nefes alamıyormuş gibi hissediyordu. Yavaşça yere kayarak oturdu. Dizlerini kendine çekerken annesinin sarı saçlarının rüzgarda savrulurken kısık renkli gözleri ile onlara gülümsediği an gözlerinin önüne geldi. Babasının elindeki kamera ile 'gülümseyin' diyen sesi kulaklarını dolduruyorken gözlerinden yaşlar süzülüyordu.

Aile ne demekti? Yalnızlık ne demekti? Bu kavramları daha önce tam anlayamasa da şimdi anlamıştı. Yalnızlık, sığınacak bir anne göğsü, sırtını sıvazlayan bir baba eli bulamamaktı. Kısaca yalnızlık, aileden yoksunluktu.

Kardeşi gözlerinin önüne geldi. Onun doğum günü... Babası fotoğraf çekerken ailedeki iki sarışın kadının mutlu gülümsemeleri. Bir milli maçta babasının omzuna çıkıp tezahürat yapışı...

İçinde bir boşluk vardı. Evet kardeşi yanındaydı ama onu nasıl koruyacaktı? Nasıl teselli edecekti onu. Kahramanları ve kraliçelerinin ölümünü nasıl kabulleneceklerdi? Ölüm olacaktı. Ama neden bu kadar erkendi? Neden daha büyümemiş, anne ve babasına doyamamışken yaşamak zorundaydı bunu? Suçlu kimdi? Anne babasının ölümüne sebep olan binayı sağlam yapmayan müthaidin miydi suç? Yoksa bu binalara izin veren makamlı kişilerin mi?

Durdu. Sorulacak soru çoktu ama verilecek bir cevabı yoktu. Gözlerinden akan yaşlar canını acıtıyordu. Kendisi güçlü olamamışken Selin'e nasıl teselli verecekti.

Yanında bir hareketlilik ve ardından sırtına konan bir el hissetti. Babasının eli gibi güçlü ve sıcak, ama babasına ait olmayan bir el. Başını elin sahibinin göğsüne gömdü. Kahverengi gözleri, babasından aldığı kahverengi gözleri, kıpkırmızı olana kadar ağladı.

YıkıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin