Geçmişten Bir Anı

33 0 0
                                    

Kapıyı açacağı sırada arkada bir itiş kakış sesi geldi. Merakı bakma korkusunu yendi ve başını yavaşça kaldırımın öteki tarafına çevirdi. 3 delikanlı çocuk onlardan yaşça hayli küçük olduğu görünen bir çocuğu kıstırmış hırpalıyordu. Üçü bir üçgen oluşturmuş çocuğu kendi aralarında pinball gibi birbirlerine atıyorlardı. Edimo bir an bir şey duymaz oldu. Her şey yavaş yavaş duruyordu. Gözünün önüne bir perde iniyordu sanki dünya perdesinden başka. O şimdi çok uzaklarda bir yere yolculuğa çıkmıştı : 8 yaşındaki Edimo'ya.

10 lirasını kaptırdı o gün. Tam tamına 10 lira. Çocukken böyle bir parayı kaptırmanın acısını hala içinden silememişti. Üstelik durumları pek iyi değilken annesi sırf o canı sıkılmasın uflamasın puflamasın diye vermişti o parayı. Çocuk aklıyla hangi yüzle annesine gidip yeni bir 10 lira isteyebilirdi ki? Ağlasa zırlasa alsa bir şekilde 10 lirayı, 'şimdi o 10 lirayı kaptırmasaydım bununla beraber 20 liram olur' üzüntüsünü yaşayacağını biliyordu. Normal bir düşünce değildi bu ona göre. Duyguları ezberlemek derdi buna Edimo. Yaşadığı duyguların sonunu daha önce yaşadığı zamanki gibi biteceğini bilirdi. Sokağın kendinden iki yaş büyük olan abileri kendisinden parasını istemiş o da haliyle vermeyince üstüne çullanıp parasını almışları. 'Hiç olmazsa... Hiç olmazsa biri beni görüp yardımına koşamaz mıydı?' Tam o sırada Begonya Sokağı'nın çiçek ruhlu sakini Frankie onu görmüş mahallenin on yaşındaki abilerini  onun başından savdı. Sırtını kavrayıp dik duruşa getirdi ve pantolonun tozlarını çırptı. Maddi durumu pek iyi olmadığından cebinden çıkardığı böğürtlenli şekerin onu teselli edeceğini düşündü. Neyse ki Edimo severdi bunları. Ne zaman bayramda şeker tutulsa, aralarında bu şekeri arayıp bulur, eğer birden fazla olduklarını görürse ilk şekeri bitirip ikincisi için annesiyle göz teması kurmaya çalışırdı. Ayıp olmasın diye. Frankie ile Edimo bir süre birbirine bakıştılar. Sonra Frankie gülmeye başladı. Edimo da bu sebepsiz gülüşe anlam veremedi ama bir nebze olsun yaşadığı olayı unutmak için o da gülmeye başladı. Derken uçup gitti içindeki hüzün. Gerçekten böyle miydi gülmek? Alır söker mi her zaman dertleri? Yoksa sökmeye yardımcı olacak biri mi lazımdı Frankie gibi? Frankie onu evine kadar bıraktı. Sonra elini kendi ağzına götürdü ve'şşş' dedi. Edimo anladı onun ne demek istediğini. Önce kendi elini gözüne götürdü, daha sonra onun elini alıp onun gözüne koydu. 'Ne sen beni gördün, ne ben seni.'

Eve girdiğinde saklamaya çalıştığı mutluluk yüzüne vuruyor, istemsiz olarak gülüyordu. Yüzünü yıkamak için lavaboya girdi. 10 lirayı kaybetmenin akıttığı göz yaşlarının izleri hala yüzündeyken gülüyor olması uzaktan ruhsal sorunları var gibi gösteriyordu onu. Acaba, dedi Momo. Bu ağlama'ya haksızlık mıdır?  İnsan iki duyguyu bir arada yaşayamaz mı? Önce ağlarsın sonra güleceksen yine gül dedi kendi kendine. Ama anladı ki bu pek mümkün değil. İçindeki çocukluğun verdiği deli doluluk duyguları makinalı tüfekler gibi ateşliyor, art arda hepsini yaşıyordu. O gece söz verdi kendi kendine. O adamı unutmamalıydı. Yarın görür görmez hemen koluna girecek, yakında kim varsa eline annesinin telefonunu tutuşturup bir fotoğraf çektirmeliydi. Zira bu dünya insana her gün bir anısını unutturacak kadar güçlüydü.  Ama önce annesinin telefonunu almalıydı. Bunun için bir yalan söylemesi gerekiyordu. Edimo yalandan nefret ederdi. Gerçeği söylemek bir cümle iken yalan söylemek dört-beş cümleydi. Hatta köşeye sıkışma ihtimali olursa da iyice uzar da uzardı. Çatı katındaki fotoğraf makinası geldi aklına. Ama saat gece 12 idi. Gıcırdayan çatı katı merdivenleri annesi veya babasından birini mutlaka uyandırırdı. Ama sabah, dedi. Herkes uyanacak, bu sefer daha zor olur dedi. Pofuduk, ayı temalı terliklerini giydi. Bunların tabanı nedense daha az ses çıkarırdı. Yani operasyon için biçilmiş kaftandı. Elinde bir fener, yavaş adımlarla çıkıyordu. Tam sona yaklaşmıştı ki, son basamak bir güzel gıcırdadı. Mutlaka duymuş olmalılardı. Dişlerini sıkıp gözlerinin tekini kapamış, diğer gözüyle geldiği kapıya bakıyordu. Tavan arasından giren ay ışığı gözüne vuruyor, ele gözünü açık bir yeşil yapıyordu. Bekledi ama kimse gelmedi. Nihayet çatı katındaydı. Makinayı sessizce aldı ve geldiği gibi odasına gitti. İçinde havai fişekler patlıyordu. Nihayet sabah oldu. Saat 9.30. Olayın olduğu aynı saatti bu. Hemen dışarı fırladı. Bekledi, bekledi, bekledi... 'Hep böyle mi olur?' dedi. 'Her zaman gördüğüm şey şimdi neden yok?' Tam o sırada göründü Frankie. Sokağın köşesini yeni dönmüş evine gidiyor. Beyaz uzun saçları vardı. Bazı yerlerinde beyazlar siyahı gitmesi için savaşıyordu sanki. Gri olan kısımlar patlamalardan çıkan dumanlar olmalı diye düşündü Edimo. Tıpkı atari oyunlarındaki gibi. Hemen koştu yanına. Frankie onu gördüğüne o kadar sevindi ki. Gülerken yüzündeki kırışıklar bile gülüyordu bu güzel adamın. O sırada alışverişten dönmekte olan bir adama rica etti ve kendilerinin bir fotoğraf çektirmesini istedi. Işte bu fotoğraf hayatının en anlamlı fotoğrafı olacaktı.

Hayatımın 4 SonbaharıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin