MASAL

128 9 29
                                    

Sıradan insanların, sıradan hayatlarıydı bizimkisi. Benim için kocaman, evren için ise küçücük bir masaldı. Ömre bedel bir beş yıl, dünyanın neresinde, ne kadarcık yer kaplıyordu ki.

Onu ilk gördüğüm gün, dün gibi aklımda. Denizin mavisi ne kalırdı ki, onun gözlerinde. Hele kuş misali çırpınan yüreğim, ha çıktı, ha çıkacak. Uzun boylu, geniş omuzlu dağ gibi bir adamdı.

Gülünce güneş dolardı gözlerine. Gökkuşağı'nın vurduğu, yağmurlu bir günde ilk kez öptü beni. Yanaklarım kızarmıştı ve ne kadar süre gözlerimi açamamıştım bilmiyorum. Ne zaman düşlerime gelse hala ellerim titrer. 

Bana hiç çıkma teklif etmemişti. Şimdi sorsan bana nasıl sevgili oldunuz diye, inan verecek cevabım yok. Bir gün aynı yıldızı seyrederken bulduk birbirimizi. Aynı ay ışığı altında oturup, geleceği hayalledik. Karşılıklı tavla attık mesela. Hangi gündü hatırlamıyorum ama sert bir Kasım'dı, "Bu adamdan baba olur," dediğim zaman.

O günden sonra Kasım'lar aşkımın paravanı oldu hep. Sararan yapraklarda oynadık biz, yastık savaşları misali. Kurumuş ağaçlarla çevrili o yol, inadına hala ayakta kalmaya çalışan son kır çiçekleri ve Kasım şahit oldu bizim aşkımıza. Sevdanın en delisini yaşadık ve herkesten söke söke aldık bu hakkımızı.

Bir gün denizinde boğulmayı hayal ettiğim, ondan önce nefesimin durması için dua ettiğim adam, "Seni bekliyorum," dedi. Beni çağırıyordu işte yine. Hiç sormazdım nereye geleyim diye. Her zaman şehrin en sakin yerinde olan, unutulmuş parkta buluşurduk. Yaz-kış fark etmezdi bizim için.

İçimde çocuksu bir heyecan, dilimde aşk şarkıları düştüm yola. Artık zamana yenik düşerek, yıkılmaya başlayan, üst kısmı yuvarlak kapının, önünde durmuş ona bakıyordum. zemindeki beton neredeyse toprağa geri karışmış durumdaydı. Burada dikkatli yürümezseniz, yer yer dağılan taşlara takılmak kaçınılmaz olabilirdi.

Bir süre kapıda bekleyerek onu seyrettim. Dağınık saçları bir sonbahar rüzgarına daha, kendini teslim etmiş görünüyordu. Arkası dönük, ellerini montunun ceplerine sokmuş bekliyordu. Buna rağmen, beni hemen fark etmişti. Çünkü tıpkı benim gibi onunda gözleri hep yollarda kalırdı.

Sevinçle el salladım. Sek sek oynayan bir kız edasıyla, zıplayarak gittim yanına.

Ve yine aynı çınar ağacına karşı, aynı bankta oturduk. Yan yana ve can canaydık. Hiçbir zaman karşı karşıya oturmazdık ve ne zaman karşısına geçecek olsam, "Gel," derdi tok sesiyle. "Gel gözümün nuru. Senin yerin, kolumun tam altı yüreğimin üzeridir."

Kedi gibi sokulmuştum göğsüne. Sol kolu omuzlarımı kavrıyordu. Bense sıkıca sarılıp belinden, ciğerlerime kadar çektim kokusunu. Bu parfüm değildi, hiç kullanmazdı da zaten. Onun kendine özgü bir kokusu vardı, başımı döndüren cinsten.

Bankta otururken ıslık çalan rüzgarı dinliyor, savrulan yaprakları seyrediyorduk. Keskin ayaza inat güneş de göz kırpıyordu bize. Ağzımın içinde bir şarkı mırıldanıyordum. Sesim güzel değildi benim, buna rağmen hiç susturmazdı ve yine öyle yapmıştı. "Hadi gözümün nuru, yüksek sesle söyle de kulaklarım şenlensin," dedi.

Her defasında sesimin kötü olduğunu iddia etsem de, "Bir bilsen, senin dilinden uçan sözcüklerin buluştuğu tını, benim cennete benzer huzurumdur," dedi.

Benim sevdiğim koca yürekli adam, şair gibi konuşur, masal gibi dinlettirirdi kendisini. Kelimelerle dans ederdi ve ben sadece hayranlıkla dinlerdim. Asıl huzur onda saklıydı ama bunu her zaman böyle dümdüz söylerdim. Onun kadar süsleyemezdim cümlelerimi.

İnci tanesine benzeyen dişleri, harikulade gülüşü altından parıldarken konuşmuştu. "Hadi sevgilim seni dinliyorum," diye tekrarladı.

"Tamam," dedim ve başladım.

MASALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin