"Hufflepuff'ın bahsettiğin şeyle zerre kadar alakası yok." dedi Sehun biraz ters bir tavırla. "Porsuk, Jongin. Biliyorsun ki porsuk kışkırtıldığında kendinden çok çok büyük hayvanlarla savaşabilir."
.......
Her zaman kaçırdığım şeyin tam olarak ne olduğunun bilincindeydim. Bomboş geçen koca beş sene boyunca, elimde olması gereken fakat elimde olmayan o malum duygunun açlığını çektiğimi biliyordum. Farkında olmak harekete geçmenin bir önceki durağı olarak düşünülse de tamamen farklı şeylerdi, farkında olmak harekete geçmek için hiçbir zaman yeterli olmazdı. Bu yüzden tüm o seneler boyunca anladığım fakat atak göstermediğim bir takım şeyleri uzaktan izlemekle yetinirdim. İmrenilen arkadaş grupları, gülüşmeler, dertleşmeler, herkes Hogwarts'ın anlamının bu olduğunu söyleyip duruyordu, gerçek dostlar, sonsuzluğa atılmış aşkla dolu adımlar, gözlerimin önünde yaşanan diğer tüm o her şey. Hepsini görüyordum, fakat o seneye dek harekete geçmek için herhangi bir atak göstermemiştim.
Harekete geçmemi sağlayan şey ise o senenin başında, Hufflepuff masasında oturmuş sabah kahvaltısı için bir şeyler atıştırırken Gryffindor masasına diktiğim gözlerimi bir türlü önüme çekememem olmuştu. Oh Sehun her zaman gülüyordu. Aslına bakılırsa onu ilk ne zaman gördüğümü hatırlamıyordum, büyük ihtimal okulun ilk günü kayıklarla gölü geçip Hogwarts şatosuna getirildiğimiz ve Seçmen Şapka'yı başımıza takmak için sıraya girdiğimiz gündü, tam da ismi okunduktan sonra Seçmen Şapka'ya doğru hızlı ve coşkuyla (Sehun her zaman hızlı ve coşkuyla hareket ederdi) yürüdüğü andı. Ben ondan önce çıkmış olmalıydım çünkü soyadı benden sonra geliyordu, Hufflepuff masasına oturmuş ve ona bakıyordum, içim içimi kemiriyordu, nerede olduğumu sorgularken onun gülümseyen yüzünü izliyordum, Sehun'u ilk gördüğüm an mutlaka böyle olmalıydı. Talihsizlik ise o geceyi pek de hatırlamıyor oluşumdu. Yani Sehun'u, her gün gördüğüm, bazen birlikte derslere girdiğim, gözlerimi pek de üzerinden alamadığım Gryffindor'lu çocuğu gördüğüm ilk anı ve o anda neler hissettiğimi ömrümün sonuna dek hatırlamam gerekirken koca bir bilinmezliğin içindeydim. Yine de bu pek de önemli değildi, böylelikle onu kendimi bildim bileli tanıyormuş gibi hissedebiliyordum. Tıpkı o sabah da olduğu gibi. Ama o sabah daha önceleri de defalarca kez hissettiğim sızıyı bir kere daha hissetmekten kendimi alamıyordum. Üstelik bu defa sızı çok daha kuvvetliydi çünkü, koca bir talihsizlik örneği olarak Sehun beni tanımıyordu.
Aslına bakılırsa büyük ihtimal oda arkadaşlarım ve sınıf arkadaşlarım hariç beni hiç kimse tanımıyordu. Hiçbir zaman yeterince iyi değildim. Yeterince cesur, yeterince hırslı, yeterince çalışkan. Diğer arkadaşlarımın aksine, bulunduğum binaya kendimi ait hissetmiyor aksine bir şekilde oraya fırlatıldığımı düşünüyordum. Konuşma yapma konusunda berbattım, dersler konusunda felakettim, Quidditch'in ne olduğunu ikinci senemde ancak çözebilmiştim (ki hala kimin atıcı, kimin neye vurucu olduğunu çözebilmiş de değildim.), yeterince iyi değildim. Yeterince olan hiçbir şeyden değildim. Yalnızlığımın başlıca sebebi kesinlikle buydu ve ben bundan kurtulmak istiyordum, Oh Sehun'la konuşmak istiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Felix Felicis // sekai
FanfictionHogwarts!au Gryffindor!Sehun Hufflepuff!Jongin İyi Şanslar anlamsız konuşmalar, anlamsız bakışmalar, anlamsız öpüşmeler ve öpüşmeler ve öpüşmeler, anlamsız olan her şey, dramasız, kaossuz, kavgasız, gürültüsüz bir şeylerimsi bir şeyler.