"Çıplak ayaklarımı zorlukla seçebileceğim kadar yoğun bir sisin içinde koşar adım yürüyordum. Nereye doğru gittiğime dair en ufak fikrim yoktu. Aklımın ücra bir köşesinde kaybetmek üzere olduğum, kıymetli bir varlığa yetişmem gerektiğini biliyordum; fakat onun ne olduğunu önemsemiyordum. Ciğerlerimi zorlayan, ağzımı kurutan hızlı nefes alış verişlerim düzene girdiğinde yeniden koşmaya başladım. Önümü göremiyor oluşumun da önemi yoktu, bir an evvel oraya varmalıydım. Koşarken başım önde, ayaklarıma baktığım halde bir anda ellerimin üzerine düştüm. Yer kuru ve temizdi, muhtemelen üzerinden pek az aracın geçtiği bu asfalta kapaklanmış olmama rağmen ellerim çamura bulanmıştı; anlam veremedim.
Kalkıp takıldığım devrilmiş yaş ağaca küfrederek birkaç tekme savurdum. Ayak parmak uçlarımda acı hissetmiyordum. Koşarken ya da hatırlayamadığım başka bir sebepten nasır tutmuş olmalılardı. Tekmelerimi savurmaya devam ederken o his içime yeniden yerleşiverdi. Ya yetişemezsem? Ya kaçırırsam? Son kez tüm gücümle bağırarak ve içimdeki yersiz öfkeyi sağ ayağımda toplayarak vurdum. Arkamı dönüp koşmaya devam ettim. Bir süre sonra hışırdayan yaprak sesleri duyduğumda yoldan çıktığımı anladım. Önümdeki sis perdesi usulca kayboluyordu. Kalın gövdeli orman ağaçlarının yanlarından geçerken onlara çarpmadığım için kendimi şanslı hissettim. Artık birkaç adım ötemdeki ağaçları, hatta çürüyen yaprakların üzerinde uçuşan küçük sinekleri görebiliyordum. Beni bu kadar ateşleyen, hiçbir şeyi önemsemeden koşturan o yüce amacı kaçırmamalıydım. Bazen devrilmiş ağaçların üzerinden hız kesmeden atlıyor, bazense anlamsızca yön değiştirip koşmaya devam ediyordum.
Az evvel düz olan koşu yolum şimdi aşağı doğru eğim kazanmıştı. Bu beni hızlandıracağına daha da yavaşlatmıştı, zira düşüp vakit kaybetmemeliydim. O an sanki buralarda koşuşturan bir devmişim gibi ayak seslerim kafamın içerisinde şiddetlenmeye başladı. Güm, güm, güm, güm... Adeta kulaklarımın içerisinde koşuyordum. Neden sonra gözüm ellerime ilişti. Az önce çamurla kaplı olan ellerim şimdi temizdi. Temiz dediysem; zıplarken hızla destek aldığım ağaç kabukları ve ani dönüşlerim sırasında tutunduğum genç gürgen dalları yüzünden çizik içerisinde oluşlarını kastetmiyorum. Bir de zaman zaman yüzüme saldıran örümcek ağlarını yanaklarımdan sıyırırken bulaşan ince iplikler... Çizikler... Yaralar... İplikler... Çamur... Durdum. Ne ayaklarım, ne ellerim, ne de sağa sola dayamaktan çekinmediğim dizlerimde acı hissediyordum. Hissizdim.
Etrafımda iki tur döndüm ve aralarından ışık huzmeleri süzülen yapraklara baktım. Yükseklerde olanlar kadar hızlı olmasa da boyuma yakın olanlar da sallanıyorlardı. Yüzüme de vuruyor olmalıydı, ılık ya da soğuk bir rüzgâr. Onu da hissedemiyordum. Hissedemiyor muydum? Hayır, hissetmiyordum. İşte o an bunun bir rüya olduğunu anlayacaktım. Sonrasını zaten biliyorsun, kapıyı güm, güm, güm, güm vurduğunu anlayabilecek kadar ayıldığımda antrenin zeminindeydim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Emir Kulu
General FictionEmekli Özel Kuvvetler Suikastçısı. Çocukluk aşkının öldürülen kocası ve kızının intikamı için söz veriyor. Aksiyon ve aşk. Sürprizli bir son...