1. Bölüm "Anlamayacağımı mı sandın?"

327 53 4
                                    

Pekala, terk edilmiş olduğunu düşündüğünüz bir eve girdiğinizde karşınızda birilerinin belirmesinin pek de normal bir şey olmadığını belirtmeliyim. Gözlerimi birkaç kez kırptım ve derin bir nefes alıp gülümsemeye çalıştım. 

"Pek misafirim olmadığını belirtmeliyim. Bilirsin, şeyler dışında." dedi gülümseyerek, ima ettiği şeyi anlamamış olsam bile dilimle dudaklarımı ıslattım ve beynimde dolaşan saçmalıklardan düzgün bir şeyler çıkarmaya çalıştım. 

"Evden kaçtım." diye bağırdım birden. "Yani, sadece buralarda dolaşıyordum ve burasının terk edilmiş olduğunu gördüm, en azından öyle sanıyordum." dedim sakince ekleyerek. 

Gözlerini gözlerime dikip alaylı bakışlar attıktan sonra bakışları koluma doğru kaydı. Gözlerindeki yeşil tonu koyulaştığında duraksayıp gülümsedi. "Pekala, evden niye kaçtın?" 

Durumum git gide kötüleşirken omuz silktim ve ukala bakışlarımı takındım tekrar. "Bak, buraya gelme sebebim terk edilmiş olduğunu sanmam ve birazdan başlayacak olan yağmurda ıslanmama istediğimdi. Ama boşver bu yerde gerçekten birileri yaşıyormuş." diye homurdandım onu sıyırıp kapıdan geçerken. Kolumda hissettiğim sıcaklıkla duraksadım. 

"Burada kalamayacağını söylemedim..." dedi büyük bir ciddiyetle gözleri tekrar koluma kayarken. "... dövmeli kız." 

Gözlerim kolumdaki çete simgesine kayınca hışımla çektim ve bileğimi ovaladım. "Gerek yok, bir ağacın dibinde sabahlayabilirim asi çocuk." 

"Gururlu kızı oynamak zor olmuyor mu?" diye mırıldanıp ekledi. "Sen bilirsin güzelim evin bir odası hariç diğer kısımları çökmüş olsa bile o ağaç dibinden daha iyidir ama sen bilirsin." İmalı bakışlarını bana gönderirken ellerini cebine yerleştirip zafer edasıyla gururumu bana tıkayıp kapıdan yavaş yavaş çıkmıştı. Geriye bana karar vermem gerektiğini vurgulayan düşüncelerimin bölünmesine neden olan kapı sesiyle ise irkilip hızla odadan çıktım. O kendi çapında bir yerlere ilerlerken benim çıkmamla bana doğru dönmüştü. Onu görmezden gelmem gerektiğini hatırlayarak adımlarımı hızlandırdım ve merdivenlerden üçer beşer inerken son basamakta yere çakılmaktan son anda kurtuldum. 

"Tanrım, burayı gerçekten elden geçirmeli." dedim homurdanarak kapıyı çarparken. Köşkün kurumuş bahçesinden çıktıktan sonra Brandon'ların ben girmeden önce durduğu yere baktığımda tek gördüğüm şey etrafta uçuşan bir poşetti. Düşüncelerimle beraber çakan şimşekle içimden küfrettim sanırım gerçekten de bir ağacın altında sabahlamak zorunda kalacaktım. Yağmur çiselerken ben üzerimdekilere göz gezdirdim, ince bir hırka, botlar ve şort. Gözlerimi abartıyla devirip yağmur hızlanmadan kendime bir ağaç bulmaya karar verdim. Büyük ve beni kuru tutabilecek bir ağaç bulduğumda ise hırkama daha da sıkı sarındım, kafamı ağacın gövdesine yaslayıp gözlerimi kapattım. O lanet köşkün bu kadar büyük olup beni yorabileceğini aklımın ucundan bile geçirmezdim. 

"Aptal ukala. Gururmuş, hah."dedim dişlerim birbirlerine çarparken. 

Vücudum benden izinsiz titremeye başladığında daha birkaç dakika önce çiseleyen yağmurun şimdi neredeyse doluya dönceğini gördüm, en azından ıslanmıyordum. Gözlerim yavaş yavaş kapanmaya başlarken daha önce hiç üşümediğim kadar üşüdüğümü hissettim, hırkamı sıkan ellerim gevşeyip yere düşmüştü en son...

*          *         *         *          *         *          *           *           *           *              *                 

Vücudum soğuk suyla beraber aniden gerildiğinde gözlerimi açmak için zorladım kendimi, lanet olası ağaç bile dayanamamıştı sanırım. 

"Aptal, gerçekten bir ağacın dibinde duracağını söyleseydin seni yatağa bağlardım." 

Zorlukla gözlerimi araladığımda ilk gördüğüm şey bulanık yeşil gözlerdi. Titreyen dudaklarımı aralayıp tam da benden beklenecek bir cevap verdim. "Yatak mı? Benimle ilgili planların olduğunu düşünmezdim asi çocuk." dedim gülümsemeye çalışarak. 

Elimi ağrıdan çatlayan başıma götürdüğümde duraksadım. İkimizde kıyafetlerimizle ıslak bir şekilde duşta duruyorduk. "Neden senin evinin duşundayım?" diye sordum şaşkınlıkla biraz da kızgınlıkla. 

"Haklısın eğer böyle davranacağını bilseydim kesinlikle seni o ağacın altında bırakırdım..." dedi hafif bir sinirle. "... adın her neyse." 

"Chelsea."

Güçsüz çıkan sesimi duyup duymadığından emin değildim ama yine de söylemiştim. "Ne?" 

Gözlerimi devirip tekrarladım. "Adım Chelsea seni ahmak." 

"Pekala." dediğinde gözlerimi kısıp ona baktım, gerçekten ukalanın tekiydi. 

Akan su sesleri kulaklarımızı doldururken güçsüz çıkan sesimi duyabilme olasılığı zaten düşüktü. Gözüme ilişen buharları farkettiğimde yüzümü ekşittim. "Yeterince kalmadık mı?"

Alnına yapışan koyu renk saçlarından akan damlalar vücudumdaki kıvılcımın dahada bi artmasını sağlıyor gibiydi. Yavaşça yutkunup bu manzaranın bir an önce bitmesini bekleyerek beni banyodan çıkarmasını bekledim. Büyük elini belime yerleştirip beni kucağına aldığında titredim, benim için bunları yapmasına gerek yoktu. Ben kimsenin beni umursamamasına alışmış biriydim. 

Ben sabırla kucağından inmeyi beklerken o çeşmeyi kapatmakla meşguldü. Etrafımdaki her şey yavaş çekime alınmış gibiydi. Bir çeşmeyi çevirerek kapatmak kaç saniye sürer? Sonsuz mu? Çene kaslarım gülmek için beni zorluyordu. Dişlerimi kurumuş dudağıma geçirdiğimde dilime gelen metalik kan tadıyla inledim. Adını bilmediğim çocuk kaşlarını kaldırıp bana döndüğünde ise tek yaptığım ıslak tişörtüne tırnaklarımı geçirmek olmuştu. Havada bulut şeklinde dolaşan buharlardan zor nefes almaya başladığımda gözlerimi kapatım. Baş ağrım neredeyse beni ağlatacak duruma geldiğinde tırnaklarımı biraz daha sıkı geçirdim omzuna ve başımı boynuna gömdüm. Buharlı havada nefes almaya çalışsam bile zorlanıyordum, onun hala nasıl beni bu sıcak buharda, bunca zamandır kollarında tutabildiğini bilmiyordum. Sonunda düşündüğüm gibi yorgunlukla dizlerinin üstüne çöküp duvara yaslandı. Bu havasız alanda nefes almaya çalışıyordu. Gözlerimi sıkıca kapatıp geri araladığımda vücudum benden izinsiz kendini toplama kararı almış ve kucağında hafif doğrulmuştum. Elimi zonklayan başıma götürdüğümde yüzümü buruşturdum. 

"Başım..." dedim fısıldayarak. 

Elini alnıma koyup ateşime baktığında kaşlarını çattı. "Hala ateşin var." 

Yine alayla gülümsedim. "Kısaca beni ateşli bulduğunu söylesene." 

"Ateşin çıktığında saçmalayan nadir insanlardansın Chelsea." 

Adımı söylediğinde gözlerimi yüzüne diktim ve her santimini inceledim sebepsizce. Nemli, pürüzsüz suratında gezen gözlerimden rahatsız olmuş gibi sırtını dikleştirip tekrar beni kollarının arasına alıp odasına döndü. Her zaman odamın içinde bana ait bir banyo istemişimdir. Her neyse, bunu söylememiş olduğumu varsayın. 

Beni yavaşça yatağa yerleştirdiğinde hala ıslak olan tişörüme bakıp yüzümü buruşturdum. "Ateşim var ama ıslak kıyafetlerle mi yatacağım? Umarım tıp okumuyorsundur asi çocuk." dedim çatallaşan güçsüz sesimle. 

"Pekala." diye mırıldandı dolabını açıp bir şeyler ararken. Kahverengi bir sweartshirt bulduğunda yatağa koydu ve diğer çekmecen de siyah bir boxer uzattı. "5 dakika sonra gelirim, çabuk ol." 

Başımı salladım ve üzerimdeki ıslak tişörtten kurtuldum. Güçsüzleşen kollarımı zorlukla kullanarak sutyeni yere fırlattım ardından da sweatshirtü üzerime geçirdim. Aynı şeyi şorta ve iç çamaşırıma  uyguladıktan sonra tekrar yastığa gömüldüm, elma kokusuyla gülümsedim. Gözlerimi kapattığımda açılan kapıyı umursamadım, birkaç saniye sonra yatakta hissettiğim çöküşle küçük bir inilti çıkardım.

"Beni gerçekten kandırabileceğini mi sanmıştın Chelsea?" dedi yumuşak ama tehditkar bir sesle. "O olduğunu anlamayacağımı mı sandın?"

EscapeWhere stories live. Discover now