Geldiğimiz tarih 2 Nisan 1453 Kendi zamanımıza göre saat 9:23 Etrafı yine bir toz bulutu sarmıştı. Toz bulutu dağıldıktan sonra çevremizi inceledik. Etrafta hiç ev baraka veya herhangi bir Şey yoktu. Küçük bir tepenin yamancındaydık. Tepeye tırmandık. Ve Bizansın surlarını ve çevresinde ki evleri gördük ve ardı koskocaman Marmara deniziydi. Notebooku Burak heybesine koydu bende cihazı çuval gibi heybemin içine koyup Constantinenin merkezine doğru yola koyulduk. Meydana vardığımızda saatimiz 10.13‟ü gösteriyordu. Pek uzak değildik meydana indiğimizde insanların panik halde koşuştuğunu gördük. Anlaşılan oydu ki Osmanlı gemilerini fark etmişlerdi. Kimseyle konuşmadan Constantine‟den nasıl çıkacağımıza bakıyorduk birinin Türkçe konuştuğunu duyduk o anda ilk önce Türkçe bir Şeyler söylüyordu sonra yabancı bir takım şeyler söylüyordu
"kadınlar ve çocuklar kadınlar ve çocuklar‟
Hemen yanına gittik ve tanıştık Memet isminde 17-18 yaşlarında bizden daha iri yapılı biriydi babası Bigalı Memet‟in annesi Bizanslıymış annesinin ölümünden sonrada burada kalmış ama Osmanlının savaş açmasından fırsat bilerek Osmanlının akıncılarından biri olmak istemiş. Bizimde aradığımız fırsat bu diyerek buradan nasıl çıkabileceğimizi sorduk. Bize gece doğu tarafından bir sandal ile Anadolu‟ya açılacaklarını söyledi. Adam başı 200 akçeye bizi de götürebileceğini söyledi. Paranın lazım olmayacağını düşünüyorduk ama aslında burada gereken tek Şeyin para olduğunu Şimdi fark ettik. Akşam hava kararınca doğu tarafına gelmemizi söyledi. Bizde hava kararana kadar Constantineyi gezdik halkın telaş içinde oluşu ve bizim sanki aralarında turist gibi gezmemiz insanların bizden Şüphe duymasına neden oluyordu Burak‟a hemen gitmemiz gerektiğini ve akşama kadar orda beklememiz gerektiğini söyledim. Burak ise sanki tarih sarhoşluğu yaşamış gibi gözünü çevresinden alamıyordu. Buluşma noktasına gidip beklemeye başladık. Bu sıra bir şeyler atıştırmak için çantada bulunan ekmek ve suyu çıkarttım ama suyun pet şişede oluşu millettin yadırgamasından dolayı heybe içinde tuttuk. Hava karardıktan on beş yirmi dakika sonra Memet yanında üç kişiyle çıkageldi. Bizden paraları istedi. Burak çıkartıp akçeleri Memet‟e uzattı ve nasıl karşıya geçeceğimizi sordu. Memet biraz daha karanlığın çökmesini bekleyip biraz ilerde ki üst tarafları yıkılmış surların oradan atlayıp sandalla kaçacağımızı söyledi. Bu sırada 6 kişi oturup geceyi bekledik. Kaçanlardan ikisi baba kızdı. Osmanlının kazanmasından korktuğunu kendisinin öldürülüp kızının da köle olmasından korktuğu için kaçtığını anlatıyordu Memette bu sırada bize söylediklerini çeviriyordu. Diğer eleman ise Türktü oda kendi soyundan gelmiş insanlarla savaşmamak için Anadolu‟ya gittiğini anlattı. Burakla beni hiç şehirde görmediklerini ne zaman geldiğimizi ve nereye gittiğimizi sordular. Memet gibi çok tertipli konuşamıyorduk biz bir pot kırmamak için. Ticaret için geldiğimizi sonradan burada kaldığımızı söyledim. Pek inanamamışlardı sanki ama bununda pek bir önemi yoktu saatimiz 21.02yi gösterdiğinde Memet vaktin geldiğini söyledi. Yaklaşık bir kilometre yürüdük sonra kaçabileceğimiz yere geldik. Memet bir takım sesler çıkardı ve tepeden bir ip sarkıttı birisi bize hadi diyerek ilk Memet tırmandı. Ardından baba ve kızı çıkarttılar sonra Burak çıkmaya başladı ama pekte başarılı olmadı daha önce hiç böyle bir şey yapmamıştık. Burakın yukarı çıkması üç dört dakika sürmüştü. Geriye iki kişi kalmıştık. Bende zorlayarak çıkmaya çalıştım yukarı vardığım sırada elinde meşale olan iki kişi bir şeyler bağırarak bize doğru koşmaya başladık. O an hayatımda ilk kez bu kadar çok korkmuştum ve yukarı nasıl çıktığımı hatırlamıyorum son kalan genci yukarı çekmeye çalışıyorduk ama çok geç kalmıştık Memet belinden çıkardığı bıçak hançer karışımı bir şeyle ipi kesti. Artık geç kalmıŞtık ve onu oradan çıkarmanın başka yolu yoktu. Diğer taraftan bir ip daha sarkıtılmıştı yukarıda sadece ben ve Memet vardı. Önce ipten ben indim ama inerken korkudan atlayarak inmiştim bu sebeple ellerimin için kan revan içinde kalmıştı ardımdan Memet indi ve kaptanımız küreklere asılmaya başladı.
Yaklaşık bir buçuk iki saat geçmişti sonunda karaya ulaşmıştık. Burakla ben beklide bir daha hayatımız boyunca ulaşmıştık. Burak‟la ben beklide bir daha hayatımız boyunca yaşayamayacağımız bir aksiyon yaşamıştık. Karaya indikten sonra baba ve kızı veda edip gittiler ardından kaptan gözden kayboldu Marmara‟da. Memetse bize nereye gideceğimizi sordu. Bizde fethin en iyi nerede izlenebilirse oraya gideceğimizi ardından evimize döneceğimizi söyledik. Bu seferde evimizin nerede olduğu sordu aklıma gelen ve isminin aynı olduğunu bildiğim tek yer aydın dedim. Memetin bir anda gözleri fal taşı gibi açıldı. Anadolu dan birsiyle ilk kez tanışmış. Yolu boyunca bize geldiğimiz yerin nasıl olduğunu sordu neler yaptıklarımızı, sürekli geçiştirmek zorunda kaldık çünkü o zaman döneminde aydının nasıl olduğu konusunda en ufak bir fikrimiz yoktu. Sabahın ışıkları yüzümüze vurduğu vakit bir köye vardık Kızılca tepe köyü birkaç tane hane vardı sadece sessiz sedasız bir yerdi sanıyorsam Şimdinin Talatpaşa taraflarında bir yerdi burası. Köye giderken bahçelerin içersinden geçtik her yer yemyeşildi günümüzde değil Türkiye dünyada bile sayılı yerlerde yeşil alanlar kalmıştı ve aşık olmuştum sanki bu güzelliklere köyün girişine vardığımızda yaşlı bir çift ellerinde çapalarıyla bize doğru geliyordu yanlarına gittik. Nerden baksan seksen yaşını geçmişti ikisi de ama halen azimle sabahın en erken saatinde bahçelerine gidip çalışıyorlardı. Dursun dede ve Fatma neneymiş isimleri. Adlarından sonraki sıfatları da zamanın getirisiyle kendileri eklemişler. Constantineden kaçmış Türkler olduğumuzu söylediğimizde bahçeye gitmekten vazgeçip bizleri evlerine davet ettiler. Fatma nene mutfağına gidip yemek için ocağında ekmek yapıyordu dursun dede ise ahırına gidip ineğinden sağdığı sütü ateşin üzerine koydu. Burak‟la beraber şaşkınlık içindeydik. Evleri taştan ve çamurdan yapılmış ama normal evler gibi sapasağlam duruyordu. Tek bir odası ve mutfak dedikleri çok küçük bir yerden oluşuyordu. Dursun dede bizlere nereye gittiğimizi sordu bizde ordunun bulunduğu galata tarafına gittiğimizi söyledik. Asker olmadığımızı söyledi bizler için pekte hayırlı olmayacağından bahsedip durdu. Fatma nene ekmekleri getirmişti bu sırada. Üzerinden buharları tüten kokusunun bile insanı doyuran bir güzelliği vardı. Sıcak süt ile o ekmeğin tadı daha önce hiçbir şeyde bulamamıştım öyle güzeldi ki... Yemekten sonra dursun dede bizi köyün uç kısmına götürdü ve yolu gösterdi bizlerde dursun dedeyle vedalaşıp tekrardan yollara düştük. Bizim zamanımıza göre saat 12.45i gösteriyordu günlerden 3 Nisan 1453tü kuşatmaya 3 gün kalmıştı ve acele etmemiz gerekiyordu. Normal zamanımızda yirmi dakikada gideceğimiz yolu nerdeyse bir günde anca gidebildik. Öğleden sonraya doğru ilerlerken Rumeli tarafında Zağanos paşa komutasındaki orduyu gördük. Aralarına sızmak için tek iyi planımız Memetti. Orduyu Galata‟ya kadar takip ettik. Ordu yerleşmeye başladığında saat 18.21‟i gösteriyordu. Biraz daha yakına gelirken yeni çeri diye tahmin ettiğimiz askerlere yakalandık. işte bu da ikinci en çok korktuğum andı eğer ki cihazı bulurlarsa işte o zaman yandığımızın resmiydi. Burak birden çığlık atmaya başladı Memet ise onu susturmaya çalışıyordu sonrasında beş asker bizleri alıp büyük kubbeli bir çadırın içine götürdü heybelerimizi aldılar. Sonrasında ise korku ve endişemden bayılmıştım. Gözlerimi açtığımda Burakla Memetin dizleri üzerinde boyunları eğik duruyordu. Bende kendime geldiğimde onlar gibi pozisyon aldım başımızda bir adam vardı ama korkudan bakamıyordum bizlere yarısını anlamadığım bir şeyler söylüyordu. Bağırarak konuşuyordu,
"Neden geldiniz gavur musunuz? Müslüman mısınız? Türk müsünüz?"
Gibi bir sürü şeyler sordu. Sadece Memet konuşuyordu bizlerse tek bir kelime bile konuşamıyorduk dilim dolanıyordu ve gözlerimden yaşlar dökülüyordu Burak beni gördükçe daha çok ağlıyordu. Sonra o adam bize kalkmamızı söyledi ve şahadet dedi o an öleceğimizi zannettim. Ve kelime-i şahadet getirdik. Sonrasında iki asker girdi içeri heybelerimizi getirdi. Ve ellerinde siyah giysiler sonrasında giysileri giydik. Çadırdan çıkıp büyük topların yanına götürüldük. Burada kalmamızı ve ne denilirse yapmamızı istediler. Ölümden kurtulmuştuk. ilk işim heybenin içine bakmak oldu ve o an işte rahatladım cihaz halen içindeydi Burakla yüz yüze geldik ve ikimizde ne yapacağımıza şaşırmıştık. Burak‟a gece buradan gideceğimi ve savaşı beklemeyeceğimi söyledim. Burakta bunca olaydan sonra benimle aynı fikirdeydi. Memet ise neden bahsettiğimizi anlamadığından ĢaĢkın gözlerle bizi izliyordu. Burak Memete gerçekleri anlatmayı teklif etti ama bu olayı iyice sarpa sarmasına neden olacaktı bu yüzden olmayacağını söyledim kendisine. Burakla gece etraf tenhalaşınca gideceğimizi söyledim. Gece saat 11.00 gösterdiğinde Buraka seslenip gitmemiz gerektiğini söyledim. Memet uyurken yanından ayrılıp kimsenin olmadığı bir yere geçip cihazı çıkardım pilleri çıkartıp notebooku cihaza bağladık göstergeyi sıfıra getirdim. Pili kabloyla cihaza bağladık. Ve Burak düğmeye bastı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zaman Makinası İcat Edildiğinde
Science-FictionDüşünün! Sizce zaman nedir? VEYA geçmiş göster Aslında geri Bir olgumudur getirilemeyecek? herkes öldüğünde dünya ne olacak? bunun gibi Binlerce Soru sorabilirsiniz. Ama Elde edeceğiniz cevap sadece sadece hiçlik OLACAKTIR. Bir gün biri Geçmişe gitt...