Christine And The Queens - Paradis Perdus
Sevmek, birilerini sevmek, birilerini sevmeye çalışmak, birilerini sevmeye başlamak, birilerini sevmeye bir yerlerden başlamak. Gözlerinden başlamak mesela ne bileyim, güldüğünde herkesinkinden fazla sivrilen köpek dişlerinden başlamak, yanaklarında oluşan o alakasız çukurdan mesela, sakallarının bir o yana bir bu yana ama asla aynı yönde uzamayışından, kulaklarının eğriliğinden, alnındaki benden, gözündeki kirpikten başlamak. Birilerini sevmeye gözbebeklerinden başlamak, gözbebeklerinde gördüğün kendi yansımandan başlamak, ama en çok da, gözbebeklerindeki kendi yansımanın onun kalp atışlarındaki yansımasından başlamak. Birilerini sevmeye, onun seni sevmeye başladığı yerden başlamak. Karda yürümek gibi, yalnızca iki kişinin yaşadığı bir eyalette, karda yürüyen ikinci kişi olmak gibi. O yol çoktan bir kez yürünmüş, önünde ayak izleri var şimdi, yolun kar değil artık, ayak izleri. Tek tek aşılmış karın altına gizlediği kötülükler, sol tarafında bir çukur var, senden önce birileri düşmüş o çukura, kar artık gizlemiyor üzerini, biraz ileride sağ tarafta yine ayak izleri. Senden önce birileri düşmüş o çukura ve senden önce birileri çıkmış o çukurdan. Senden önce yürünmüş o yol, senden ötürü yürünmüş, sana yürünmüş, senin uğruna bir çukura düşülmüş, senin uğruna çıkılmış, bir yol sonunda sen olduğunun inancıyla yürünmüş.
O akşam üzeri, önümdeki kapalı kapıya bakarken, bunları düşünüyordum. Birilerini sevmeye, onun kendini sevdiği yerden başlayan insanlar vardı, bir çukura saplanmadan karda yolunu yürüyüp bitiren insanlar, onlar için aşılmış çukurlar vardı. Onlar için yürünmüş yollar, onlardan ötürü. Birbirlerini sahiden seven insanlar vardı, düşmeden, yaralanmadan, kasırgaya düşmeden de birbirlerini sevebilen insanlar vardı. Kasırganın merkezine ulaşmak zorunda olmayan insanlar, hiç rüzgardan üşümemiş olanlar mesela, hiç tenleri kesilmemiş kağıt kesiği gibi, hiç yanmamış canları. Yorgun olmayan insanlar vardı bir yerlerde, sevmenin bu kadar zor olmadığı ülkeler vardı belki, birilerini sevmenin, birilerini sevmeye başlamanın bu kadar zor olmadığı yerler vardı. Sakallarında binlerce el izi olmayan adamlar vardı, saçlarını tek bir el izi için uzatan kadınlar vardı, birbirlerini sevmeye, sevmeyi sevmekten başlayan insanlar vardı. Birilerini sevmenin bu kadar zor olmadığı, bu kadar yaralamadığı ve bu kadar yakmadığı anlar vardı. Bazı anlar vardı, bazı insanlar vardı. Sevmekten nefret etmeyen insanlar vardı.
Birilerini sevmenin onunla aynı asansörde mahsur kalmaktan farklı olduğu bir yerler vardı, mutlaka vardı. Aynı asansörde mahsur kalan iki kişi olmak, diye tekrarladım kendi içimden, sırtım yatağa yaslı, gözlerim az evvel kilitlediğim kapıdaydı, yere çökmüştüm dizlerimi karnıma çekerken. Ağlamıyordum, bağırmıyordum da, sanki hava aldıkça sızlayan bir dişim vardı, konuşsam sızlıyordu şimdi, sussam daha çok sızlıyordu, ağlasam sızlıyordu, nefes alsam, en çok nefes alsam sızlıyordu. Aynı asansörde mahsur kalan iki kişiden dişi sızlayandım ben. Diğeri mahsur kaldığımızın farkında bile değildi. Sorular sorup konuşmamı istiyordu, oysa benim dişim sızlıyordu farkında değildi, sıkışıp ufacık kalmıştım, çok yer kaplıyordu farkında değildi. Seni göremiyorum diyordu, göster yüzünü, yüzümü göstermediğim için beni suçluyordu, ışıklar kapalıydı farkında değildi. Neden sallanıyorsun diye soruyordu yorulduğunu düşündüğü açıkça belli olan ifadesiyle, başım dönüyor, sallanma, asansör tek çelik ip üzerinde sallanıyordu farkında değildi. Işıkların kapalı olduğunu fark ediyordu bu sefer, ardı ardına ışıkları açmamı istiyordu, düğme sol yanındaydı farkında değildi. Ağlama diyordu, ağlama, neden ağlıyorsun? Saçlarım avucunun altındaydı, saçlarımın farkında değildi.
Kapı açılıyordu sonra, zangırdayarak, belki her şeyin başladığını haber veren bir devinimle, belki her şeyin sonu, ne olursa olsun dışarısı içerisinden aydınlık şimdi, çıktığı her karanlık güneşli gelecek. Kolunu kurtaracak benden, kapıya ilk davranan çıkmaya hak kazanan olacak, dişi sızlayanım ben, o karlı yolu önden yürüyenim, kasırgadan teni kesilenim, çukura düşenim, sevgisi dişinde çürük, göğsünde ağrı olanım kısacası, geride kalmaya mahkum olan benim. O ise gülümseyerek kapıya davranan şimdi, dışarıya çıkmaya hak kazanan. Çıkacak da, dönüp arkasına baktığında, benim neden çıkmadığımı soracak kendine, bilemeyecek önden yürümeye alışkınım ben ve bir de arkada kalmaya, geriden gelmek, onun çoktan yürüdüğü bir yolu yürümek, bir pipo tütününü sigara kağıdına sarmak kadar zor, biçimsiz ve yabancı şimdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ten points to gryffindor // sekai
Fiksi Penggemar''Siktirsin oradan.'' Sinir bozucu bir gülüş bırakırken derince solumuştum. ''Büyücüyüm ben.'' ''Eee?'' demişti o da bana, gözlerinde ukala bir bakış vardı, yumurta kırmaya dönmeden hemen öncesiydi. ''Herif de tanrı, ne olmuş yani?''