Annemden Kalan Son Hatıra

29 2 2
                                    

25 YIL ÖNCE.

Ziya o sabah yine gürültüyle uyanmıştı. Birileri bir şeyler kırıyor gibiydi. Endişeyle hemen kalkıp salona sesin geldiği yöne koşmuştu. Babası yine kriz geçirmiş eline gelen her şeyi kırıp dökmüştü. -Annesinden kalan son hatıra minik çerçeveyi de. - Annesinin kucağında çekildiği tek resimdi o. Henüz 3 yaşındayken kaybetmişti annesini. Daha o günden tüm dünyanın ağırlığını sırtlamak zorunda kalmıştı. Minik bedeninde kocaman bir yüreği vardı. Annesini sonsuzluğa uğurladıklarını anlayacak yaşa geldiğinde herkes ona 'buna zamanla alışacağını' söylemişti. Hiçte öyle olmamıştı oysaki. Gün geçtikçe özlemi artmış, artmış, artmıştı... Öylesine büyümüştü ki içindeki hasret duygusu ; gittiği her yerde baktığı herkeste annesinden bir iz arar olmuştu.  Hatta bir gün annesine ait her şeyi yakarken görmüştü babasını. Ne kadar engel olmaya çalışsa da başarılı olamamıştı. O çerçeveyi babasından zor saklamıştı. Ziya, babasına ne zaman annesiyle ilgili soru sorsa babası ya bağırıyor ya da konuyu kapatıp hızlıca oradan uzaklaşıyordu. Ona göre, dünyanın en kötü babasıydı.

Ziya kırılan çerçevenin arasından arasından resmi özenle aldı ve yaşına kıyasla çok daha çocuksu bir edayla yüreğine bastırıp ağlamaya başladı. Babasının psikolojisi yıllardır alt üst olmuştu ama bu seferki daha başkaydı. Durumu gün geçtikçe daha da kötüye gidiyordu. İlaçları da artık onu sakinleştirmeye yetmiyordu. Zaman zaman krizleri oldukça artmıştı. Ziya, babasına olan tüm kırgınlığına rağmen yine de bu haline üzülüyordu. Elinden bir şey gelmediği için kendine kızıyordu. Ömrü boyunca baba sevgisini zerre kadar tatmamış birisi olsa da yine de babasına kıyamıyordu. Babasına ilaçlarını verip biraz sakinleşmesini bekledikten sonra montunu aldı ve usulca evden ayrıldı. Kendini yalnız ve çaresiz hissettiği zamanlarda yaptığı gibi.. Dolaştı, dolaştı. Ne yapacağını, nereye gideceğini bilmiyordu. Boşlukta gibiydi.

Sokağın sonundaki köşeye geldiğinde durdu, beyni patlayacakmış gibi hissediyordu. Daha fazla dayanamadı. Ne kadar istemese de gözyaşlarına engel olamıyordu artık. Sanki 20 değil de 5 yaşındaki bir çocuk gibiydi. Yürümekten ağırmaya başlayan ayaklarını görmeksizin yürümeye devam etti. Tüm acılarından, korkularından, hayal kırıklıklarından kaçarcasına yürüyordu. Sanki kaçıp gitse her şey bitip gidecekmiş gibi hissediyordu. Ama hiçbir şey bitmiyor ve bunu çok iyi biliyordu. Evlerinin iki sokak ilerisindeki parka geldiğinde durdu, daha fazla dayanacak gücü kalmadığını hissettiğinde en köşedeki mavi siyah çizgiler halinde boyanmış banka oturdu. Salıncakta sallanan, kaydıraktan hızla kayarak yarışan çocukların mutluluğunu izlerken yüzüne hafif bir tebessüm yayılmıştı. Çocukların tek eğlencesi buydu. Her gün parklarda veya sokak aralarında oynar, gözlerine kadar toz toprak olurlardı. Kızlar bebekleriyle, oyuncak fincan takımlarıyla oynarken, erkekler çift kale maç yapardı. Aslında hayat çocukken güzeldi. Çünkü büyüdükçe artıyordu insanın dertleri - ya da insan büyüdükçe anlıyordu gerçekleri. Çocukların haline baktıkça kendi çocukluğu canlanıyordu gözünde. Oysa hiç de böyle bir çocukluğu olmamıştı. Özlüyordu tüm geçmişi, küçüklüğünden bugüne kadar geceleri gökyüzünü seyrederken kurduğu ama bir türlü gerçekleşmeyen hayallerini ve en çokta annesini. Oğullarını salıncakta sallayan anneleri, kızlarına elma şekeri alan babaları gördükçe yüreği daha çok yanıyordu. Ağlamaktan sızlayan gözlerini sımsıkı kapattı ve başını ellerinin arasına aldı. Etrafındaki hiçbir şeyi ne duymak ne de görmek istemiyordu. Kulaklarını ne kadar sıkı kapatsa da beynindeki tüm düşünceler adeta kulaklarını kemiriyordu. Cevabını kendisi bile bilmediği sorular beyninde uçuşuyordu. ''Neden ?'' ''Neden böyle...? Böyle olmak zorunda mı ?'' Herkes bu kadar mutluyken ben neden bu haldeyim ? O kadar ağlamıştı ki yüreği sanki patlayacak gibiydi. Hıçkırıklarının arasından onu çekip çıkaran küçük bir çocuk olmuştu. Esmer, 7-8 yaşlarında yakası yırtık kırmızı bir tişört ve kot pantolon giyen bir çocuktu bu. Elindeki peçeteyi  O'na uzatırken ''İster misin abi ?''diye sormuştu tüm masumiyetiyle. Ziya, çocuğun parkta oynayan çocuklardan biri olduğunu düşünmüştü. Fakat çocuğun yanındaki peçete dolu küçük sepet, parka eğlenmek için gelmediğini açıkça gözler önüne seriyordu. Ziya, çocuğun gözlerine baktığında her şey bir yıldırım gibi düşmüştü beynine.  ''Dünya benim dertlerimden ibaret değilmiş meğer.''  Kendinden utandı. Gözyaşlarını elinin tersiyle sildi. Ne cevap vereceğini bilemez halde bakarken çocuğun gözlerindeki ''Lütfeenn..'' dercesine bakış, Ziya'yı peçeteyi almaya itmişti. Cebindeki tüm bozuklukları vererek peçeteyi aldı. ''Teşekkür ederim, küçüğüm'' derken çocuğun yüzüne yayılan o sıcacık gülüş O'nu da mutlu etmeye yetmişti. Elindeki sepeti usulca bırakarak banka oturdu.''Neden ağlıyorsun abi, yoksa seni de mi üzdüler ?'' Ziya bu soru karşısında ne diyeceğini bilemez halde kaldı.

''Adın ne senin ?'' diye sordu konuyu değiştirmek istercesine. 

''Orhan, abi'' dedi.

''Neden satıyorsun bunları ?''

''İhtiyacım var abi. Satmak zorundayım, anneme bakmak zorundayım.''

Ziya, Orhan'a babasını sormak isteişti ama bu sorunun onu daha fazla üzeceğini düşünerek vazgeçti. 

''Neden, neyi var annenin ?''

''Hasta, çok hasta.'' Kafasını önüne eğmiş, parmaklarıyla oynuyordu. ''Neyse artık gitsem iyi olacak.''

Ziya bir şey demeye kalmadan çocuk çoktan yola koyulmuştu bile. Yerdeki ikiye katlanmış kağıt dikkatini çekti. Eğilip aldığında yüreğinden derin bir sızı daha geçip gitti. Reçete.

Belli ki Orhan bunun için peçete satıyordu ve düşürdüğünü farketmemişti. Arkasından seslendi ama duymamıştı. Biraz koştuktan sonra yetişmişti. 

''Hey, baksana. Orhan !''

Orhan sesin geldiği yöne döndü.

''Bunu düşürmüşsün.''

''Sağ ol abi.''

''Eee hadi gidip ilaçları alalım öyleyse.'' dedi göz kırparak. 

Mahçup bir ifadeyle  baktı Orhan. ''Gidemem abi biraz daha peçete satmam gerek. Henüz parayı denkleştiremedim.''

''Ooo düşünme bunları. Hadi gidelim.'' 

Ziya, Orhan'ı da kolunun altına alarak eczaneye doğru yürüdü. İlaçları aldıktan sonra Orhan'ın evine doğru yürümeye başladılar.

''Sahi, senin adın ne abi ?''

''Ziya, Ziya benim adım'' derken kaldırımdaki yaşlı tonton bir amcadan aldığı pamuk şekerini Orhan'a uzattı. Orhan, teşekkür ederken kendini ilk kez bu kadar mutlu hissettiğini farketti. Pamuk şekerini hevesle açarken ''Peki senin hikayen ne ?'' diye sordu. Büyümüşte küçülmüş gibiydi sanki. 

''Hikayem mi ? Bir hikayem yok. Normal biriyim işte.'' Gülümsedi. 

''Normal birinden daha fazlasısın bence. Hatta bir kahraman bile olabilirsin.'' Önden eksik iki dişiyle kıkırdadı.

İşte buna Ziya da bir kahkaha patlatmıştı. 

''Neden ağlıyordun abi ? Sen iyi birisin, neden üzdüler seni ?''

''Boşver küçüğüm. Bazen büyüklerin canını sıkan ama anlatamayacağı şeyler vardır.''

''Yaa öyle mi ? Oysaki ben sadecce küçüklerin ağladığını, büyüklerin hep  mutlu olduğunu sanardım.''

Ziya tebessüm etti. ''Bende öyle sanardım.''


KARA TAŞWhere stories live. Discover now