Yalnız birkaç dakikalık notalar topluluğuydu, beni zamanda yolculuğa çıkaran. Ufak bir merhabanın başlattığı serüvende, yolun sonunun nereye gideceğini bilmediğimiz fakat daha iyi günleri umut ettiğimiz zamanlardı. Bir gece vaktiydi. Pencereden, sonbaharda yolunu kaybetmiş soğuk bir rüzgar geliyor. Yazın bunaltıcı sıcağından yanan bedenlerimize cennetten bir armağan gibiydi. Böyle demiştin seni oysa senin gülüşündü bana nazaran cennetten gelen armağan. Çok tuhaf diye düşünmeye başlamıştım sen bilgisayarda şarkı ararken. İnsanların aşk dediği şey değildi sana karşı hissettiğim. Evet, aşık olduğum anlar vardı sana ama o an hissettiğim aşktan daha değişiydi. Fazlaydı. Yanında olmanın verdiği o kendinden eminlik, doğru yerdeyim ben dedirten his... tanım edemiyorum. Ama anlatsam sana, anlardın beni. Şarkıyı açtın. Bir masa lambasının loş ışığı aydınlatıyordu odayı sadece. Pencerenin yanına oturmuş seni izliyordum. Saçlarını başının üzerinde topladın. Birkaç tel isyan edercesine düşüyordu omuzlarına ve sen umursamıyor gibiydin onları. Gitmek istiyorlarsa giderler... Dans etmeye başladın yavaşça. Üzerinde bolca bir tişört, altında ise bir şort. Bu halinle bile muhteşem görünüyordun. Kalkıp yanına geldim yavaşça ve sarıldım. Saçlarının kokusu, bir defa daha doğru yerde olduğumu hissettirdi bana. Notalara teslim etmiştik kendimizi. Şarkı bitti. Başını kaldırdın ve "Seni seviyorum" dedin.