-yorgun ruhlar-

14 1 0
                                    

Ruhsal olarak çok yorgundum. Ve bu beni bitiriyordu. Kendimi ayakta tutmakta zorluk çekiyordum. Babamı bir toprağın altında olduğuna inanamıyordum. Ama o küçük toprağa batırılmış olan tahta parçasına bakınca resmen geçmişi görüyordum. İki yıl olmuştu o gideli. İki yıl olmuştu ben de hayattan silineli. Yaşamayı unutuyordum gün geçtikçe. Bedenim de sanki ruhuma eşlik ediyor ve beraber batıyorlardı.

Bir cafede şarkı söylüyordum haftada dört kez. Bu şekilde geçimi mi sağlıyordum. Uzay öldükten sonra yeni bir kente taşınmıştım. Küçük bir ev satın alıp orada yaşıyordum.

Uzun yolda yürürken üşüdüğümü hissettim. Yorgun ruhum birde titriyordu sanki. Bitkindim. Bu gece o uçuruma nasıl gidecektim bilmiyordum.

İlk kez sesini duyduğum o gecenin üstünden beş gün geçmişti. Ve yine her gece olduğu gibi orada oturmuştuk. Hiç konuşmamış hiç ağlamamıştık.

Bu gün üstümde öyle bir ağırlık vardı ki sanki birisi bana çarpsa yere düşüp öylece kalacaktım. Mezara gittiğim için mi böyle olmuştu anlayamamıştım.

Cafeye yaklaşırken cebimden telefonumu çıkarıp saate baktım, on dakika geç kalmıştım. Omuzlarımı silkip içeri girdim. Garsonlar harıl harıl çalışırken mekanın ilk kez bu kadar dolu olduğunu gördüm. Biraz gerilirken arkamdan biri elini omzuma koydu, arkama dönüp baktım. Suratım çok ifadesizdi ve mekanın sahibi yüzümü görünce biraz gerilip şaşırdı.

"Biraz geç kaldın sanki, ha?" dedi gözlerime bakarak. Yavaşca kafamı salladım, üzgün olduğumu belli ederek. "Neyse bu ilk olduğu için bir şey demiyorum. Gördüğün gibi bu gün kalabalık. Lütfen güzel şarkılar söyleyip müşterileri memnun et." dedi gülümseyerek. Kafamı sallayıp küçük sahneye doğru ilerledim.

Oldukça ince ceketimi çıkarıp sandalyenin üstüne koydum. Gitarcı ve baterist hazırken elime mikrofonu alıp sesi kontrol ettim. Etrafıma şöyle bir kere bakınca tekrar ne kadar kalabalık olduğunu fark ettim.

Ortalara bakınca tanıdık bir yüz gördüm ve dondum kaldım. Onunla uçurum dışında başka hiçbir yerde karşılaşmamıştım ama şimdi, birbirimize bakınca dudaklarım yavaşça aralandı. Kaç dakikadır birbirimize bakıyordum bilmiyordum ama kelepçelenmiş gibiydik ne o gözlerini benden ayırıyordu ne de ben. Arkadan gitarcı olan çocuk -adı galiba Oğuz'du- dürtünce kendime geldim. Ve sözleri söylemeye başladım. Bugün şarkı söylemeyecektim sadece, bugün şarkının sözlerine ruhumu bırakacaktım.

'Yarından haber yok, dün bitti.'

Gözlerimiz yine kenetlenmişti ve ben hâla şaşkın şaşkın ona bakıyordum.

'Saatler son günü çalıp gitti.
Yeminler yaşlandı dudaklarda.
Düğümlendi derken söz bitti.'

Nakarat kısmına girerken gözlerim dolmuştu. Bugün çok güçsüz, yıkık ve bitiktim. Uzay geliyordu aklıma ve kendimi tutamıyordum. Onu da unutamıyordum. Gözlerimi kaçırdım ve başımı yere eğdim.

'Unutursun için yana yana.
Unutursun ölüm sana bana.
Zaman basıp kanayan yarana.
Unutursun, unutursun.'

İçim yanıyordu, evet. Ama onu unutmak istemiyordum. Bu kadar bencil olmak istemiyordum. O beni unutamazdı, unutmamalıydı en azından. Bende, bende onu unutmamalıydım. Ben sana muhtacım, sen olmadan ben olamam. Sen olmadan ben ne ölebilirim nede yaşayabilirim.

Kafamı kaldırıp ona bakınca bana baktığını gördüm. Kaşlarını çatmıştı ve beni izliyordu.

Bir kere daha tekrar ettim. Sonunda sesimi yükseltirken sanki isyan ediyormuş gibiydim. Şarkı bitince alkış sesleri havada bir bulut gibi süzülüyordu. Ona birkez daha baktığımda kafasını önüne eğmiş düşünüyor gibiydi. Mekanın tam ortasındaki masada tek başına oturup içiyordu.

Birkaç tane daha şarkı söylemiştim ve hepsinde beni izlemişti. Sürekli göz göze gelmiştik. Son şarkımı da söyledikten sonra ceketimi alıp sahneden indim. Ben patron ile konuşurken yanıma gelmişti. İsmini bilmediğim yakışıklıya bakarken kaşlarımı çattım. Patron birşeyler daha söyledi ve sonra gitti. Yanımda ki çocuğa bakarken oda bana döndü.

"Şarkı seçimini beğendim. Burada mı çalışıyorsun?" diye sordu nefes kesici sesiyle. Başımı olumlu anlamda sallarken hiç onunla konuşmadığımı fark ettim. "Benimle biraz vakit öldürmek ister misin?" diye sordu. Gözlerimin tam içine bakıyordu ve beni kendine çekiyordu. Eve gitmeden önce biraz dinlensem birşey olmaz diye düşünüp kabul ettim hem belki biraz konuşur ve onu tanırdım.

Masanın yanına giderken "Yorgun görünüyorsun." dedi alçak sesle. Şuan birçok kişi bana asılıyor gibi düşünebilirdi. Ama ben öyle düşünmüyordum. Hem asılsaydı neden bir aydır yapmıyordu. Bence beni yanında istiyordu. Onun bir arkadaşı yada içini dökebileceği yakın birisi olmamı istiyordu. Ona baktım ve aramızdaki boy farkını gördüm.

Masaya gittik ve karşı karşıya oturduk. Sırt çantamı ve ceketimi yanımdaki sandalyeye bırakırken beni izlediğinin farkındaydım. Dirseklerimi masaya yaslayıp uvuç içlerime yüzümü yerleştirdim. Ve gözlerine baktım sonra. Biraz acı mı vardı gözlerinde, biraz ölüm.

"Aç mısın?" dedi. Sonra da bira şişesini kafasına dikti. Başımı olumsuz anlamda salladım. "İçer misin?" dedi elindeki açılmamış bira şişesini sallayıp. Elinden aldım ve kapağını açıp içtim. Tadının kötü olduğunu bile bile içtim bütün şişeyi, yüzümü buruşturmadan içtim hepsini. Uzay'ada böyleydim işte ben bana iyi gelmediğini bile bile sevmiştim onu hiç bıkmadan. Kalbimi kırsada asla bırakmamıştı

Kafamı kaldırıp ona baktım ve eline baktığını gördüm. Bende gözlerimi eline çevirirken, elinin morluklarla kaplandığını görüp gerildim. Nolmuştu? Canı acıyor muydu?

"Eline noldu?" diye sordum dayanamayarak. Gözlerini bana çevirdi ve boş boş baktı suratıma. "Önemli değil. Kavgaya karıştım da." dedi mırıldanır gibi. Sanki şuan duyamasam bir daha tekrar bile etmezmiş gibiydi. "Dikkat et." dedim yumuşak bir sesle. Güldü sadece, dalga geçiyormuşum gibi güldü. Kaşlarımı çatarken yüzüme bile bakmıyordu. "Tabiki dikkat ederim." dedi. Sesinden dalga geçtiği o kadar belli oluyordu ki.

"Bıktım artık ben biliyormusun. Hayattan bıktım, yaşamaktan bıktım, sevmekten bıktım. Yoruldum, öldüm, çöktüm." dedi duraksaya duraksaya. Belliydi bugün kafasının yerinde olmadığı. "Ama hâla yaşadığımı sanıyorlar ve bu beni daha çok öldürüyor." dedi tam gözlerimin içine bakarak. Belliydi yarasının büyük olduğu.

"Sana teselli vermek isterdim. Fakat hayat böyle, öldürüp gidiyor ve arkasından hiçbir bok diyemiyorsun." dedim kızgınca. İçkisinden bir yudum daha alıp bana baktı. "Kaybettim onuda ben ne yapacağım artık? Nasıl devam edeceğim? " dedi cevap bekleyen gözlerle. "Yaşa." dedim bende ona bakıp.

"Yaşa." diye tekrarladı beni. Parmaklarını şaşaklarına bastırıp geri çekti. 'Tanrım' dedim içimden 'böyle mükemmel bir adamada mı? Yapma, lütfen.' gözlerine bakarken sanki kendimi buluyordum.

'Ne yapacağını bilmeyen şaşkının teki, hayatı omuzlarına sığdıramayan güçsüzün teki, ölmeyi bile beceremeyen, ölünün teki.'

"Sana birşey soracağım. Ama lütfen doğru cevapla, olur mu?" dedi eline bakıp. Başımı olumlu anlamda salladım yavaşça. "Nasılsın?" dedi gözlerime bakarak. Böyle bir soru beklemediğim için şaşırsamda doğruyu söylemeye karar verdim. "Kırgınım sanki biraz, biraz da yorgun. Biraz da ölüyüm sanki ben." dedim aklımdan geçenleri ve gerçekleri söylerken.

Gözümden bir damla yaş akınca silmedim ve yanaklarımdan süzülmesini bekledim. Yavaşça süzüldü ve tam bileğimin üstüne düştü. Bileğimdeki belirgin yeşil-mavi damarlara baktım. Orada saklıyordum onu tam bileğimdeki damarda. Eğer içimde öldürürsem onu bileğimdeki damarı kesmem lazımdı ki ruhumdan atabileyim onu.

Bana baktı ve suratı zaten düşükken birde hüzün eklendi gözlerinin altına. Onu öyle görünce içim burkulmuş gibi gülümsedim. Gülümseyince sağ gözümün yanındaki kırışıklarda bir gamze oluşuyordu ve onun da gözleri orada takılı kalmıştı. Tekrar gözlerime baktı ve hiçbir şey söylemedi.

İkimizinde karşısında ölü ruhlar oturuyordu ve biz onları sadece izliyorduk. Kurtarmaya falan çalışmıyorduk. Çünkü biliyorduk ki ruhunu geçmişine teslim etmiş bir insan gelecekte yaşayamazdı.

YıldızHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin