-küçük kız çocuğu-

5 1 0
                                    

Gözüme güneş ışıkları vururken bilincim açılmıştı. Ama hâla gözlerimi açamıyordum. Zorla da olsa gözlerimi açarken, güneş ışığı tam gözüme geliyordu. Gözlerim kısıkta olsa yattığım yerden doğruldum. Etrafıma bakarken burasının benim odam olmadığını yeni anlamıştım. İçimden küfürler saydırırken hâla nerede olduğumu bilmiyordum. Hızlıca yataktan kalktım.

Elime masanın üstündeki cam şişeyi aldım ve kapıya yaklaşıp kolunu tuttum. O anda da tam kapı açıldı ve kumral saçlar gördüm. Sonrada yüzünü bana çevirdi ve elimdeki cam şişeyi görünce kaşlarını çattı. Bu uçurumdaki çocuktu birazcık rahatladım. Ama hâla gergin olduğum cam şişeyi parçalayacakmış gibi tutuşumdan belli oluyordu.

"Sabah sabah ne yapıyorsun?" diye sordu kapıyı kapatıp karşıma geçerken. "Ne işim var benim burada?" dedim kızgınca. "Dün gece masada öylece uyuyakaldın bende evini bilmediğim için seni buraya getirdim. Üstünü falan da değiştirmedim merak etme." dedi gülerek. Başımı hafifçe önüme eğip kıyafetlerime baktım, dün giydiklerimdi. İçim rahatlarken kafamı salladım anladım der gibi.

Elimden yavaşça cam şişeyi alıp masaya koydu. "Kahvaltı yapalım hadi gel." dedi kapıyı açıp çıkarken. Peşinden gittim ve küçük bir mutfağa girdik. Ben sandalyelerden birine otururken oda kahvaltıyı hazırlamaya başladı. Ne yani ben misafirdim, birde iş mi yapacaktım!

Kahvaltıyı hazırlamıştı ve bende masayı kurmasında yardım etmiştim. Bence bunu yaptığıma dua etmeliydi. Kahvaltımızı yaparken "Dün sana birşey söyledim mi? Ben tam hatırlamıyorum da." dedim. Hafızam çok iyi değildi. Doktorlar ilerisi için kötü olduğunu söyleyip duruyorlardı.
Yakın bir zaman da alzheimer hastası olma ihtimalim çok yüksekti.

"Konuştuk tabiki. Ama ne öğrenmek istediğini anlamadım." dedi çatalını peynire batırırken. "Önemli değil, boşver." dedim omuzlarımı silkerek. Göz ucuyla bana bakıp tekrar önüme döndü. "Tek mi yaşıyorsun?" dedim konu açmak için. Başını salladı olumlu anlamda. "Hım. Ailen nerede?" dedim kötü birşey çıkmayacağını umarak. "Uzakta." dedi çayını içip. Kafamı salladım.

Gözlerim kocaman açılırken dün gece uçuruma gitmediğimi fark ettim. Kendime küfürler saldırırken. O kadar sinirliydim ki sinirden ağlayabilirdim bile. Nasıl olur da gitmemiştim ben oraya. Ölsem bile her gece oraya gitmeye kendime söz vermiştim. Ben kendi sözümü bile tutamıyorsam, gerisini düşünemiyordum. "Dün gece çatıya çıktık mı?" diye sordum gittiğimizi umarak.

Anlamamış gibi bana baktı önce sonrada aklına neyden bahsettiğim gelmiş gibi kafasını salladı. "Evet, gittik. Oraya her gece gitmem gerekiyor. Bir sorun mu var?" dedi bana bakarak. "Hayır, sadece kendime söz vermiştim ne olursa olsun oraya gideceğim diye. Bu arada teşekürler." dedim bende omuzlarımı silkerek.

"Teşekür etmene gerek yok sonuçta senin için yapmadım." dedi yorgun bir sesle. Bir şey olduğu belliydi çünkü bugün suratı kireç gibi bembeyaz dı. "Sen iyi misin? Hasta falan mısın?" dedim ona bakarak. Kafasını salladı olumsuz anlamda. "Ben hiçbir zaman iyi olmadım." dedi mırıldanır gibi. Sanki kendine laf atıyordu.

Masanın üstündeki sigarayı alıp bir tanesini dudaklarına yerleştirdi. Kutuyu benim önüme koydu ve dudaklarındaki sigarasını yaktı.

Çakmağın ucundaki ateş sigarının otunu yakarken sanki umutlarını yakıyormuş gibi hissettim. Sanki umutlarını öldürüp onları yok etmeye çalışıyordu. Çünkü umut öyle bir şeydi ki yaksan da, parçalasan da, kırsan da bir yolunu bulup tekrar yeşeriyordu içimizde. Bu lanet olası umutlar hiç vazgeçmiyordu.

Güneş ışınları perdeden geçebildiği kadarı onun yüzüne vuruyordu. Ve 'kusursuz' kelimesine birkez daha şahit oluyordum. Zehirli olan dumanı içine çekti ve daha sonra başını hafifçe kaldırıp havaya üfledi. Havaya zehirli olan umutlarını bıraktı ve onlarda gelip beni buldular. Ağır gelmişti bir anda sanki gerçekten umutlarını bana yüklediğini sanmıştım.

Başını duvara yasladı ve bana baktı o güzel bal rengi gözleriyle. "Tuvalet nerede acaba?" diye sordum. Kafasıyla karşıdaki kapıyı gösterdi. Ayağa kalkıp o tarafa yürüdüm. Uzun koridorun beyaz duvarında bir tablo vardı. Ve bu tablonun üzerinde bir kızın kumral saçları vardı. Bu bir çizimdi fakat bir fotoğraf gibi gözüküyordu. Çok güzel ve çok ince detaylı çizilmişti.

Tam onun altından geçerken gürültüyle kafama düşmesi bir oldu. Ben çığlık atarken yere oturup kalmıştım. Hâla adını bilmediğim bana doğru gelirken dudaklarını ısırıyordu gülmemek için. Hemen tabloyu üzerimden çektim ve zarar gelip gelmediğini kontrol etmeye başladım. Bu tablo ne kadar ağırdı ya kafam sızlıyordu. Bir elimle kafamı tutarken "özür dilerim ya. Bilerek yapmadım gerçekten. Değerli bir şey gibi görünüyor. Ne yapalım? Nasıl ödeyeyim ben bunun cezasını?" diye ağzımda geveliyordum.

"Hişt. Sakin ol, sorun yok. Sen iyi misin asıl?" diye sordu. Gülerken. Gülmek ona ağlamak kadar yakışmasa da yine olağanüstü bir şekilde yakışmıştım. Adamın resmen parçalarından kazirma akıyordu.

"Biraz kafam ağrıyor şişecek galiba." dedim tabloya bakarak. Yanımdan kalkıp mutfağa gitti. Sonra elinde bir buzla gelip buzu bana uzattı. "Al bakalım." dedi yumuşacık yüzüyle. Şaşkınca bakakaldım ona nasıp böyle olabiliyordu? Tanıdığım herkes bana karşı soğuktu, sevdiğim adam bile. Ama o öyle değildi anlayamadığım kadar kendime yakın hissediyordum onu.

O bana hâla hayatta olduğumu hissettiriyordu. O mu çok değişikti yoksa insanlar beni istemiyor muydu? Anlayamamıştım.

Ona şaşkınlıkla bakarken ne olduğunu anlayamamış gibiydi. Kaşlarını çattı ve elimdeki buzu alıp kafama bastırdı. İlk defa kendimi yalnız hissetmemiştim. Yanımda sevdiğim adam olduğunda bile yalnız ve bitmiş hissediyordum. Ama şu an... Bilmiyordum. Herkesin bir içi sesi yada içinde birisi olurdu değil mi? Benim iç sesim yoktu yada içimde bir çocuk. Bana yardım eden kararlarımı sorgulatan hiç kimsem yoktu. Cidden yalnızdım. Ve bunu artık o kadar net bir şekilde hissediyordum ki... Sanki yaşasamda bir faydası olmayacak gibiydi.

Kafamın üzerine bastırdığı buzu alıp ona verdim. Ben bunu haketmiyordum. Kafamı hızla iki yana sallayıp "gitsem iyi olacak." dedim. "Neden ki? Biraz daha zaman geçiririz diye düşünmüştüm." dedi mırıldanır gibi. "Niye, niye öyle düşündün?" dedim ısrarla gözlerine bakarken. "Bilmem, yani artık tanışalım. Ne dersin?"

"Ne?" dedim şaşkınca. Gözlerim yerinden çıkıyordu neredeyse. Bunu görünce o da şaşkınca baktı. "Tamam, tanışmasakta olur." dedi gülerek. "Hayır, yani öyle değil." dedim ellerimi iki yana sallarken. "Bence benimle tanışmak istemezsin." dedim. "Neden?" kaşlarını çatmıştı. "Çünkü kimse istemiyor." dedim duygusala bağlamamaya çalışarak. Birde bunun için üzülmek istemiyordum.

"Yalnız şöyle bir şey var ki, ben kimse değilim." sakince söylemişti bunu ama sanki eline bir bıçak verseniz hiç düşünmeden boğazımı katlederdi. Şu an onda gördüğüm buydu ve bu benim yerde sürünerek biraz geri gitmeme sebep oldu. O da bu tepkime güldü. Ve gözlerimin içine bakarak tebesüm etti. Dünayada ki herkes bu şekilde tebesüm edebilirdi. Ama hiç kimse bir tebesümle içine huzur veremezdi.

"Küçük, kız çocuğu." dedi ve ayağa kalkıp gitti. Bende hızlıca ayağa kalkıp peşinden gittim. İlk kez birisi benimle tanışmak istiyordu ve bunu geri tepemezdim. "Olur, olur tanışalım." dedim heyecanlı bir şekilde. "Tamam." dedi sandalyesine oturup. Bende oturdum ve elimi uzattım. "Yıldız, ismim." dedim. Bana baktı ve gülümsedi.

"Bu tanışmak mı? İsimlerimizi söyleyeceğiz ve tanışmış olacağız." dedi alay ederek. Bir yandan da alaycı bir şekilde gülüyordu. "Peki, o zaman sen söyle, nasıl tanışacakmışız?" dedim. Kollarımı göğsümün altında birleştirdim ve geriye yaslandım. Benimle dalga geçmişti resmen. "Şöyle ki. Söyle bakalım neden her gece o çatıya geliyorsun?" dedi, o da benim gibi arkasına yaslanıp ciddileşmişti.

Gerilmiştim, fazlasıyla. Acaba söylesem nolacaktı? Ne tepki verecekti? Kötü olmadığı belliydi, sadece yanında birisini istiyordu ki buda bendim. Eğer kötü olsaydı zaten beni evine getirmezdi.

YıldızHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin