1.BÖLÜM

12 1 0
                                    

Yediğim tokatla kapıya çarpmam bir oldu. Artık hayatın benim için bir zindan olduğunu daha iyi anlıyordum. Her geçen gün içimdeki aile kavramı benliğini yitiriyordu. ben artık bu ailemi değil kendi kurmak istediğim ailemi istiyordum. Kendi yuvamı kurup orada mutlu olmak istiyordum. Ama artık umutlarımın benim için hayal olarak kalacağını biliyordum.

              Elimden destek ayağa kalkarak babamın karşısına dikildim. bu yaptıkları artık canıma tak etmişti. Artık beni canı sıkılınca döveceği bir oyuncak değil, çocuğunun olduğunu görmesinin vakti gelmişte hatta geçmişti.

'' Bu yaptıkların canıma tak etti artık. Ben senin çocuğunum çocuğun! Ne istediniz benden ? '' dedim babamın bana nefret dolu gözlerine bakarak. Bir insan neden çocuğundan bu kadar nefret ederdi ki ? Babamın benden bu denli nefret etmesine neden olacak ne yapmış olabilirim ?

''Başlatma şimdi babandan. çocuğummuş. Sen benim tırnağım bile olamazsın. Şimdi git odana yat zıbar. '' dedi arkasındaki yıpranmış bir ayağa hafif eğri olan koltuğa oturarak. Bir umut anneme baktım belki beni koruyacak bir şey söyler diye ama yok.  O da babam gibiydi. Benden nefret ediyordu.  gözlerimin buğulandığını hissettiğim an hemen odama doğru koştum ve kapıyı kitleyerek yatağa yeni sermiş olduğum nevresimlerin üzerine oturdum. Derin bir nefes alarak nevresimin bahar gibi kokan kokusunu içime çektim. Artık bu bile bana huzur vermiyordu. Aslında artık bana bu evde hiçbir şey huzur vermiyordu. Gün geçtikçe içimde oluşan kara deliğin beni yiyip yutmasına izin veriyordum. İçimde oluşan çaresizlik beni gittikçe bitiriyor, beni kendisi gibi yapıyordu. Umutlarım bile beni ayakta tutmaya yetmiyordu. Bana artık bir umuttan daha fazlası lazımdı. Bir MUCİZE...

                             Tutamadığım  gözyaşlarımı damla damla akıtarak yatağa uzandım. Derin bir iç çektim. O kadar zavallıydım ki. Ve ben bundan nefret ediyordum. Gözlerimi sımsıkı yumarak bir mucize olmasını istedim. Beni bu hayattan çekip alarak bambaşka bir dünyaya götürmesini istedim. Ben sadece maviyi istedim. Çünkü benim tüm hayallerim mavinin üzerine kuruluydu. Gökyüzü kadar mavi, su kadar berrak ve saf...

Düşünüyorum da çok fazla bir şey istememiştim aslında. Sadece mutlu olmak istemiştim ama ailem bunu bile bana çok gördü. Artık kalbim parça pinçikti.  Hemde birleştirilmesi imkansız parçalarla doluydu. Ama asıl kalbimi kıran bu değildi. Beni asıl kıran ailem tarafından hiç sevilmemekti. Kendimi bildim bileli ne annem başımı okşamış beni öpüp koklamıştı, ne de babam eve gelirken kızım mutlu olsun diye bir gofret almıştı. Ben ise şimdi çocukluğunu yaşayamamış olgun bir beden. Alışmıştım artık. Diyecek bir şey yoktu. Son göz yaşımı da akıtarak kendimi uykunun kollarına teslim ettim.

Sabah kapıdan gelen yumruk sesleriyle gözlerimi açtım. 

''Uyanmadın mı hala pis nankör! Biz burada kahvaltıyı hazırlayalım, hanımefendi içeride keyif uykusu yapsın. Oh ne ala memleket! '' dedi annem kapıya daha sert yumruklar atarak. İçimden söverek ayaklarımı yataktan sarkıttım. Nankörlükmüş! Asıl onların yaptığı nankörlük. Ben gideyim bütün gün kafede müşterilere hizmet edeyim para kazanayım, sonra benim yaptığım nankörlük olsun.

Annem daha fazla kapıda durup başımı şişirmesin diye 'tamam, geliyorum.' deyip onu kapıdan gönderdim. Yatağımı toplayıp üstüme yazlık ince bir elbise geçirdikten sonra kahvaltı masasını yanına gittim. Annem beni şaşırtmayacak bir şekilde yine hayıflanıyordu.

''Hanımefendi sonunda gelebildi. Neredesin kız sen?!'' dedi kolumu cimcikleyerek. Kolumu çekerek ovalamaya başladım. Morarmıştı resmen. Gerçi yediğim dayakların yanında bu hiçti. 

'' Geldim ya işte.'' dedim çektiğim sandalyeye oturarak. Her zamanki gibi yine canımı sıkmaya başarmıştı. Sanki ben çalışmaya istiyorum. Okuldan almasalardı beni ne güzel okuyup bir meslek sahibi olacaktım. Şimdi ise garsonluk yapacağım diye oradan oraya sürünüyordum işte. Ama kötüde olsa en azından bir işim, ailem ve içine sığındığımız bir evimiz vardı şükürler olsun.

                             Kahvaltıyı bitirdikten sonra masayı toplamaya başladım. Annem yine hayıflanarak odaya gittiği için masayı toplamak bana kalmıştı. Zaten evimi iki oda bir salon. Ne arasın bizde bulaşık makinesi. Bulaşıkları toplayıp eskimiş mutfak dolaplarının altındaki tezgaha koyarak yıkamaya başladım. 

Bazen düşünüyorum da evlensem hiç fena olmazdı. En azından huzurlu, mutlu bir yuvam ve sığınacağım, beni seven bir kocam olurdu. Yine içimdeki o siyahlık kendini göstermeye başlamıştı. ailem bile beni sevmiyorken  beni sevebilecek birini nasıl bulabilirdim ki? Hayallerim, içimdeki kara delik tarafından yutulmuş, hepsi acıyla birer birer tükeniyordu. Geleceğim hakkında kurduğum hayallerim bile toz pembe misali, pembesi gitmiş tozu kalmıştı. Ben ise üflerek hepsinin yok oluşunu izlemiştim.  Koparıldığı için solan bir gül gibi kuruyor, hayatıma renk veren mavi ise gülün kurudukça solan rengi gibi soluyordu.

Dış kapının çarpılmasıyla hayal dünyamın tozlu sayfalarından çıkıp koşarak salona girdim. Babam yüzünde güller açarak bana bakıyordu. Onu bu kadar mutlu eden şey ne olabilirdi?

 ''Eylül hazırlan, yarın seni istemeye geliyorlar.''  





Merhaba arkadaşlar. Uzun zamandır kurguladığımız  hikayeyi sonunda wattpad le buluşturabildik. Umarım ki beğenmişsinizdir. Sizleri seviyor ve kocaman öpüyoruz. Beğendiyseniz yada beğenmediğiniz yerleri bize yorum olarak atarsanız gerçekten çok mutlu oluruz. Bir daha ki bölümde tekrar görüşmek üzere <3 <3 

KAYIP #Wattsy2017Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin