[1] Uçuruma Bir Adım Kala

11.5K 527 1.3K
                                    

Her şey o gece yarısından sonra başladı ve birkaç dakika içerisinde bir hayat söndü, bir hayat çalındı ve bir hayat da altüst oldu. Her insan biraz çalgıcıdır hayatta; kimileri saz çalar hayattan tat alır, kimileri can çalar hayattan intikam alır / Her insan biraz çalgıcıdır hayatta ve insan en çok da kendi hayat orkestrasının zaman hırsızıdır...

İşte o gece altüst olan Zeynep'in hayatının film şeridinde telafisi mümkün olmayan bir kare koptu ve Zeynep her ne kadar o geceyi tekrar tekrar montajladıysa da değişen sadece dekorlar, sesler ve replikler oldu; sonuç asla değişmedi. Son belki bir filmin ilk karesi olabilir / Bazen film şeridi kopabilir bazen de makarada film bitebilir / Hayat bazen ayrılık bazen de ölümle bitebilir / Ama aşk her zaman bu kalbin ilk hecesidir...

O geceden sonra ise elinde kalan son şey, hiçliğin ortasında kalan bir zerrecikten fazlası değildi ve yıllar sonra bugün bu sahilde uçuruma doğru yürümesinin tek sebebi ise o son zerrenin de kalmamasıydı.

Zeynep yürüyor, yürürken de kendisiyle konuşmaya devam ediyordu. Kendisini bazen azarlıyor bazen de teselli ediyordu. Tarafların ikisinin de kendisi olduğu bir kavgadaydı sanki. Kâh tokat darbesi alıyor, kızıyor, sinirleniyor, hiddetleniyor; kâh tırnaklarıyla karşısındakinin yüzünü çiziyor, kanatıyor, keyifleniyordu... ama sonuçta yorgun düşen ve bir şekilde kaybeden yine hep kendisi oluyordu. Kazandıkça kaybediyorum kendimi ve kaybettikçe kazanıyorum seni...

O gece ve sonrasında yaşadığı bütün olaylar, üzerine deli gömleği giydirilmiş ve ağzının da sıkıca mühürlendiği hissine kapılmasına sebep olmuşlardı. Elleri ve kollarının yanı sıra aklı da bağlanmıştı sanki, sağlıklı düşünemiyordu. 'Akıl' adında çıkmaz bir sokağa girmiş gibiydi ve çıkış yolunu bulabilmek için kendisine sorduğu sorulara cevaplar vermeye çalışıyordu.

Her bir cevap, akıl labirentinde yeni bir ipucuydu ama cevaplayamadığı her bir soru da çıkışa giden yolda yeni bir engeldi. Cevabını bilmediği o kadar çok soru vardı ki aklında; hangisini aramalıydı, hangisinin peşinden koşmalıydı bilemiyordu. Hangi ayık kafalı bir yudum verebilir elindeki kırık şişeden ve hangi zengin çocuk bir kuruş verebilir delik olan cebinden?..

Düşünmeye, düşünürken de yürümeye devam ediyordu. Şu an yanından geçmekte olduğu bankın, uçurumdan önceki son bank olduğunu fark edince durdu, geriye baktı. Rıhtımdan epeyce uzaklaştığını fark etti. Çay bahçelerinin ışıklarını da göremiyordu artık. Şöyle bir etrafına bakındı, kimsecikler yoktu. Kimseyi rahatsız etmeden soğuk ülkelerden sıcak ülkelere göç eden kuşlar misali bu dünyadan göçüp gidecekti ama tek bir farkla; onlar gibi çoğul değil tekil bir ruh olarak...

Bir müddet bankta oturmak istedi; çünkü bu bank onun için bir sınırdı. Ya o tarafa geçip İlahi sınırı aşacak ya da bu tarafta kalıp kaderinin kendisine biçtiği mutsuz ömrünü tamamlayacaktı.

Kadere inanıyordu. Olacak olanın daha önce yazılmış olması ve bunun kendisinden gizlenmiş olması çoğunlukla hoşuna gidiyordu. Yaşayacaklarını önceden bilememek sürpriz bir hediye paketini heyecanla açmak gibiydi. Her ânını büyük bir sevinçle karşılıyordu yaşamın. Bu sevinç bazen coşkuya bazen de hüzne dönüşebiliyordu. İşte asıl sürpriz de buydu ya! Ama şimdi kaderini kendi el yazısıyla yazmak için, İlahi inancının ona yasakladığını bir kenara atıp kendi yaşamının fişini kendisi çekmek için yürümüştü, yürüyordu ve yürüyecekti...

Banka oturmuş uzaklara bakarken; karanlığın içerisinde dalgalanan denizi seyretti biraz, biraz da gözlerini kapatıp iç dünyasındaki dalgalanmaları, biraz dış çığlıkları, en çok da iç çığlıklarını dinledi. Dağların sitemi bu yankılar / Gökyüzünün çığlığı bu yıldırımlar / Volkanların püskürmesi tükenen anlar ve denizin dalgaları ben, hiç durmaksızın savrulan...

GÜL FİDANI (KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin