25 AĞUSTOS 2017
Etraf yeşil hemde çok fazla. Sayamayacağım kadar çok ağaç var ve gökyüzüne kadar uzanıyorlar. Haliyle güneş ışığından mahrum kalıyor bulunduğum alan. Kuş sesleri bozuyor ortamın sessizliğini. Hava hafif sisli ve tüylerimi ürpetmeye yetecek kadar soğuk. Kalp atışlarım ise kulaklarımı sağır edecek kadar sesli, düşüncelerim kadar düzensiz. Korkuyorum galiba. Sallana sallana yürüyorum. Her adımımda yerdeki bitkilerin hışırtısı geliyor kulağıma. Bacaklarım birbirine dolanıyor, gözlerim kararıyor, midemde hafif bir bulantı.
Üzerimde dizlerime kadar bir elbise, kolları dirseklerimde bitiyor. Rengi beyaz, oldukça sade görünüyor ama nedense birçok yerinde çamur lekesi var. Asıl soru şu ki ben neden buradayım? Burası neresi? Hayal mi yoksa gerçek mi? Cevapsız sorular akın ederken zihnime birden değişik bir ses duyuyorum arkamdan. Sanırım yırtıcı bir hayvana ait. Yavaşça arkamı dönüyorum ve tahminimden eminim artık. Bu bir kurt. Gözlerinden okunuyor kini adeta. Birden ulumaya başlıyor. Sanki uzun süredir peşinde olduğu avına ulaşmışçasına. Bir iki adım daha yaklaştığında anlıyorum ki şimdi harekete geçme zamanı. Arkama bakmadan koşuyorum. Koşabildiğim kadar hızlıyım şu anda. Zar soz soluk alabiliyorum.
Tek istediğim bir çıkış yolu bulabilmek ama şuan biraz umutsuzum. Kim bilir ne kadar süredir koşuyorum. Heryer aynı. Devasa büyüklükteki ince uzun ağaçlar. Aniden dizlerimin bağı çözülüyor ve kendimi yüz üstü yerde buluyorum. Kalkacak halim yok soluk soluğa kalmışım. Bir kaç damla gözyaşoı süzülürken yanağımdan bir ışık alıyor gözümü. Yavaşça kafamı kaldırıyorum ve karşıda açık bir alan farkediyorum. Ağaçlar daha seyrek, gökyüzü de gözüküyor. Hızlıca yerden kalkıp oraya doğru koşmaya başlıyorum.
Ops! Aniden durmam gerekti. Bir adımlık toprak parçası kalmış ayaklarımın altında. Karşımda ise uçsuz bucaksız bir uçurum. Büyüleyici gözüküyor. İnsana huzur veren türden. Adeta gel bana diyor, beni kendine çağırıyor. Hırıltı sesi bozuyor anın mükemmelliğini. Arkamı dönüyorum yavaşça ve kurt tekrar karşımda. Aramızda üç dört adımlık mesafe var. Adrenalin her bir hücreme hükmederken aklıma dâhiyane bir fikir geliyor ve bir adım daha geri gidiyorum. Biliyorum ki bir sonraki adımımda boşlukta bulacağım kendimi. O yüzden biraz tereddüt ediyorum. Bıraksam mı acaba kendimi bu sonsuz boşluğa?
Aniden tatlı bir rüzgar esiyor. Saçlarım uçuşuyor. Tüylerim diken diken. Yüzümde ise bir tebessüm. Kalp atışlarım biraz daha yavaşladı sanki. İçimde derin bir huzur. Aradığım çıkış yolunun bu uçurum olduğundan eminim artık. Gözlerimi kaparken derin bir nefes çekiyorum ciğerlerime. Bir adım daha geri gidiyorum ve bırakıyorum kendimi bu uçsuz bucaksız boşluğa...
Ani bir kalp çarpıntısıyla uyandım. Kalbim çok hızlı çarpıyor nefeslerim ise düzensiz. Tavandaki beyaz florasan selamlıyor beni. Haliyle gözlerim kamaşıyor. Buram buram hastane kokusu akın ediyor burnuma. Etrafta göz gezdirirken karşı duvardaki saat çarpıyor gözüme 15.30. Hemen sağımda deriden bir koltuk üzerinde, başını bulunduğum yatağın başlığına yaslayarak uyuya kalmış bir kadın farkediyorum. Kendinden geçmiş gibi, yorgun görünüyor. Beyaz tenli, sarı saçları omzuna kadar geliyor ve yaklaşık 40 yaşlarında. Sol tarafımda ise anlam veremediğim garip cihazlar var. Ayağa kalkmak üzere harekete geçiyorum. Üzerimdeki çarşafı sol elimle kaldırdım ve sağ kolumdan destek alıp doğrulurken keskin bir acı hissediyorum. Ah tabi serumu unutmuşum. Hemen bir çırpıda kolumdan çıkarıp ayağa kalkıyorum. Biraz afalladım şuan. Dizlerim kırılmaya meyilli. Aylardır yatıyor gibiyim sanki. Yavaşça ilerliyorum kapıya doğru. Bu sırada bir hemşire içeri girmekte. Beni gördüğü an elindeki kağıtlar ve bir kaç ilaç kutusu yerle buluşuyor. Yaklaşık 10 saniyelik bir şokun üzerine dudaklarını aralıyor ve konuşmaya başlıyor.
"Aman Tanrım! Bu bir mucize!"
Hemen cebinden küçük bir cihaz çıkarıp birkaç tuşa basıyor.
"Doktor Bey acilen 203 numaralı odaya gelmelisiniz!"
Söylediklerine bir anlam veremiyorum. Sadece uyandım neden bu kadar şaşırıyor ki? Onca soru akın ederken zihnime omzumda bir el hissetmemle arkamı dönüyorum. Az önce uyumakta olan kadın şuanda karşımda dikiliyor ve yanaklarından umut gözyaşları süzülüyor. Birde kocaman gülümseme var yüzünde.
"Tanrım sana şükürler olsun!"
Ben ise hala anlam veremediğim bakışlarla bakıyorum kadının yüzüne. Gözleri deniz mavisi, kaşları kavisli burnu ise oldukça düzgün. Ani bir hareketle beni kendisine çekip öyle bir sarılıyor ki kaburga kemiklerim yerinden oynayacak adeta. Bende daha kısa sürede bırakmasını istediğimden karşılık veriyorum sarılışına.
"Emel Hanım biraz daha öyle sarılmaya devam ederseniz hastamızı bu sefer sevgi komasına sokabilirsiniz."
"Haklısınız Hakan Bey ama elimde değil çok özlemişim bebeğimi."
Saçlarımı okşuyor yavaşça ve nihayet bedenimi sıkıca saran kolları serbest bırakıyor beni. O an derin bir nefes çekiyorum içime ve arkamı dönüyorum. Karşımda uzun boylu iri yapılı bir doktor ile karşılaştım. O da adının Emel olduğunu öğrendiğim kadın gibi aynı şekilde gülümsüyor bana. Biraz da şaşkınlık hakim suratında.
Saat 16.00. Uyanmamın üzerinden yarım saat geçt. Yatak başlığına dayandım ve dizlerimi karnıma çektim. Kafam çok karışık. Sağımda annem olduğunu iddia eden kadın, hemen onun yanında 2 aydır komada olduğumu söyleyen doktor -uyanmanın bir mucize olduğunu da söylemeden duramıyor- ve şaşkın gözlerle bizi izleyen bir hemşire. Benim ise kafamda bir çift bir soru var:
"BEN KİMİM? ve NELER DÖNÜYOR BURADA?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TOSKA
Teen FictionUnutulmuş yaşanmışlıklar, kaybolan hatıralar, kapatılmaya çalışılan sırlar ve tüm bunların üstesinden gelmeye çalışan 18 yaşında bir genç kız. Herşeyi unutmak mı acı verir insana yoksa hatırlamak mı? Yeni bir başlangıç mı kaldığın yerden devam mı?