Düş-Eşim: Cennetten Dünya'ya bilet yokmuş, babama da hediye olarak annemi getirecektim aslında yanımda.
Düş-Eşim: Kızar mı bana getiremediğim için? Tekmeler mi mezarımı? Söker mi çiçeklerimi? Sizin ağladığınız mezarın başında bana küfreder mi çok gökkuşağım? Susuz bırakır mı beni?
Düş-Eşim: Annem de isterdi gelmek... Biliyor musun, çok özledim seni. Jiletler yerine benim ellerim dolaşsın isterdim bileklerinde. Ama her istediğim olmuyormuş, Natsu. Bunu anladım.
Düş-Eşim: Gelemiyorum, ay parçam. Doğum günüm kutlu olsun. Ölüm günüm mü demeliydim yoksa? Sen karar ver.
Natsu, gözlerinden yaşlar boşalırken iki telefonu da yavaşça yere bıraktı, en baştan beri Lucy'nin telefonundan kendisine yazması hataydı. Kendisiyle konuşuyordu, kendisiyle vakit geçiriyordu, kendisiyle mesajlaşıyordu... Hedefi, Lucy'den soğumaktı ama yapamazdı. Lucy asla öyle şeyler diyemezdi. Lucy, Natsu'ya senden nefret ediyorum diyemezdi. Kavgalarında bile söylememişti. Lucy, o kelimeyi gereksiz bulurdu. Kafayı yemişti Natsu. Tamamen delirmişti, ölen sevgilisi için. Tek istediği düzgün bir vedaydı ama bu isteği, onun delirmesine neden olmuştu. Kim bilebilirdi ki tek hayalinin onu ölüm yoluna götüreceğini?
"Gelmedi." adımlarını daha çok uçuruma yaklaştırdı, bir zamanlar Lucy'nin arabasının düştüğü uçuruma. Buz gibi olan hava, ona bir işaret vermeye çalışıyordu resmen. Etraf, gerçekten de rahatsız edici derecede sessizdi. Tek duyulan dalgaların kayalara çarptığındaki sesti. "Gelmeyecek."
Attığı her adımda altındaki yer daha da kayganlaşıyordu sanki. Uca yaklaştıkça bulutların üstünde yürüyormuş gibi oluyordu, özgürlüğü tatmak istiyordu. Elinde Lucy ve kendisi için aldığı yüzük, gözünde bir çift yaş ile tekrar bir adım attı.
"Ben gideceğim, yorulur o. Gelemez. Nazlıdır benim sevgilim."
Bir adım daha attı. Burun burunaydı uçurumla. Soğuk hava, yüzüne bir tokat gibi çarpıyordu. Rüzgâr saçlarını uçuruyor, dondurucu soğuğuyla Natsu'nun yüzünü ve ellerini kızartıyordu. Lucy'nin telefonunun sarjı bitmişti, kısa bir sesten sonra telefon kapandı. Peki burada en acı olan diğer durum neydi, biliyor musunuz? O telefon bir daha açılmamak üzere kapanmıştı.
"Geliyorum, Luce. Sonunda seni yalnız bırakmayacağım. Doğum gününü birlikte kutlayacağız." Kollarını iki yana açtı, kuş gibi hissediyordu. Uçabilir miydi acaba? Bedeni, yüksek kayalıkta bir karınca gibiydi. Rüzgâr, bir tokat gibi yüzüne çarpıp duruyordu sinir bozucu bir şekilde. Sanki Lucy yapma dercesine tokat atıyordu ona. Dalgaların sinirli hışırtıları, kızgın sular gibi Natsu'yu kapmak istiyordu. Uzun bile kalmıştı. Ayağını boşluğa uzattı. Bedeni, kısa süreliğine de olsa özgürlüğüne kavuşurken o, burukça gülümsüyordu. Saniyeler içinde çok şey gerçekleşmişti.
Sona yaklaştığını hissettiği zamanlarda bedeni tuhaf bir huzurla kaplanmıştı. Ölmeden hemen önce bütün hayatınızın film şeridi gibi gözlerinizin önünden geçtiğini söylerler ama Natsu'ya öyle olmadı. O, yalnızca hayatının en güzel anlarını gördü. Hatırlamak ve hatırlanmak istediği şeyleri gördü. O an anlamlı olan tek şey onlardı. Ölüm anı sesle, sıcaklıkla ve ışıkla doluydu. O kadar çok ışık vardı ki, Natsu'yu dolduruyor, bir yere götürüyordu. Bu ışık, bu yükseliş, uzun zamandan sonraki huzura kavuşma hissi...
Sonra ne mi oldu? Tüm ışık ve huzur, birden yok oldu. Karanlık kendisini esir alırken ruhunu bile hissedemiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
distance × nalu texting
FanfictionNatsu, pembe rengindeki saçlarından elini geçirirken gülümsedi. "O, gelecek. Bizi asla unutmaz, değil mi Gray? Sence bizsiz çok üzülmüş müdür? Luce'm, geri gelmesine çok az kaldı. Hissediyorum." Çocuğun duygusuz bakışları, arkadaşının zümrüt yeşili...