Dünyayı çocuklar yönetsin.

53.3K 5.4K 4.2K
                                    

Temmuz 1914 - Berlin, Almanya

"Yazıyooor yazıyor, Avusturya-Macaristan Arşidükü Franz Ferdinand'ın öldürüldüğü yazıyor."

Genelde olduğu gibi o gün de havanın sıcaklığına, dünyada neler döndüğünü umursamayan insanların anlamsız neşesine ve gelecek kaygısı çekmeksizin sokak ortasında misket oynayan çocukların çirkin gürültüsüne rağmen kendi soğuk, karanlık ve sessiz dünyamın içine gömülmüştüm. Beni iç dünyamdan koparıp hakikate taşıyan o cümleleri duyduğumdaysa gözlerimi diktiğim boşluktan çekip dudaklarımın arasına sıkıştırdığım sigarayı yere attım. O kalabalık sokakta kimsenin umursamadığı sesin sahibine, elinde tuttuğu gazeteleri havada sallayarak bağırırken bir oraya bir buraya adımlayan çocuğa seslendim.

"Hey, küçük!"

Sesimi duyduğunda kafasını sağa sola çevirerek bir müddet beni arayışını, sonrasında müşteri bulduğundan olsa gerek heyecanla bana doğru adımlayışını gördüm. Yanıma geldiğinde ellerindeki bir deste gazeteden tekini çekip bana uzatırken "Siz de savaşacak mısınız?" diye sormuştu. Gazeteyi aldım ve gözlerine ne demek istediğini anlamaya çalışır gibi baktım.

"Herkes" demişti gözlerimdeki merakı sezdiğinde. "Herkes bunun büyük bir savaş başlangıcı olduğunu söylüyor. Eğer bir savaş patlak verirse, siz de savaşacak mısınız?"

Anlamsız misketleri birbirlerine vurduktan sonra sevinen, yeni aldığı kıyafetleriyle diğerine hava atan şu çocuklardan farklıydı, Stefan. Ellerinde misketler yerine gazete kağıtları ya da pazardan gelenlere yardım etmek için aldığı poşetler olurdu. Yamalı kıyafetleri, kirli bir kasket şapkası yahut yırtık kundurasıyla geldiğim yerde tanıştığım diğer tüm çocuklardan farklıydı.

Onu farklı kılan bir diğer özelliğiyse düşünüyor olmasıydı.

Kulağına çalınan her sözü dikkate aldığını bana sorduğu o soruyla bir kez daha anladığımda ona gülümseyip kafamı aşağı yukarı sallamıştım. Zaten bir asker olarak başka bir tercih yapabilmem söz konusu da değildi. Bunu anlamadığından olsa gerek cevabıma biraz suratı düşse de başta bir şey dememişti fakat sonrasında benden izin almadan yanıma otururken "Sizinle pek çok defa sohbet etme şerefine nail oldum, asker" dedi. "Lakin henüz adınızı bilmiyorum."

Ona bir kez daha gülümseyip kafasına taktığı, kirden ne olduğunu tam olarak bilmediğim bir renge dönüşmüş kasketine vurduğum sıra "Adım Jimin ama sen bana Teğmen diyebilirsin" dedim. Kasketini düzelttikten sonra yüzünü bana doğru kaldırmıştı.

"Teğmen,"

Meraklı bir ses tonuyla adımı seslenip, kısa pantolonuyla çevrelenmiş bacaklarını sallamaya başladığı vakit "Stefan" diye cevapladım onu. Gözlerime baktıktan sonra ellerini kendi gözlerine çıkarıp kısılmalarına neden olacak şekilde onları iyice çekmişti.

"Gözleriniz neden bu kadar küçük?"

Ona zorla gülümsedikten sonra söz ettiği gözlerde hüznü görmesin diye başımı öne doğru eğdim. Sorusunu, genelde duyduğum şekilde ırkçı bir ithamla değil de yaşının getirdiği doğal bir merakla sorduğunu bilsem de yüreğimdeki tuhaf sıkışmayı engelleyemiyordum o vakit. Yeniden kafamı kaldırdığımda Stefan beni üzdüğünü anlamış gibi "Çok, güzeller" diye atılmıştı. "Ne kadar farklı olduğunuzu biliyor musunuz, Teğmen?"

Cümleleri beni bu defa gerçekten gülümsettiğinde bir çocuk olduğunu ispatlamak ister gibi susmadan "Uzaktan mı geldiniz buraya?" diye sormaya başladı. "Peki ya neden geldiniz? Annem, vatanın uğruna ölünecek kadar kıymetli olduğunu söyler. Kendi vatanınızı terk edip neden geldiniz buraya? Siz vatanınızı sevmiyor musunuz?"

"Ben burada doğdum, Stefan. Benim vatanım zaten burası."

Dediğimle gözlerini ve minik ağzını bunu hiç beklemiyormuş gibi büyükçe açmıştı. Ayaklarını havada sallamayı kesip zemine bastırdığında "Münasebetsizlik ettim" diyerek başını öne eğdi. "Kusuruma bakmayın lütfen."

Farklıydı Stefan, çok farklı. Üzerindeki paçavraları görmemiş, yaşadığı kasabayı bilmemiş olsam sırf konuşmasından ve yaşıtlarında rastlamadığım nezaketinden bile asil bir ailenin evladı olduğunu düşünebilirdim. Fakat bir ailenin geçimine yardımda bulunmaya çabalayan fakir bir çocuktan başkası değildi o.

Düşünceleri, gönlü zengin lakin parası yok diye fakir olarak bilinen bir çocuktu.

"Mesele değil, küçük."

Çenesinden tutup kafasını kaldırdığımda suratındaki bariz hüzünle karşılaşmıştım. Bedenimi öne doğru eğip Stefan'a yaklaşırken ona belli etmeden çıkardığım birkaç altın markı pantolonunun cebine attım.

"Eğer ileride savaş olursa, benim için dua edersin. O vakit seninle ödeşmiş oluruz?"

Hüzün bulutlarının bir anlığına dağıldığı yüzünü geniş bir gülümseme almışken, başını hızla aşağı yukarı sallayışını izlemiştim. Gözlerimin içine büyük bir heyecanla baktığında "Mutlaka" demişti. "Teğmen, mutlaka sizin için her pazar kiliseye gidip dua edeceğim."

"Anlaştık o vakit?"

Küçük kafasını aşağı yukarı sallarken elini alnına çıkarıp bana asker selamı verdi. Selamını aynı şekilde aldığımda tam arkasını dönüp gitmek üzereyken ona "Hey küçük!" diye bir kez daha seslenmek mecburiyetinde kalmıştım. Olduğu yerde durduktan sonra yüzünü bana döndürdüğünde "Gazete için" dedim. "Ödemeni yapmadım."

Kafasını sağa sola sallayarak gülümsedikten sonra beni mealini çözemediğim tuhaf bir hüzne boğan o cümleleri sıralayıp gitmişti.

"Fazlasıyla ödediniz, Teğmen. Yüreğinizden gelerek yaptığınızı düşündüğümden ses etmedim, lakin cebime koyduğunuz paranın hakkımdan fazlası olduğunu biliyorum. Dualarımla geri ödeyeceğimden ve annesi ekmek alamadığı için sürekli aç gezinen arkadaşım Markell ile paylaşacağımdan emin olabilirsiniz. Savaşta, kendinize dikkat edin."

O an, o an dünyayı çocuklar yönetsin istemiştim. O an, savaşı çevremdeki çocuklardan uzak tutacağıma dair söz vermiştim.

Sözümü tutamayışımın felaket bir sonuç doğuracağından habersiz kendi kendime o sözü sahiden de vermiştim.




°
Bizi çokça sevin lütfen :')) Desteklerinizi bekliyorum ♡ Güzel geceler diliyorum sizeee

Vernem Nidahen ° JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin