Şimdi sevmeli seni, değmeli dudağına.

30.4K 3.5K 3.1K
                                    

Ben hasrettim. Sevgiye onu dışarı yansıtmayı bilmeyeceğim, birileri sorsa nasıl bir şey olduğunu, onlara tek kelime edemeyeceğim kadar hasrettim. Ben babama hasrettim, anneme, bir aile şefkatine yahut bana değen gözlerde bulunmayan anlayışa hasrettim. Güzel insanlara hasrettim, huzura da, çocukluğuma hasrettim ya da. Hasretini çektiğim onlarca şey vardı ve Jungkook da ısrarla onların arasına katılmaya çalışıyordu. Onu sevecektim, tıpkı o günleri unutacağım kadar eskiden babamı sevdiğim gibi. Lakin bunun bir sonu yoktu, o da babam gibi bir gün beni terk edecek, hasretiyle avunmamı bekleyecekti. Jungkook avuçlarıma daha önce tatmadığım bir sevgiyi bırakıyordu. Sevgisini sevecektim ve bir gün gittiğinde ona da hasret büyüyecektim. Korkuyordum. Bir gün gitmesinden delice korkuyordum. Annemin yerini alamazdı, babamın soğukluğunda donan kalbimi eritemezdi ya da yaşayamadığım çocukluğumu geri getiremezdi bana lakin okşuyordu yüreğimi işte. Ne kadar inkar etmek istesem de değiyordu yüreğime.  Tam da ona alıştığımda hasretini çektiğim onca şeyin arasına kendini katacaktı ve ben bundan korkuyordum. Hayatıma almazsam onu, hasret de çekmem sandım. Uzak durmak istedim ondan, inanın çabaladım.

Jungkook ondan sonra birkaç gün tam da o gece yaptığına benzer "cilveli" hareketler yapmıştı. Bulduğu her fırsatta ellerini ellerime, bacaklarını bacaklarıma sürtüyordu. Önden hızlı hızlı yürümek yerine adımlarını benimkilere uyduruyor, tam da dibimden, nabzımın atışını duyacağı kadar yakınımdan yürürken bir yolunu bulup değdiriyordu vücudunu bana. Ben ondan ne kadar uzak kalmaya çabalarsam o, o kadar yaklaşıyordu. Aklımı yitireceğimi sandığım birkaç gündü. Yakınlığı aklımı yok ediyordu sahiden de. Onunlayken düşünme yetimi kaybediyordum. Onunlayken, ondan uzak durmam gerektiğini büsbütün unutuyordum.

Yanağımı öptüğü günün birkaç gün sonrasıydı. Generalin isteği üzerine, kent tiyatrosuna götürmüştüm Jungkook'u. Vakit geceye yaklaşmıştı, Jungkook sahnede izlediklerinin ne kadar muazzam olduğunu heyecanlı heyecanlı anlatırken birlikte yürüyorduk ıssız sokakta. Tüm şehir uyuyordu fakat Jungkook bir kez daha nasıl da yaşamın dolu dizgin bedeninde salındığına beni ikna edercesine hareketliydi. Herkes uyuyordu, bir biz uyanıktık. Bir bizim gözlerimizde yoktu uykunun tozları. Bu gidişle zaten yastığa başımı koyduğumda uyuyabileceğimi de sanmıyordum. Çünkü bir kez daha bugün, beni hayran bırakmıştı kendine. Eğer ondan etkilenmedik bir parçam kalmışsa o da bugünden sonra bütünüyle kapılmıştı Jungkook'a. Çok güzeldi Jungkook, çok. Zordu onu tanıyıp da sevmemek, kapılmamak dalgalarına.

Ben sessizliğimi koruyup onun artık alıştığım gürültüsünü dinlerken Jungkook "Siz olsanız ne yapardınız, Romeo'nun yerinde?" diye sordu birden. Gözlerimin içine ısrarla bakmaya başladı sonra. Cevabımın onun için ne kadar kıymetli olduğunu ispat etmek ister gibi kırpmadan gözlerini, gözlerime dikmişti.

"Öldüğü için yaşamaya devam etmekten vazgeçeceğim biri çıkmadı henüz karşıma." diyerek yalan söyledim ona. Daha önce söylemediğim kadar çok yalan söylüyordum lakin elimde değildi. Hayatıma bu kadar hızlı girmiş, beni kendine bu kadar çabuk bağlamış biri olarak uğruna ölmeyi bile göze alabileceğimi söylesem ona sanki beni benden alacakmış gibi hissediyordum. Benden geriye bir şey kalmayacakmış gibi... Diyorum ya korkuyordum ondan. Bana yaşamı sunduğu gibi gülüşünden, kendi gülüşlerimi de alıp giderek yeniden öldürürse beni diye korkuyordum. Çok yersiz bir korku olduğunu, asıl gülüşleri solanın o olacağını bilmiyordum o vakit. Fakat bir aptal gibi ona yaklaşmaktan korkuyordum.

"Yani hayatınızdan ben çıksam, her zamanki gibi yaşamaya devam edeceksiniz."

Sesinde gizlemediği bariz hüznüyle konuştuğunda kafamı yoldan çevirip yüzüne bakmıştım. Söylediğim bu değildi fakat o sitemli bir şekilde önündeki yolu inceleyip ayakkabısının ucuyla birkaç taşı itelerken beni nasıl da yanlış anladığını belli ediyordu. Yüzüme bakmamakta ısrarlı görünürken bu ısrarı ben "Zaten yakında hayatımdan çıkacaksın, Jungkook" deyince kırılmıştı. Onu incittiğimi biliyordum, lakin içten içe en iyisinin şimdiden incinmesi olduğunu da biliyordum. Kendimi tutamayabilirdim ki o gece dudağımın kenarına bıraktığı minicik busenin bile üzerimde tarifi mümkün olmayan bir etki yarattığına şahit olduktan sonra kendime hiç güvenmiyordum. Aklım buhar olup havaya karışıyordu sanki. Onunlayken doğru düşünemiyordum.

Onu dalında, tanımadan ve kendime yaklaştırmadan sevmek en güzeliydi. Sonu gelmeyecek bir ilişkiye çocuk bedenini sürüklemek bencillikti fikrimce. Doğru olan, uzaktan sevmekti onu. Onu kendimden uzaklaştırmak için elimden geleni yapmalıydım. İkimiz için de.

Yoğun bir hüzünle kaplanmış yüzünü yavaşça ayaklarından çekip bana kaldırdığında "Ben Fransa'ya dönünce mektuplaşırız sanıyordum" demişti. Sesi, hayal kırıklığına uğramış olduğunu bağırıyordu ve ben bunu görmezden gelmeye çalıştım.

"Jungkook biz sevgili değiliz" dedim yapmak üzere olduğumuz bariz yanlıştan sıyrılmasını umarak. Biz sevgili değildik ve olamazdık da. Kimse böyle bir şeye müsaade etmezdi ki. Şefkatli saydığım babası General Jeon bile...

Bütün ümidini süpürmüşüm gibi paramparça bir ifadeyle baktı yüzüme Jungkook. Ne kadar kırıldığını görüyordum. Kendime hakim olamadığım zamanlarda onu ne kadar etkilediğimi şimdi fark ediyordum. O da en az benim ona kapıldığım kadar kapılmıştı bana. Anlamıyordum. Ölü bedenimde ne bulduğunu inanın hiç anlayamıyordum. Ağlamak üzere gibi duruyordu karşımda ve ben gözlerimi bir korkak gibi gözlerinden kaçırırken neyimden böylesi etkilendiğine akıl erdiremiyordum.

Onun yüreğiyle benim aklım arasında sessiz bir tartışma geçerken sanki Jungkook'un ağlamak üzere olduğunu sezmiş gibi bulutlar, üzerimize yüklendiklerini boşaltmaya başlamışlardı birden. Bardaktan boşalırcasına yağan yağmurun altında bile görünen bariz hüznüyle birlikte gözlerini gözlerimden bir an olsun ayırmadan bana doğru birkaç adım attığında "Bence beni tam da şimdi öpseniz" demişti, Jungkook güçsüz sesiyle. "Fazlasıyla romantik olurdu."

Tanıyordu beni, çok iyi tanıyordu. Aklımın farklı yüreğimin farklı konuştuğunu biliyordu. O ısrarla yüreğimden kopan sesleri dinlerken ben, aklımın bağırdığını dile getirdim görmesini umarak. Benim kadınlardan hoşlandığımı sanıyordu. Belki kandırabilirim diye çocuk yanını, aklımın söylemeye çabaladığını dile getirdim.

"Sen bir erkeksin."

Takılı kalmış bozuk bir plak gibi aynı şeyleri tekrar ediyordum lakin elimde değildi. Gerçekler sertti, acıydı ve bunu Jungkook'un görmesi gerekiyordu. İleride her şey çok daha karmaşık bir hal almadan, buna bir son vermemiz gerekiyordu. İkimiz de acıya bulanmadan uzaklaşmalıydık birbirimizden. Fakat o umurunda olmadığını belli eden sesiyle "Evet Teğmen ben bir erkeğim" derken bana doğru bir adım daha atmıştı. "Siz de kadınlara ilgi duyuyorsunuz evet. Biz sevgili de değiliz doğru. Dediklerinize inanmış gibi yapacağım lakin siz de tüm bu gerçek saydığınız gereksiz bilgileri kenara bırakın bir kereliğine. Rica ediyorum, lütfen. Öpün beni. Bir kere, yalnızca bir kere hayal olun benimle. "

Bir gün sınırlarımı yıkacağını biliyor, bunun ümidiyle yumrukluyordu tüm duvarlarımı. Bunun yalnızca bir kere olmayacağının da pekala farkındaydı. Bana yaklaşmasının sonu yoktu ve bu beni babamdan bile çok korkutuyordu. Korkuyordum, bir hayale kapılıp gitmekten onsuz bir hiçe dönüşmekten yahut hasretini çekmekten delicesine korkuyordum. Lakin karşı koyamadım. Yağmurun ıslattığı dudaklarına kendiminkileri büyük bir arzuyla bastırırken aklımın yok olduğunu sanacağım, buhar olup havaya karışacağım kadar, çoktan hayal olmuştum.

°

Öncelikle, Müslüm Gürses'in bu şarkısı -medya- bana fena halde Teğmen Park'ı hatırlattı ve ben ilk defa bu hikayedeki denk gelişlerin birine ağladım. Teslim oldu Jungkook beye bu bölümde ama bu zamana kadar laf edenler oldu yavruma. Siz özellikle, lütfen dinleyin onu.

İkinci olarak söyleyeceğim şu ki, zaten fark etmişsinizdir ama, italik şekilde yazılan cümleler Jimin'in Eylül 1914'teki yani Jungkook ile savaşın ortasında karşılaştığı zamandaki düşünceleri

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

İkinci olarak söyleyeceğim şu ki, zaten fark etmişsinizdir ama, italik şekilde yazılan cümleler Jimin'in Eylül 1914'teki yani Jungkook ile savaşın ortasında karşılaştığı zamandaki düşünceleri. O zamanlar bu düşüncelerden biraz daha farklı şeyler yaşamış gördüğünüz gibi :'( Her neyse hadi söylemiş olayım dedim. Kaçtım ben. Minnos kalbinizden öpüyorummm ♡

Vernem Nidahen ° JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin