Beni vur, beni onlara verme.

27.4K 2.7K 3.5K
                                    

çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil.

aynı bölümü yayınlamıştım ama içime sinmediği için kaldırmıştım. önceki bölüm 2k idi, 4klık oldu. son kısımları aynı haberiniz olsun, öpüyorum çokça.

lütfen yorumlarınızı esirgemeyin, iyi okumalar.

°

"Bırakın, Teğmen'imi"

Pamuk gibi bir sesi vardı. O sesten şiirler, cilveli cümleler, bazen sitemler, çoğu zaman da tükenmek bilmeyen sorular dökülürdü. Cıvıl cıvıldı sesi, hep derdim ya baharı kıskandıracak kadar neşeli, kuşları çağıracak kadar şefkatli, en dolu şenlikleri, yaşamı unutmuş ruhuma yaşatacak kadar da kudretliydi. İlaç gibiydi, sanki o taparcasına sevdiği ve hüznü aldığını iddia ettiği rosemaryler, küçüğümün sesiyle yeşermişti. Buz gibi, insanlarla arama etten, kemikten, yarım yaşanmış çocukluğumdan ördüğüm duvarlarımda bile rengarenk çiçekler yeşermişti. Sesiydi o çiçeklere su veren, canıma su veren sesiydi. O sesten dökülüp can bulacak cümleler için sabırsızlandığım günleri hatırladım. Ne vakit işitsem sesini, o çocuk sesi ne vakit ulaşsa kulaklarıma dünya üzerinde kötü ne varsa unuturdum. Kendimi unuturdum. İşte en çok bu yüzden duymaya can atardım, o pamuk sesini. Lakin o gün orada, etrafım, uğultusu o basit iki kelimeyle kesilen ve bir ölüm sessizliğini andıran kalabalıkla çevrelenmişken, boğazımdaki ölü kuş anında kanat çırpmaya başlamışken ve ben hayatımda ilk defa bu kadar kırık hissederken kendimi, sesi beni un ufak etmekten başka bir işe yaramamıştı. Bu defa sesi beni sarmak yerine yaralamıştı. Kulaklarımı kesip atmak, kafamı kuma gömmek, o kalabalığın arasında yitip gitmek isteği uyandırmıştı içimde. Kalkıp bir erin belindeki silaha sarılmak, kendimi tam da boğazımdan, bana işkence eden o kuşun olduğu yerden vurmak istemiştim. Lakin elim ayağım tutmuyormuş gibi, dünya üzerindeki en çelimsiz, en güçsüz herifmişim, sanki hareket edemiyormuşum gibi orada öylece dizlerimin üzerinde oturmuş, idrak etmeye çabalarken kırılmıştım defalarca kere. Çünkü gitmemişti. Ben yaşamaktan vazgeçmişken onun için, yalvarmışken ona, canımı veririm demişken, o gitmemişti. Üstelik elinde bir silah, koca bir orduya kafa tutuyordu şimdi. Hiç, hiç büyümemişti, küçüğüm. Hiç büyüyemeyecekti.

Ne ağlamayı, ne de gülmeyi bilirdim eskiden. Hiçbir duygumu, içimden, ta içerimden doyasıya yaşadığımı, ağız dolusu güldüğümü yahut omuzlarım sarsıla sarsıla ağladığımı hatırlamıyordum küçüğüm hayatıma girene kadar. Kendimi sahiden de cam bir fanustaymışım gibi hissettiren o kalabalıkta kimse bana bakmazken, bir saniyeliğine, yalnızca bir saniyeliğine küçüğüme değdirdiğim bakışlarımın ardından hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım. Omuzlarım sanki yüklendiklerini boşaltmak istiyormuş gibi sarsılıyordu ve sahiden de kimse dönüp bana bakmıyordu. Kimse nasıl kıvrandığımı, susuz kaldığımı, çaresizliğimin canlı kanlı geri dönüp boğazıma yuva kurduğunu fark etmiyordu. Herkes o an, eline hiç yakışmayan o çirkin silahı koca bir orduya doğrultmuş küçüğüme bakıyordu. Ne kadar güzel, cesur göründüğünün farkına varmadan, muhtemelen içlerinden kahkahalarla gülerlerken, bir zamanlar General'in düşündüğü gibi düşünüp onun bir ahmak olduğunu sanıyorlardı.

Hiçbiri, bir çiçek kadar güzel durduğunun farkında değildi. Derme çatma bir sokakta, kırık kaldırım taşlarının arasında kendiliğinden yeşermiş bir çiçek kadar güzel, aykırı durduğunun farkında değildi hiçbiri.

Bu yüzden kötülerdi. Bu yüzden ileri atılıp çirkin, kudretli kollarının arasına hapsetmişlerdi küçüğümü.

"Dokunmayın ona!"

Ya sahiden Jungkook'un, sesinin ve güzelliğinin etkisiydi bu ya da zaten dibi boylamış olmamın verdiği o tuhaf enerji, bilmiyordum. Bilmiyordum lakin bir an sonra kendimi, elinden zorla aldığı silahın ardından küçüğümü kabaca tutan askerin yakalarını sertçe kavrarken bulmuştum. Beraberinde onlarca kolu kendi bedenimde hissetmiş, daha önce iki defa olduğu gibi bir defa daha küçüğümden koparılmıştım.

Vernem Nidahen ° JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin