Öncelikle kapak için sevgili Gizem'ciğime çoook teşekkür ediyorum! Muhteşem bir iş çıkardı. Bu bölümü geçen bölümün rezilliğinden sonra hemencecik yazıverdim ve bu beni rahatlattı. Bu bölüm sizin eserinizdir sevgili üçgensever, renk körü senarist grubu! Ayrıca bölümü kontrol ederken bölüme çok yakıştığını fark ettiğim bir parçayı bırakıyorum.
"Çok kötü bir asker olduğunuzu biliyorsunuz, değil mi Teğmen?"
Hilal Leon'a ilaçlarını getirmişti ve tam kapıyı açacaktı ki Kumandan Vasili'nin gürleyen sesiyle durakladı. Vasili'nin sesini zayıf bir ses takip etti.
"Ama Kumandanim..."
Leon'un babasına "kumandanım" diye seslenmesi Hilal'i şaşırtmıştı. Sonuçta etraflarında hiç asker yoktu ve birebir konuşurlarken bile aralarına askeri sıfatlarının girmesi çok tuhaftı.
"Aması yok, asker! Bu pusulaya nasıl inanır da gidersin? Tuzak olduğu aşikarmış. Halit İkbal'in H'siyle karşılaşabildin mi? Alt tarafı bir yazarı bulacaksın, onda da başına gelmeyen kalmadı. En iyisi bu görevi Albay Stavros'a vermek olacak. Beni hayal kırıklığına uğratmaktan ne zaman vazgeçeceksin?"
Hilal kapının dışından sadece seslerini duymasına rağmen Leon'un kehribar rengi gözlerinde yaşların parıldadığını, dişlerini sıkıp yutkunduğunu görür gibi oldu.
"Baba... Ben tuzak olabileceğini değerlendirerek hazırlıklı gittim zaten."
"O yüzden mi bu haldesin? Bir sivil bir askeri özgürce vurup ortadan yok olabiliyor, öyle mi? Sanki yer yarılıp içine girdi! Çoktan Anadolu'ya kaçmıştır. Gerçi... Yine senin ahmaklığın yüzünden Nazilli'yi kaybetmiştik. Yine düşünmeden hareket edişin, o Eşref'in eline yem oluşun yüzünden... Artık gölge etme başka bir şey istemez diyecek hale geldim. Doğru düzgün vazifene sahip çıkacaksan burada kal ama yok benim askerlikte gözüm yok, bana kitap olsun, opera olsun, sinema olsun, tiyatro olsun, bana gereksiz ne olursa olsun diyorsan seni Atina'ya uğurlayalım."
"H-hayır... Ben... Smyrna'de kalıp görevimi yerine getireceğim."
"Bu son şansın, Teğmen! Sana iki hafta müddet. Halit İkbal'i buldun buldun... Bulamadın... Görev Stavros'un."
Hilal daha öncesinde Leon'la babasının arasının bu kadar kötü olabileceğini tahmin etmemişti. Baba-oğul olarak mesafelerini koruduklarının farkındaydı lakin Leon'un böyle aşağılandığını, küçümsendiğini aklına hayaline getirememişti. Aklına babasının ve Ali Kemal'in geçmişteki halleri, sevgi dolu bakışları, oyunları gelince Vasili ile Leon arasındaki derin uçurum daha belirgin hale geldi. Gerçi şimdi babası da onlar için General Cevdet'ti. Sanki saf değiştirince babasının eskiden bir tatlı su gibi akan mavi gözleri buz denize dönmüş ve bütün sevgisi o denizde donmuştu. Yine de ara sıra gördüğü küçük sevgi akıntıları Hilal'e ümit veriyor, Hilal yine babasının minik serçesi olmak istiyordu ama bu sadece birkaç saniye sürüyordu. Babasının gözleri yine donuyor, Hilal de onun ülkesini sattığını, bir vatan haini olduğunu ve kardeşlerinin kanını döktüğünü hatırlıyordu. Vasili ile Leon arasındaki o gözlerini korkutan uçurumdan kendi babasıyla arasında da vardı.
Hilal'i düşüncelerinden önüne durduğu kapının açılmasıyla ayrıldı. Birden Vasili'nin ona dik dik bakan gözleriyle karşılaşınca irkildi. Aklına nezarethanede geçirdiği günler geldi. O urganın elini nasıl acıttığı geldi... Boynuna değişi, değdiğinde hassas tenini hemencecik kızartması... Bu acımasız gözler ki onu ölüme yollayacaktı. Gerçi bu gözler kendi oğlunu bile görmüyordu, Hilal'in boynuna urgan geçmiş geçmemiş ne önemi vardı ki? Ama yine de bu gözlerin sahibinin oğlu olmuştu hayatını kurtaran. Urganı boynundan çıkaran ve ona umut veren... Ve şimdi aynı adam yüzünden Leon'un umudu yoktu. Şimdi umut olma sırası Hilal'deydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tılsım
FanfictionBir insan bir insanla aynı satırları aynı gözlerle okur da, aynı müzikte aynı ritme uyarak birbirlerinin kollarının içinde dans eder de, kulaklarını dolduran notaları aynı şekilde yorumlar, aynı hayalleri kurar da nasıl aşık olmazdı ki zaten... Vata...