Bu bölüm canımı okudu! Daha demin fark ettim 12 gündür yazmak için debeleniyormuşum. Dizi bir an önce başlasa da ben de "Ay onu öyle mi yaptınız, ben olsam şöyle yapardım!" diyebileceğim sahneler görüp iham alsam... Başlayacağı da daha yok ya... Neyse... Birazdan arkasından boool boool atılıp tutulacak olan Leandros Papadopoulos karakteri Mete Horozoğlu tarafından canlandırılmaktır, bu konuda oldukça heyecanlıyım.
Dans parçası ektedir ve lütfen Khachaturian o dönemde 17 yaşında değilmiş de bu parçayı yazmış gibi davranalım çünkü başka parça olmazdı :)))
İyi okumalar ^^
Resepsiyona saatler kala Hilal ve Eleni hazırlanmakla meşgullerdi. Eleni bir kendine makyaj yapıyor, bir de nedense resepsiyon için kendinden beklenmeyecek bir şekilde heyecanlanan ve özenen Hilal'i şaşkınlıkla izliyordu. Bir şeyler planlıyor olduğu her halinden belliydi. Elindeki ruju bir kenara bıraktı ve saçlarını maşalamaya uğraşan –ama korkunç derecede başarısız olan- Hilal'in yanına oturdu. "Kendini yakacaksın." diyerek maşayı ellerinin arasından aldı. Sonra da umutsuz bir şekilde topak haline gelmiş saçlarına baktı. Maşayı bir kenara bırakıp saçlarını taramaya koyuldu. Aynadan ise daha şimdiden Hilal'in yüzüne yerleşmiş hınzır gülümsemeyi görebiliyordu. En sonunda dayanamadı ve "Tanrı aşkına Hilal, bu gecenin sonunda nezarethanenin dibini boylamana neden olacak hangi planı yaptın?" diye sordu.
Hilal'in her yalan söylediğinde olduğu gibi çenesini havaya kaldırdı ve gözlerini arkadaşından kaçırdı. "Hiiiç..." diye mırıldanırken boynundaki kolyeyle oynuyordu.
Eleni ise inatla gözlerini Hilal'in kendisininki gibi mavi olan gözlerine dikti. Hilal'in gözleri bu sefer yalan-söylediğim-ne-kadar-da-bariz ışıltısıyla bakıyordu. Eleni kaşlarını çattı ve "Kirpiklerin bile gözlerini yalan söylediğin konusunda destekliyor, canimou. O sebeple istersen beni uğraştırma." dedi. Sonra da Hilal'in saçlarını taramaya geri döndü.
"Tamam, bir şeyler düşündük."
"Düşündünüz? Kim kim düşündünüz? Bak o çalgıcılar kendilerini zor kurtarır, Hilal."
Mehmet Anadolu'ya kaçtığından beri çalgıcılarla çalışmaları biraz sekteye uğramıştı ama yine de kendi emekleriyle gazete çıkarmaya ve Halit İkbal yazılarını dağıtmaya devam ediyorlardı. Bugünkü planda Lütfü'nün de birazcık emeği geçtiği doğruydu.
"Çalgıcılardan bahsetmiyorum. Yani en azından sadece onlardan bahsetmiyorum..."
Eleni bir eliyle dizine vurarak "Ay siz bayağı yeraltı örgütü olmuşsunuz!" dedi. "Başka kimden bahsediyorsun?" Eleni soruyu sorar sormaz kendi cevabı verdi. "Tanrı bilir, Teğmen de işin içinde?"
Eleni'nin ileri görüşlülüğüne şaşıran Hilal "Onu nasıl tahmin ettin?" diye sordu.
"Annemden öğrendiğim çok önemli iki şey var, Hilalcim: Birincisi çöpçatanlık yapmak. Ki ne kadar başarılı olduğumu sen iyi bilirsin. İkincisi de yapacağım dedikodulara zemin hazırlasın diye gözlem yapmak. Dolayısıyla biz de bir şeyler biliyoruz herhalde. Sana daha en başından Teğmen'in bir asker gibi davranmadığını söylemiştim hatırlarsan!"
Eleni'nin kendini böyle övmesine kahkahalarla gülmeye başladı Hilal. "Abimin sana körkütük aşık olduğunu da hem-men kavramıştın zaten! O kadar ki Akça Arife'nin kaç kere tekrarlaması gerekmişti." dedi Hilal kıkırdayarak. Sonra da Eleni'nin aksanını taklit ederek "Ne diyor biz Türkler? Terzi kendi söküğünü dikemez!" diye ekledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tılsım
FanfictionBir insan bir insanla aynı satırları aynı gözlerle okur da, aynı müzikte aynı ritme uyarak birbirlerinin kollarının içinde dans eder de, kulaklarını dolduran notaları aynı şekilde yorumlar, aynı hayalleri kurar da nasıl aşık olmazdı ki zaten... Vata...