Yine bir Pazar sabahıydı. Aylardan Kasım. Dışarda yağmurlu bir hava hakimdi. Evet yağmurlu havaları severim ama bugün değil. Bunca aksiliğin üstüne bir de yağmur, açıkçası günümü berbat etmişti. Lisenin son günleriydi ve benim yetiştirmem gereken onlarca proje ödevim vardı. Hem de sadece üç günüm kalmıştı. İmkansızdı anlayacağınız üzere. Son günlere bıraktığıma ben bile inanamıyordum ama benim elimde olan bir şey değildi. Daha bir hafta önce abim trafik kazası geçirmişti. Durumu ağırdı. Ailem de yurt dışında olduğu için her şeyle ben ilgilenmek zorunda kalmıştım. Haliyle değil ödev yapmak, okula bile doğru düzgün gidememiştim. Elbette ki abimin sağlık durumu benim okulumdan daha önemliydi. Neyse ki hayati tehlikesini atlatmıştı. Abimin ısrarlarıyla benim de günlerce süren hastane nöbetim sona ermişti. Son bir haftadır eve sadece üzerimi değiştirmek için gelmiştim. Dağınık bir insan sayılmam, eve gelir gelmez etrafı toparladım. O yorgunlukla yatağın yerini bile zor buldum, başımı yastığa koyar koymaz derin bir uykuya daldım. Aslında uyumamam gerekiyordu. Ödevlerimi yetiştirmem için başka çarem yoktu. Uyandığımda saat 10'a geliyordu. Bu kadar fazla uyuduğum için kendime sitem ederek kalktığım yatağımı olduğu gibi bırakıp dışarıya fırladım. Arabam vardı ama ehliyetim olmadığı için riske girmek istemedim. Hastane bir saat uzaklıktaydı, bende metroya atlayıp gittim. Abimin bir şeye ihtiyacı olup olmadığına bakacaktım ve doktordan raporları hakkında bilgi alacaktım. Geleceğin doktor adayı olarak bir hastayla bu kadar yakından ilgilenmek beni mutlu ediyordu. Bu hasta abim olsa bile. Hani küçükken sorarlar ya büyüyünce ne olmak istersin diye, ben hep doktor derdim. Öyle çocukluk aklı değil, özel bir ilgim vardı bu alana karşı. Liseyi de zaten tıp üzerine okuyordum. Okulun en başarılı öğrencilerinden biriydim. Eskiden çok zengin olsak bile, ben daha 13 yaşlarındayken babamın kumar merakı yüzünden batmıştık. Şirketi de elinden kaybetmesiyle birlikte tüm mal varlığımız elimizden alınmıştı. Üstüne üstlük bir de borç batağına saplanmıştık. Babam alacaklılar yüzünden yurt dışına kaçmıştı annemle beraber. Bizse abimle burada, doğduğumuz ülkede kalmayı tercih etmiştik. Abimle aramızda iki yıl vardı, bu yüzden çok iyi anlaşırdık. Beraber burada kalmayı isteyince, yaşımızın küçük olmasına rağmen annemle babam karşı çıkmamış ve bizi, bize çok yardımı dokunan Murat amcaya, yani babamın kuzenine emanet etmişlerdi. Murat amca bizi çok sıkboğaz etmemiş, rahat rahat yaşamamıza izin vermişti. Her gün mutlaka telefonla arar, haftada bir kez de ziyarete gelirdi. Murat amca bizi borç batağından kurtarmıştı. Bir de annemle babama güzel bir iş kurmuştu yurt dışında. Abimle beni de en iyi şekilde, oğlundan farksız bir şekilde yetiştirmişti. Tek oğlu vardı ve eşi 5 yıl önce intihar etmişti. Murat amca ve oğlu Aras dışında kimse neden intihar ettiğini bilmiyordu Eslem ablanın. kafasına sıkmadan hemen önce yazdığı intihar mektubunu bir sır gibi saklıyorlardı. Ama sürekli kavga ettiklerini iyi bilirdik. Murat amca hep bir kızının olmasını istemişti ama eşi öldükten sonra tekrar evlenmeyi düşünmemişti. Bu yüzden beni öz kızı gibi severdi. Bende onu babamdan ayırmazdım. Bu günlere gelmemde çok önemi vardı. O olmasaydı, şu an kim bilir nerede, ne yapmaktaydık. Neyse ki Murat amca hiç bir yardımı bizden esirgememiş, her konuda her türlü yardımı yapmıştı. Bu konuda kendimi şanslı hissediyordum ve gerçekten de öyleydi. Abim kaza yaptığında bütün işini gücünü bırakıp abimle ilgilenmişti. Hiçbir şikayetim yoktu Murat amcayla ilgili. Olamazdı da zaten. Tek bir şey vardı sadece. Kimseye söyleyemediğim bir şey. Murat amcanın oğlu Aras bana fena halde takıntılıydı. Birlikte büyümüştük ve ben onu hep abim gibi bilip, öyle sevmiştim. Hiç o gözle bakmamıştım ona. Çocukluktan beridir bana karşı beslediği, ilk başlarda bana göre iğrenç olan bu duyguları daha fazla içinde tutamamış, bana dökmüştü yaklaşık iki ay önce. Başlarda yadırgadım, karşı çıktım, belki de ön yargılı davrandım ama kabullenmedim hemen. Günler, haftalar geçtikçe bana zarar vermeyeceğini anladığımda, bir nebze rahatladım. Kabullendim sonra. Ben onu abim olarak görmeye devam edecektim nasıl olsa. Bana zararı dokunmayacaksa eğer, kalbinde beni yaşatması sorun değildi bana göre. Nasıl olsa karışamayacaktım, "sevme" desem vazgeçecek miydi sanki. Kimseye söylemedim bunları. Rahatsızlık duyduğum zamanlar oldu, özellikle beraber vakit geçirdiğimizde, beni süzen bakışlarını her üzerimde hissettiğimde oluşan huzursuzluğun tarifi olamaz. Murat amca da farketmiş olmalı ki sıkça soruyordu neyin var diye. Ne diyebilirdim ki? Aras benimle daha yakın olabilmek için sürekli etrafımda dolanıyordu. Bazen beni takip bile ediyordu, bunu farkedebiliyordum ama hiç söz etmedim bundan. Mesafe koymak istiyordum ama yapamıyordum. Zaten o gözle bakamıyordum hiç ona.
O gün ben hastanedeyken Murat amca beni aradı. Akşam yemeğine davet etti, konuşacakları varmış. Başta tereddüt ettim, acaba Aras babasıyla konuşmuş mudur diye. Sonra yapmaz herhalde deyip kestirip attım. Eve gidip duş aldım. Aras gelecekti beni almaya. Bana açıldıktan sonra doğru dürüst konuşamamıştık bile. Anlayışla karşılamıştım hislerini ama içimde huzursuzluk yok değildi. Onun da davranışları değişmemişti yada eskisi gibi davranmak için içinde fırtınalar koparıyordu. Yarım saat bile sürmemişti eve varışımız. Buluşunca hiç susmayan, konuşmak için sıra kovalayan biz, tek kelime dahi etmemiştik. Murat amca bizi bekliyordu. Hemen masaya oturduk. Yemeğimizi yedik. Herşey kusursuz bir biçimde hazırlanmıştı. Sofrada bir tek kuş sütü eksikti. Yemekten sonra Murat amca zaman kaybetmeden benimle konuşmak istediğini söyledi. Huzursuzluğu her zerremle hissedebiliyordum. Neyse ki konuya çabucak girdi. Konunun düşündüklerimle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktu. Meğerse Murat amca benimle üniversite hakkında konuşmak istiyormuş. Hangi alanda ve hangi şehirde devam etmek istediğimi sordu. Çocukluk hayalim kalp cerrahı olmaktı. Fikrim hala değişmemişti. Evet, cerrah olacaktım. Hayallerim hep bu yöndeydi. Şehre gelince ise, İstanbul'u terketmek istemiyordum. Zaten annemle babamı yılda birkaç kez görme fırsatım oluyordu. Abimden de uzaklaşmak istemiyordum. Hayattaki tek dayanağım, herşeyim olan abim. Sahi ondan hiç bahsetmedim. Annemle babam 4 yıl önce yurt dışına gittiklerinde tek başımıza kalmıştık. Bana yeri geldi abilik, yeri geldi annelik, yeri geldi babalık yaptı. Bana göre dünyadaki en mükemmel, en kusursuz insan. Beni tek anlayan, ne olursa olsun beni terketmeyeceğinden emin olduğum tek insan, Ege. 20 yaşına daha yeni girmişti ve doğum günü için babamın yurt dışından gönderdiği motorla İstanbul'un tozunu attırırken, aşırı hız tutkusu yüzünden trafik kazası geçirmiş, hastanelik olmuştu. Ona bir şey olsaydı ben de yaşayamazdım muhtemelen. İnsanın hayatındaki tek oksijen veren ağacı devrilse o kişi en fazla daha ne kadar yaşayabilir ki? Hiç. Bende onsuz bir hiçim işte.
Murat amcayla konuşmamız bittiğinde izin istedim. Eve gitmem gerekiyordu. Bir yanda yapılması gereken onlara ödev, bir yanda daha hiç birini yapamayan ben. Aras bunu duyunca bana yardım edebileceğini söyledi. Tek başına bitirmem imkansızdı ve ben saçma bir duygu karmaşıklığı yüzünden koskoca senemi kaybetmek istemiyordum. Arasla bize geçtik. Bütün geceyi birlikte geçirecektik. İçimdeki huzursuzluğu hissetmiş olacak ki, yanıma sokulup korkmamamı söyledi. Düşüncelerim başlı başına bir aptallıktı zaten. Arası iyi tanırdım. O öyle biri değildi. Gönlünü kaptırsa bile, duygularına hakim olabilirdi. Gerçekten de o gece tıpkı eski günlerdeki gibiydi. Duygularının esiri olmamış, aksine duygularını esir almıştı. Hem sohpet edip, şakalaşıp, hem de ödevlerin yarısını bitirmiştik. Anca sabaha doğru uyuduk. Ben uyanınca o çoktan uyanmış, duş almış hatta kahvaltı bile hazırlamıştı. Bende zaman kaybetmeden duşa girdim, ardından kahvaltımızı yaptık. Biraz konuşup ödevlere kaldığımız yerden devam ettik. Ertesi gün büyük gündü. Büyük bir tempoyla gece 12'ye kadar hiç ara vermeden çalıştık. Ödevlerin iki tanesini bir arkadaşına gönderdi yapması için. Bir şekilde başarmıştık. Tam zamanında bitmişti ödevler. Basit gibi görünen iki kağıt parçası benim bir yılıma mal olabilirdi ve benim kaybedecek hiç zamanım yoktu. Saat gece 3'e gidiyordu ve okula 8'de gitmem gerekiyordu. Sohbet ederken uyku tutmuş nasıl olduysa ikimizi de. Ne alarm var ne bişey. Sabah uyandığımda saate bakmamla şoka uğramam çok sürmemişti. 10dk sonra ödevi yetiştiremezsem kalıyordum ve okula kadar gitmek en hızlı şekilde 30dk sürüyordu. Ağlayarak Aras'ı uyandırdım. Çocuk benim yüzümden iki gecedir doğru dürüst uyku yapamıyordu. Elbette aramızda böyle şeylerin lafı olmazdı ama kendimi mahçup hissediyordum. Hemen telefonuna sarıldı. Nasıl yaptı bilmiyorum ama bir şekilde halletmişti. Hocalar tarafından sevilen biriydim, tabiri caizse okuldaki inek öğrenciydim. Aras'ın da yalvarmasıyla beraber biraz daha zaman tanımışlardı. Hava yağmurluydu ve her zamanki gibi çok trafik vardı. Aras arabayla varamayacağımızı anlayınca, Ege'nin motoruna atladık. Kaza yapmayı göze almıştık. Aras benim için hayatını riske atmıştı. Bunları düşünmeden edemiyordum. Üstelik yağmurdan sırılsıklam olmuştuk. Bize tanınan zamana 2dk kala ödevleri yetiştirdik. Koşa koşa bindik üçüncü kata. Girdim sınıfa, Aras dışarda bekledi. Beklediğimden de güzel geçti o anlar. Projeler çok beğenilmişti. Dışarıya çıkmak için sabırsızlanıyordum. Çıkar çıkmaz çılgınlar gibi Aras'ın kucağına atladım. Anladı tabi iyi geçtiğini. Benden bile daha mutlu oldu. Ağlamaya başladı. Abimden sonra ilk defa bir erkek benim için bu kadar çabalamıştı ve mutlu olmamı bu kadar istemişti. Bu gün şüphesiz hayatımdaki en önemli günlerden biriydi. Bu projeler, liseyi geçişimden çok istediğim üniversitenin vizesi gibiydi. Artık önümde hiçbir engel kalmamıştı ve tüm bunları birine borçluydum. Aras'a...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uzay'ın Kalbi
Teen FictionKırgınlıklarım var benim, kalbimin en derinliklerinde. Benim dışımda kimsenin göremediği, kimsenin hissedemediği kırgınlıklar. İçim darmadağın. Bu kargaşanın içinde var olan küçücük umudumu aramayaysa mecalim yok. Buna çare var da, arayıp bulamamakt...