Çok yüksek katlı olmayan, özgün bir mimariye sahip bir plazada çalışıyordu Aslı. En sevdiği işi yapıyordu orada, iç mimari ve dekorasyon, işinde de oldukça iyiydi.
Her sabah keyifle giderdi işine, özenle hazırlanır, kısa kesilmiş saçlarına şekil verir ve çoğu zaman topuklu ayakkabı giymeyi tercih ederdi. Hatta sırf stiletto ve kalem etekle gidebileceğim bir işim olsun diye, çok ders çalıştım lisede derdi.Çok da iyi bir üniversiteyi kazanmıştı, eşiyle de orada, o üniversitenin kütüphanesinde ders çalışırlarken tanışmışlardı.
Malum tıpçıların her zaman çok ders çalışmaları gerekirdi, yiğit için kütüphane ikinci evdi. Asya ise çoğu zaman yurttta çalışmaya çalışır ancak başaramadığı için de oda arkadaşı ile birlikte sık sık kütüphaneye giderdi. Üniversitenin ilk yılında, belki de gerçek anlamda özgür olmanın verdiği sarhoşlukla, çılgınlar gibi gezer tozar, gece geç saatlere kadar yurda girmezdi arkadaşları. Yeni yeni arkadaşlıklar doğar, sonra bozulur, sonra tekrar oluşurdu. Yağmur sonrası topraktan çıkan mantarlar kadar hızlı sevgililer çıkardı ortaya ve de o kadar hızla değişirdi. Aynı kişinin birbiri ile yakın olan arkadaşların neredeyse tümüyle sevgili olabildiği dahi görülürdü. Aslına bakılırsa o yaşlar için çok da tuhaf karşılanacak bir şey değildi belki de bunlar ama Asya öyle düşünmezdi. Sevginin, Aşkın herkesle paylaşılamayacak kadar özel olduğunu düşünür ve beklerdi. Hayalinde canlandırdığı , üzerine beklentilerini giydirdiği adamı beklerdi. Bu nedenle de arkadaşlık tekliflerinin tümünü geri çevirirdi. Hatta öyle bir noktaya gelmişti ki artık, Asya bir çok erkeğin gözünde 'evlenilecek kız' kategorisine aşınmıştı. Bu nedenle de özellikle üst sınıflardan çok teklif gelirdi. Hatta bir tanesi öyle üzerine düşmüştü ki, en sonunda "beklediğin aşk gelmeyecek, hiçbir zaman böyle bir şey olmayacak, sen yine önce birilerini tanıyacaksın, sonra güveneceksin ve sonra olacak " dedi. Asya gülüp geçti ona, adının Asya olduğu kadar emindi, beyaz atlı prensinin bir gün çıkıp geleceğine.
