6.4K 325 129
                                    

salı,
sabaha karşı

göğsü sıkıştığı için ciğerlerinde hapis olmuş ve dışarı çıkmakta zorlanan havayı hissettiği an, gözleri fal taşı gibi açıldı ve saniyeler içinde bedeni soğuk parke ile buluştu. bir anda tüm gücünün parke tarafından emilip yerin derinliklerine indiğini hissetse de pes etmedi. sürünmesi gerekiyordu belki, elleriyle yerden destek almalıydı. ve o da aynen bu şekilde yapıp pencereye kadar ulaştı. duvardan tutunarak sıkışan göğsünün el verdiği kadarıyla ayağa kalktı ve pencereyi açtı.

gecenin dördünde dışarıda esmekte olan rüzgarın belki de ortalığı kasıp kavurduğunun farkındaydı. lakin bu umrunda bile olmadı. yeşil saçlı çocuğun, şu anda hiç olmadığı kadar nefes almaya ihtiyacı vardı. yüzüne çarpan soğuk hava önce ipeksi yeşil saçlarının uçuşmasını sağladı, ardından bir spiral şeklini alarak oğlanın ağzından içeri doğru yol alıp ciğerlerine doldu. ardı ardına derin nefesler aldığında, kavuştuğu özgürlük sayesinde dudaklarına bir tebessüm kondu.

pencereyi kapatmadan yatağına oturdu yeniden. geriye kayıp duvara yaslandı ve belinin bir kısmını açık bırakan uzun kollu tişörtü yüzünden duvarın soğukluğunu iliklerinde hissetti. bedeninden geçen ürperti, onun umrunda bile olmadı. bacaklarını kendine çekip kollarını da bacaklarının çevresinde birleştirdi ve pencereye çevirdi kafasını. odasına kadar ulaşan sokak lambasının sarı ışığı karşısında büyüye kapıldı sanki bir an, daldı gitti ışığın içine doğru. kendine gelmesini sağlayan ise muhtemelen çöp kutularını karıştıran kedilerin birbirlerine sarf ettiği tehditkâr cırlamalardı.

başını iki yana sallayıp saçlarını karıştırdı. artık uykusu da kaçmıştı ve ne yaparsa yapsın gün doğana kadar uyuyamayacağının kendisi de farkındaydı. ayaklarını yatağından sarkıtıp ileri geri salladı ve ne yapması gerektiğini düşündü. aklına hiçbir şey gelmeyince dudağını büzüp sırtını yeniden yatakla buluşturdu. ve beyaz tavan ile bakıştı bu sefer. bir kireci andıran tavan, çocuğun bakışlarını hapsediyordu sanki ince boya katmanlarının arasında.

silkelenmem gerek, diye düşündü. beni kendime getirecek bir şeylere ihtiyacım var.

kaşlarını çattı, yeniden zorladı zihnini. ve hiç yoktan iyi olabilecek bir fikir geldi aklına. yatağından neredeyse bir roket gibi fırladı ve evin karanlık koridorunda düşmemek umuduyla koşturarak mutfağa girdi. seri hareketlerle -sanki arkasından kovalayan varmış gibi- ocağa su koyup kaynamasını bekledi. dakikaların daha hızlı geçmesini umut ederek, yemek masasının üzerine oturup yeniden ayaklarını bir ileri bir geri sallamaya başladı. çocukluğundan beri hep yapardı bunu, annesini yemek yaparken seyretmeye ve bir köşeye sinip ayaklarını sallamaya bayılırdı.

ince siyah eşofman altı ve belini biraz açıkta bırakan uzun kollu tişörtü yüzünden soğuk havanın tenini yalayıp geçtiğini defalarca hissediyor olsa da, bundan aynı zamanda da zevk alıyordu. çünkü yeşil saçlı çocuk, kendini bildi bileli sıcak havaları pek sevmezdi.

suyun fokurdadığını fark ettiğinde hızla masadan atlayıp ocağın önünde belirdi yeniden. kaynar cezveyi çıplak eliyle tuttuğu için tenini sızlatan sıcaklıktan ötürü üzünü ekşitse de, bunu geride bırakmayı deneyip dolaptan aldığı bir fincanın içine boşalttı suyu. ardından parmaklarının ucunda hafiften yükselip üst raflardan sarı renki hazır çay kutusunu alıp tezgaha bıraktı. ince parmaklarını kutunun içine daldırıp içindeki tek kullanımlık küçük paketlerden birini alıp açtı ve sıcak suyun içine daldırdı. 

hızla demlenmeye ve kızıl bir renge bürünmeye başlayan çay fincanını da alıp balkona doğru ilerledi. yerden tavana kadar uzanan cam kapıyı tek eliyle sürüp açtı ve balkona adımını attı. ardından uzun süredir orada duran ahşap sandalyeye oturup fincanını da balkonun kol dayama mermerinin üzerine bıraktı.

bir dirseğini mermere yaslamışken, diğer taraftan da tişörtünün eteğiyle oynuyordu. dikkati çabuk dağılan bir çocuktu aslında. çoğu vakit kendini herhangi bir şeye dalmış, parmaklarına dolamış veya bunların hiçbirini yapmasa da ayaklarını durduramazken bulurdu. ancak bundan şikayetçi değildi yeşil saçlı çocuk

çünkü şu felsefeye göre şekillendiriyordu düşüncelerini: beni ben yapan huylarımdır, huylarım çekip giderse geriye ne ben kalırım ne de benden herhangi bir parça.

çayından koca bir yudum aldığı sırada, karşı binanın balkonunda oturan çocuğa takıldı gözleri. karanlıktan seçebildiği kadarıyla çocuğun kestane rengi saçları vardı ve o da tıpkı kendisi gibi, bir fincan dumanı tüten içeceğe sahipti. gözlerini çocuktan bir türlü alamazken, kestane saçlı çocuk kendisini fark etti ve gözleri buluştu birkaç saniyeliğine. yeşil saçlı çocuk, utançla bakışlarını kaçırıp fincanında oluşan dalgalanmaları seyretti uslu bir çocuk edasıyla.

kestane saçlı çocuk gülümsedi. karşı balkondaki çocuğun utanmasını sevimli bulmuştu. dizinin üzerindeki çizgi romanı kapatıp ayak ucuna bıraktı ve tüm dikkatini o çocuğa vermekte karar kıldı. biraz eğildi, dirseklerini mermere dayadı ve ellerini her iki yanağına yerleştirdi. burnuna dolan ekinezya çayının dinlendirici kokusu eşliğinde huzurla kapattı kısa bir anlığına gözlerini. açtığında ise, yeniden yeşil saçlı çocuk ile göz göze geldi.

iki binanın arasında pek fazla uzaklık yoktu. bunu bir avantaj bilip aklına gelen fikri hayata geçirmeyi düşündü. hızla içeri koşup bir kağıt ve kalemle geri döndü. kağıda aceleyle bir şeyler yazdığı sırada, kendisini izlemekte olan yeşil saçlı çocuk ne yaptığını anlamaya çalışıyordu. yazmayı bitirip yeniden gülümsedi. kağıdı birkaç kez belirli bir kurala göre katlayıp durdu. katlama işi bittiğinde, elinde kağıttan bir uçak bulunuyordu.

doğanın ruh halini hissetmeye çalıştı. öfkesi dinmiş gibi görünüyordu çünkü yarım saat öncesine kadar ortalığı kasıp kavuran sert rüzgarlar kesilmişti. şimdi ise hafif bir rüzgar dolanıyordu başıboş, tenini okşaya okşaya. derin bir nefes verip kısa mesafeden elindeki kağıttan uçağı serbest bırakıp havada süzülmesini izledi. uçak rotasını şaşırmadan yeşil saçlı çocuğun balkonuna girdi ve kucağına düştü.

oğlan çok şaşkındı. daha önce hiç görmediği bu genç komşusundan gelen kağıttan uçakta ne gibi bir not bulunduğunu merak ediyordu. gün doğumuna epey az kalmışken, bu vakitte kendisine ne söylemiş olabileceğini düşündü.

ve daha fazla oyalanmadan uçağın katlarını açıp içindeki notu okudu.

"yeşil saçlarına bayıldım, sokak lambasından vuran ışığın altında tıpkı sararmaya  yüz tutmuş bir yaprağı andırıyor. bu, huzur verici."

gözlerinin içi parlarken, başını kaldırıp karşı balkondaki çocuğu aradı gözleri. ancak yerinde bulamadı onu. fincanını da alıp uyumaya gitmiş olmalıydı.

"teşekkürler," diye mırıldandı yalnızlığına doğru. "hayatımda aldığım en anlamlı iltifattı."

bölüm sonu

bu hikayede karakterlerin
ismi olmayacak. her biri,
kendi saç renkleriyle anılacak. umarım kafanız karışmaz :c

ocha no kappu | yoontaeseokHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin