Lisanna
Kelimelerin yetmeyeceği kadar garipti hayat. Sevdiğin, sevmediğin, sorumlu olduğun, özgür hissettiğin sürülerce şeyin birbirine girmesi bir ömrü oluşturuyordu. En ufak bir şarkı sözünden etkilenip kararını değiştirmen beraberinde hayatını da değiştirebiliyordu. Ne denilebilirdi ki? Sadece... Garipti. İnsan ne yapacağını seçerken pek tabii zorlanıyordu. Bunu tam beş ay, on dokuz gün önce anlamıştım.
Tam yılbaşında havai fişekleri daha iyi görmek için çıktığım teras, bir başkasının son dakikalarını taşıyordu. Sarhoş olduğu belli olan adamın gözlerinde öyle bir boşluk, öyle bir soğukluk hissetmiştim ki birazdan tüm renkleri taşıyacak boş gökyüzü kadar sert bakıyordu. Düşüşünü kendi gözlerimle görmüştüm, patlayan havai fişeklerle yere inen bedenini... Sürülerce insanın mutluluğuna sebep olan o gece, onun yorgunluğunu ve benim endişemi barındırıyordu.
Sessiz adımlarımı hastane koridorlarında gezdirip odasının önüne geldim. Beş ay on dokuz gündür uyanmasını bekliyordum. Her gün onu kontrol ediyordum. Etrafta doktoru ararken bir ses beni durdurdu.
"Lisanna."
"Evergreen-san..." dedim hafifçe gülümserken. O da benim gibi her gün Bickslow'u ziyarete geliyordu. Evergreen-san, Freed-san, Laxus-san... Ziyarete geldikçe üçünü tanımış ve ablama yeni işler bulmuştum. Vicdan azabı çekiyor muydum? Belki.
"Doktor birazdan gelip bilgi verecek." dedi hafif kibir taşıyan gözlerini gözlerime dikerken.
"Siz de mi yeni geldiniz?"
"Evet."
Bu kısa sohbetin ardından aramızda oldukça büyük bir sessizlik olmuş ve sadece etrafta doktoru aramıştık.
"Sence ne zaman uyanır?" dedi sırtını arkasındaki duvara yaslarken.
"Bilmiyorum... Onu tanıyan sizsiniz?"
Hafifçe gülümseyip dudaklarını ıslattı gözlerini tavana dikerken.
"Evet, onu daha iyi tanıyorum. Ama... Şöyle bir sıkıntı var ki Bickslow sarhoş olmasaydı kesinlikle hayatta olmazdı."
"Ölmeyi bu kadar mı kesin düşünüyordu?"
"Belki de. Genelde vazgeçeceği şeyler yapmaz. Aklı yerinde olsaydı çoktan ölmüştü."
Gözlerim büyürken irkilip etrafıma baktım. Bunca zamandır sebepsizce uyanmasını beklediğim adamın tepkisi ne olacaktı? Onun yaşamasına sebep olduğum için ana kızacak mıydı? Ya da umurunda bile olmayacak mıydım?
Düşüncelerimi dağıtıp doktoru dinledikten sonra adımlarımı hastanenin çıkışına doğru yönlendirdim. Ortalama her gün aynı şeyi dinliyordum. Yaşaması hastanın hayatta kalma isteğine bağlıydı ve Evergreen-san'ın söylediklerine göre bu oldukça zordu. Gerçekten hayat çok garipti. Ben, Lisanna, kaldırımsız yolda yürüyemeyen, yangın çıkacak diye her türlü gereksiz fişi çeken, yürürken on adım sonrasını bile düşünen insandım. Sebebiyse ölümü elimi uzatsam dokunacak kadar yakında hissetmemdi. Ölümü bu kadar yakında hissetmiştim ancak ölümden daha acı şey ise sanırım... Ölememekti. Bickslow bana bunu öğretmişti. Beş ay boyunca gözlerini açmadan, sesini duyurmadan, herhangi bir yüz kasını oynatmadan.
"Lisanna?" diyen Erza-san beni düşüncelerimden uyandırmıştı. Hastaneden dönerken yolda karşılaşmış eve birlikte yürümeye başlamıştık. "Evi geçiyorsun?"
"Ah... Pardon. Kafam biraz dolu da..."
"Evet yaklaşık altı aydır kafan çok dolu." dedi evin kapısını açıp geçmemi beklerken.