Zeynep yedi yaşına bastiginda ilkokula başladı. Okulu çok seviyordu hatta daha altı yaşındayken ablasıyla birlikte okula gidiyordu. Ablasinin ögretmeni Ahmet hoca onu çok seviyordu. Ama Zeynep'in yaşı tutmadigindan dolayı Ahmet hoca ona "Git seneye gel."demesine rağmen bir türlü ikna edip gönderemiyordu. En sonunda bir şekilde ikna edip göndermişti. Ama eve giderken çok ağlamıştı. Annesi ona defter, kalem, çanta alıp onu sonunda durdurabilmişti. O yıl öyle geçip gitti. Ve sonunda Zeynep'in hayal ettiği gün gelmiş ve okula başlıyordu. Çok heyecanlıydi. Annesi ile sanki büyümüşte küçülmüş gibi konuşuyordu. Her konuşması insanı kendinden alıyordu. Bir insan nasıl bu kadar zeki olabilirdi. O yaşta nasıl öyle konuşabiliyordu. İnsanin aklı almıyordu. Zeynep annesine:
-Anne
-Efendim kızım
-Ben büyüyünce ne olacağım biliyor musun?
-Hayır kızım bilmiyorum
-Ben büyüyünce doktor olacağım.
-Aferin benim kızıma. Sen çok güzel bir doktor olursun.
-Peki neden doktor olacağımı biliyor musun?
-Bence insanları iyileştirmek için.
-Evet insanları iyileştirmek ama ilk önce seni iyilestirecegim.
-Bunu nerden cikardin kızım ben iyiyim.
-Hayır anne sen hastasın. Sürekli doktora gidiyorsun, hem az önce ilaç ta içtin. İnsanlar hasta olduğunda doktora giderler ve doktorlarda onlara ilaç verirler.
-Doğru hastayım.Ama geçecek. Ben o ilaçları kullandigimda iyileşeceğim Canım yavrum ben iyiyim. Hem iyi olmasam sana kahvaltı hazırlayabilir miydim? Saçlarını böyle tarayabilir miydim? Seni böyle okula hazırlayabilir miydim?
Zeynep okul kelimesini duyunca herşeyi unutup birden:
-Anne hadi okula geç kalacağım.
-Yok kızım geç kalmazsın. Pencereden bak bakalım arkadaşların gelmişler mi?
Okulla evleri arasında sadece bir sur vardı. Bu konuda Zeynep çok şanslıydı. Zeynep bakıp geldi.
-Gelmişler anne, dedi.
-Tamam yavrum ablan gelsin seni bıraksın. Annesi ablasına seslendi.
-Cemre.
Ses gelmeyince tekrar seslendi.
-Cemre kızım gel kardeşini okula götür.
İçeriden Cemre'nin sesi geliyordu.
-Tamam anne geliyorum.
Cemre, Zeynep'in çantasını alıp, kardeşinin elinden tutup okula gittiler. Fatma Hanim pencereden uzun uzun kızına baktı ne kadar da mutluydu. Zeynep, ablasına sürekli birşeyler anlatıyordu. Ablasının bir an önce elini bırakıp arkadaşlarına koşmak istiyor gibiydi. Yüzünde bir gülümseme belirdi Fatma Hanımın. Kızının mutluluğu, heyecanı, o tatlı telaşı Fatma Hanımı güldürmüştü. Onu mutlu etmişti. Ama sonra içinden derin bir ah çekti. O gulumse kaybulup yerini hüzün aldı. Birden sabah ki Zeynep'in yaptığı o konuşma aklına gelmişti. Demek ki anlamıştı annesinin hasta olduğunu.
Fatma Hanım, kocasinin ölümünden sonra çok acılar çekti. Bir türlü kocasinin ölümünü unutamiyor. Çocuklarına belli etmiyor ama her başını yastığa koyduğunda gözlerindeki yaşlara hakim olamıyor. İçi kan ağlıyordu. Çok zorluklar çekmişlerdi ama kocasıyla hepsinin üstesinden gelmişlerdi. Ama şimdi yalniz başına. Hem çocuklarının anası hem de babasıydı. Kolay değildi. Altı çocukla öylece ortada kalmışlardı. Mehmet'in ölümünün üzerinden bir yıl gibi bir zaman geçmişti. Birgün kayınpederi İsmail Bey, hanimi Ayşe'yi yanina çağırdı. Ayşe Hanim yanina geldi.
-Buyur bey, ne oldu.
-Hanim bizim gelini düşünüyorum. Mehmet öldüğünden beri bir türlü toparlanamadı.
Ayşe Hanim Mehmet adını duyunca gözleri doldu. Ana yüreği, oda bir türlü unutamadı oğlunu. Uzaklara daldi gitti. Daha doyamamisti Mehmet'ine. Zaten surekli bir yerlere çalışmaya giderdi. Yazın bağda bahçede kışın batıya inşaatlarda çalışmaya giderdi. O yüzden doyamadi oğluna. Birde o amansız kazayla gidince bir turlu aklından çıkmıyordu Ayşe Hanımın. Zaten oğlunun haberini aldigi gün inanmamışti. Mehmet'in arkadaslarina yalan soyluyorsunuz demişti. Sonradan kendinden geçmişti ve uyandığında oglunun orda uzanmış çoğu yeri yanmış cansiz bedenini kanlar icinde gördüğünde bir şok geçirmişti resmen. Bu benim oğlum değil. Bu benim Mehmedim değil siz yalan soyluyorsunuz. Sonra ayağa kalkti oğlunun cansız bedenine doğru yaklaştı. Yeri göğü inletecek bir ağıt yaktı. Mehmedim kalk, sen olemezsin. Ben senin koklamaya kıyamazken sen toprak olamazsın. Ne olur uyan Mehmedim uyanda senin yerine ben oleyim. Senin yerine beni kefenlere sarsinlar, benim üzerime topraklar atsinlar. Uyan Mehmedim sen beni duymuyormusun. Ne olur kalk Mehmedim.
Saatlerce öyle başında durup ağıtlar yakmıştı. En sonunda İsmail Bey gelip onu almıştı oradan.
-Hanim kendine gel. Veren Rabbim alan yine Rabbim'dir. Sen şuan Rabbine karşı isyan mi ediyorsun?. O nasıl isterse öyle olur. Ayşe Hanim hıçkırıklar içinde:
-Bırak beni İsmail. Bırak da bari şimdi yavrumla hasret gidereyim. Daha geleli bir kaç gün oldu. Onunla ana oğul doğru düzgün bir hasret gideremedik. Bırak beni. Ne olur bırak. İsmail Bey onu bıraktı. Biliyordu ki Ayşe Hanımla oğlu arasında büyük bir bağ vardı. Birbirlerini çok seviyorlardi. Hatta arada bir kıskançlık bile ederdi İsmail Bey. Ayşe Hanıma sen oğlunu benden daha çok seviyorsun derdi. Ayşe Hanimda seni de seviyorum ama oğlumu daha çok seviyorum derdi. İsmail Bey günlerdi. O yüzden onu bıraktı oğluyla vedalaşmasi onun en büyük hakkiydi. İsmail Bey fazla dayanamadı içerde, oğlunu öyle görmesi onu kahrediyordu kendini dışarı attı. Ayşe Hanim Mehmedinin başından bir saniye olsun ayrılmadı oğlunun cansız yanmış bedenine sarılıp bir yandan ağlıyor bi yandan ağıtlar yakiyordu. "Mehmedim hadi kalk anam de. Anam ben olmedim yaşıyorum de. Anan sana kurban olsun Mehmedim. Sen bu garip biçare ananı bırakıp nereye gidiyorsun. Beni de al yanina oğlum. Allah'im ne olur beni Mehmedimden ayırma benim de al canımı. O olmadan ben ne yaparım. İçeri girer girmez boynuma sarılırdı beni operdi. Anam ver ayaklarını opeyim. "Cennet annelerin ayakları altındadır." der Efendimiz(sav). Derdin kurban olduğum.
Ayşe Hanim o güne dalıp gitmişti. İsmail Bey birden:
-Hanim sen yine daldin gittin. Aglaya ağlaya kendini harap ettin.
-Bey kusura bakma. Unutamiyorum Mehmedimi. Onun adi anıldığına kendimi kaybediyorum. Zaten bir saniye bile aklımdan çıkmıyor.
-Haklisin hanim benim de öyle. Ama ölenle ölünmüyor. Hem gelini ve çocukları düşünmemiz lazım. Onları öyle birakamayiz.
-Doğru bey. Ne yapalım?
-Fatmayi boyle yalniz bir basina birakamayiz. Cocuklari daha kucuktur. Bizimde halimiz ortada bi bakmissin bugun variz yarin yokuz.
-Doğru söylüyorsun bey. Bi bakmissin bugün varız yarın yokuz.
- Onun icin Fatma'yi bizim oglan Yusuf ile baş göz edelim, dedi.
İsmail Bey, gelini Fatma Hanımı küçük oğluyla baş göz etmeyi düşünüyordu. Ayşe Hanım da:
- İyi olur, dedi. Ama bu bizim kararimizla olacak birşey değil. İki tarafında rızası var mı? Onu ogrenmek lazım. Böyle şeyler buralarda olurda ama sonuç olarak onların rızaları yoksa birşey yapamayız. İsmail Bey:
-Tamam. Sen iki tarafinda bir ağızlarını yokla bakayım ne diyorlar.
-Tamam, dedi Ayşe Hanım.