Köyüm ( Bölüm 3)

19 0 0
                                    


Askerler Behiye'yi karakola getirdi. Olayın nasıl olduğu, cinayeti nasıl işlediği gibi pek çok soruya cevap verdi. Sonunda akşam oldu, karakolda mesaisi dolan memurlar bir bir evlerinin yolunu tuttular. Bir-iki nöbetçi memur ve nöbetçi polisler kaldı. Behiye tutuklanmış, nezarethaneye konmuştu. Behiye mahpushanenin hazırlık sınıfındadır artık. O gece koğuşta sadece Behiye vardı. Tahta iki bank vardı. İçerisi soğuk ve karanlıktı. İçeri girdiğinde bir süre ayakta bekledi. İki tahta banktan birine oturdu. Önce bir süre ayaklarını sallar bir vaziyette bekledi. Sonra çekti ayaklarını, dizlerini büktü, başını dizlerine dayadı. Behiye'nin duyguları, aklı hayalle gerçek arasında gidip geliyordu.Yaşadıkları hayal miydi, gerçek miydi. Birisi uyandırsa da her şey bitiverseydi. Sonra  düşüncelere daldı. Köyü geldi gözlerinin önüne, çocukluğu, gençliği.....

Behiye'nin köyü, karşısında tepelerin olduğu düzlük bir alanda kurulu, meşe ağaçları ve evlerin yanında söğüt ağaçlarının salındığı bir bozkır köyüdür. Evlerin yer yer biri ikisi bir arada, yer yer birkaç ev, köyün biraz dışındaydı. Köyde çoğunlukla yaşlılar ve belli bir yaşın üstündekiler kalmıştı. Köyde kalanlarda kışın çoğunlukla bir, iki ay çocuklarının yanına giderdi. Başta İstanbul olmak üzere başka şehirlere gitmişti evlatlar, oğullar, kızlar. Behiye 'de bir kaç kere İstanbul'a, orda çalışan Kerem abisinin yanına gitmek üzere köyden ayrılmıştı. İstanbul'a gidecekleri zaman annesiyle birkaç gün hazırlık yaparlardı. Abisi İstanbul'da pazarda telefon aksesuarları satıyordu. Annesi abisinin geçimine katkı olsun diye evden un, bulgur, nohut, peynir, süzülmüş yoğurt hazırlardı. Sonra İstanbul yollarına düşerlerdi. İstanbul'da kaldığı zamanlarda abisi ve yengesiyle semt pazarına gider, köyde giyeceği çiçekli, pazen etekler alır ve her seferinde burada ne kadar çok çeşit var diye düşünürdü. Annesi İstanbul'da sürekli köyü merak eder, baban ineklere bakabiliyor mu Behiye derdi. On, on beş gün geçer geçmez oğlum baban yalnız yapamaz, perişan olmuştur, inekte buzağılayacak bizi bindir de gidelim. Abisi birkaç gün daha oyalar daha yeni geldiniz, ben de özledim, bizde yalnızız, falan der ancak annesinin ısrarlarına dayanamayarak, dönüş biletini alır. Dönecekleri gün Behiye'ye, annesine buluz, babasına gömlek alır abisi. Köyü özlemişlerdir ancak İstanbul'da güzeldir. Dönüş yolunda daha şehirli hisseder kendini. Yolda şehir hayatını düşünür Behiye, inek bakmanın, ahır temizlemenin olmadığı, sonra süslü elbiseler giyip, parfüm sıkmanın, ruj sürmenin, yakışıklı delikanlılar görmenin kendini ne kadar heyecanlandırdığını düşünür iç çekerdi. Yine de köye dönüş güzeldi, köye gelir gelmez Yaman isimli köpekleri onları köyün otobüs durağında bekler herkesten önce hoş geldin derdi. Annesinin ve Behiye'nin neredeyse boynuna dolanırdı.

Behiye ve annesi kışın giderdi İstanbul'a. Soğuğu sert ve çoğunlukla kasvetli geçse de köyün, kış biter bahar kendini usulca gösterirdi. Mart dönem dönem kazma kürek yaktırsa da ucunda Nisan ayı vardı. Nisan yağmurları köyü çok güzelleştirirdi. Nisan yağmurları bolluk ve bereket demekti, nisan yağmurları iyi yağınca o sene buğday başakları daha verimli olurdu, cümle toprağa düşen tohumlar daha coşarak büyür, yapraklar, dallar daha bir gürleşir, her bitkinin, her yaprağın rengi daha koyulaşır her taraf yeşille kaplanırdı. Tabiatın neşesinin arttığı nisan yağmurları sonrası, hayvanları otlatırken daha serbest davranırdı Behiye. Çünkü meralar ot kaplı olduğu için inekler sürülmüş tarlalara yönelmez Behiye komşu kızlarıyla daha derin sohbetlere dalardı. Kıştan çıkan insanların, hayvanların, bitkilerin bütün canlıların vücudundaki demir minerali azalırmış, bu yağmurun altında ıslananlar bu suyu biriktirip içenler şifa bulurlarmış, vücutlarından eksilen demiri geri kazanırlarmış. Bir rivayete göre sulardaki balıklar nisan ayında yüzeye yakın ağızları açık beklerlermiş, yağmur yağınca bu su ağızlarına düşer bir yıl boyunca susamazlarmış.

Annemi En Çok Ben ÖzlüyorumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin