Döndüm,,••
"Vur."
"Yapamam."
Yumruk yaptığım ellerimi göğsüme çarpıp kükremiştim bir kez daha.
"Vur şu lanet bedenime Kim Taehyung!"
"Vurmazsan seni öldüğümde dahi affetmem. Anladın mı beni?"
Birkaç adım atıp yakalarını kavramış ve titreyen göz bebeklerine kilitlemiştim gözlerimi.
Korkuyordu.
Öyle çok korkuyordu ki, her zaman yaptığım gibi korumak istedim onu.
Bu aptal, iki yakasını dahi bir araya getiremezken, gördüğü her yaralı kediyi küçük kulübesine alırdı.
Ve her sabah biri öldüğü için yas tutardı.
Kim Taehyung işte böyle bir çocuktu.
Ve onlar, bir kedinin arkasından ağlayan çocukların ellerine silahlar tutuşturmak istemişlerdi.
Bir kediyi kendine dost belleyen insanlardan, asıl dostlarını öldürmelerini istemişlerdi.
Avuçlarını açıp bir neden istemiştin, vermeye dahi tenezzül etmemişlerdi.
İşte buradaydık.
Asıl oyuncular vanilyalı çaylarını yudumlarken, dublörler kendi kanlarında boğulacaktı.
Kazanılan tek şey ise, çürük bir saygı ve bacakları koparılmış bir vatan olacaktı.
Zenginler kuruşlarını düşürdükleri her bir kaldırım taşında kardeşlerinin cesetlerine rastlayacaktı.
••
Bir süre daha bakmıştık birbirimize.
Ne yapacağımızı bilemez bir halde, belki biraz da geçiştirebilme umuduyla.
Fakat tam o sırada burnumu yakan menekşe kokusu döndürmüştü beni gerçekliğe.
Postallarının tok sesi kulaklarımda yankılanmış ve okyanus gözleri gözlerimi teğet geçmişti tehditkarca.
Gözlerimi yummuş ve son bir kez af dilemiştim Tanrı'dan.
Af dilemesi gereken Tanrıyken.
Ve dostumun yumruğunun sol elmacık kemiğimi sızlatışına şahit olmuştum.
Sonra birkaç tekme inmişti karın boşluğuma.
Dirseği tam burnuma denk gelmişti.
Saçımdan tutmuş ve yerle yeksan etmişti beni.
Üstüme yerleşip yüzüme yakıştırdığı yumruklarını savururken birkaç damla ıslatmıştı sağlam kalmış kenarlarımı.
Ve özenle saklamaya çalıştığı hıçkırıklar dolmuştu kulaklarıma.
Ağlıyordu.
Fakat canım yanmıyordu benim.
Menekşe kokusu vardı hala iliklerimde.
Her rüzgarla tazelenen ve daha derinime işleyen o adamın kokusu.
Gülüşü vardı aklımda.
Okyanus gözlerine işlemiş acılar batıyordu sadece ruhuma, batışları bile güzelleştiriyordu beni, ölümümü.
Dostumun göz yaşları çiçekler dikiyordu yaralarıma.
İyiydim ben.
Huzurluydum.
Bir tekme daha inecekti başıma, belki oracıkta ölecektim belki de hiçbir işe yaramadığım için birkaç dakika sonra.
Kalan son gücümle ayaklandım ve gülümsedim kocaman.
Dudaklarımdan kayıp giden koyu kırmızları umursamadım.
Üşüyen ve titreyen bedenimin karşısına sapasağlam duran ruhumu diktim.
Son kez onu aradı gözlerim.
Sonra okyanuslarına kilitlendim.
Nasıl olsa öleceğimi bilerek gülümsedim menekşe adama.
Fakat ölmeyeceğimi katmadım hesaba.
Bilincimi yavaş yavaş kaybederken, olan biten her şeyi tek bir cümlesiyle durdurup beni sırtına alışını katmadığım gibi.
••
YOU ARE READING
Ruins • Jikook
Ficción históricaBir tutam açlıkla doyurulmuş ruhlar, diller dilleri ezmiş; kavrulmuş topraklar. Batan her vatan için bir kadeh kaldırılmış, yarısı dolu bardaklar, içlerinde votkalar. [Belki bir gün devam ederim kim bilir] [2017]